Ankaragüclü Hayati, Samsunsporlu Bünyamin, Altaylı Tahir..ve Michael Jackson..

Michael Jackson'ın ölümünden beri hemen her gün şarkılarını dinliyorum. Neredeyse tüm şarkılarını tekrar tekrar dinledim son bir kaç gün boyunca... Öyle ki, rüyama dahi girdi önceki gün.

Michael Jackson'a neden bu kadar üzüldük? Açık konuşmak gerekirse son senelerde efsane şarkılarını ancak denk gelirse dinliyorduk. Hayatımızın her anında O yoktu. Küçükken çok seviyorduk, ancak bir süredir sanki O'nu görmezden geliyorduk.

Buna rağmen nasıl Michael Jackson'ın ölümü bu kadar yankı uyandırabildi, nasıl bu kadar en alakasız insanları dahi üzdü, neden bu kadar buruklaştırdı tüm dünyayı?

Aslında bunun açıklamasını bir çok kişi yaptı, yapıyor. Pek de orijinal bir tespit değil yani benimki..

Michael Jackson ile küçüklüğümüzün, çocukluğumuzun önemli bir bölümü daha bir daha geri gelmemek üzere kapandı.

Tıpkı Ankaragüclü Hayati, Samsunsporlu Bünyamin, Altaylı Tahir'in hayatımızdan çıkışı gibi..

Tıpkı artık Bruce Willis'i seslendiren bir Alev Sezer olmadığı gibi..

Tıpkı akşamları heyecanla 20 dakikalık Cosby Ailesi, Altın Kızlar, Muhteşem İkili gibi dizileri izlemek için beklemediğimiz gibi..

Tıpkı Pazar sabahları Uçan Kaz ve Nills sonrası, İşitme Engelliler Bülteni'nde sesi kısıp altyazıyı haber spikeri gibi mikrofonla okuduktan sonra, Pazar sinemasını beklemediğimiz, sonrasında Pazar Konseri başladığında saat 13:00 ile 14:00 arasında televizyonu kapatmadığımız gibi..

Ya da tıpkı hayali ihracat, naylon fatura haberleri ve zenginleriyle dolu bir dönemken, yine de modernleşme yolunda adım atmayı beceremediğimiz, şimdiki gibi muhafazakarlaşan bir toplum olmadığımız gibi..

Maddeler çoğaltılabilir. Gerek yok; 80'lerde çocukluk havasında yazmanın.

Belki de bu noktada susup tek yapmak gereken, TRT Radyosu Ege bölgesi maçlarını yıllarca anlatan Murat Ünlü'nün o her maç söylediği eşsiz vurguyla bitirmek yazıyı.." Michael, Michael, şuuuuuuuut, top yandan dışardaaaaaaaaaaaaaaa!"
Devamı

Amerika'nın Küllerinden Doğuşu


2003 Konfederasyon Kupa'sı bizim için keyifli - heyecanlı bir kupaydı.. Genel itibariyle ise Foe'nin ölümüyle hatırlanacak lanetli bir kupa oldu. Sonraki senelerde ise Türk kamuoyunun bu kupaya yaklaşımı pek de ilgi içerir değildi..

Ben de bu seneki kupada bu akşama kadar henüz maç izlememiştim. Bu akşam İtalya-Brezilya maçı olduğunu duyunca ekran karşısına geçtim. Ekran başından kalktığımda, son yılların belki de en büyük sürprizine tanıklık etmenin sevincini yaşıyordum.


Maçlardan çok bahsetmeye gerek yok.

Maçlardan önceki duruma bakalım önce:

Brezilya 6 puan
İtalya 3 puan (+ 1 averaj)
Mısır 3 puan (0 averaj)
ABD 0 puan (-5 averaj)

Bu maç öncesi tablodan kim ABD'nin yarı-finale çıkan takım olarak geceyi bitireceğini iddia edebilirdi? Böyle bir tabloya ABD'ye bahis yapmış biri varsa, alnından öpmek lazım.

Brezilya, ilk yarısını 3-0 önde kapadığı maçta, ikinci yarı laubalilik yapmasa belki tarihi farka gidebilirdi. İtalya, gök mavisinden uzaklaştığı gibi, Serie A'sının kalitesinden kaybettiği oranda futbol felsefesinde de yaralar almış. Bu skorla, Mısır'ın ikinci olarak yarı finale çıkacağı düşünülüyordu; lakin orda da büyük bir sürpriz yaşandı ve ABD Mısır'ı 3-0 yenerek averajla ikinci oldu.

Futbol çoğu zaman ülkelerin karakterinin aynası..Amerikalılar kendi deyimleriyle müthiş bir geri dönüş, "come-back" gerçekleştirip mücadeleyi hiç bırakmamanın mükafatını alırken, Mısır, oryantalist kültürünün etkisiyle ilk iki maçta gösterdiği müthiş performanstan sonra, "rahatlamanın" bedelini ödedi..

Biz de toplumların birinin Mersin'e, diğerinin tersine gitmesinin asıl gerekçesini görmüş olduk böylece..
Devamı

Türk Sporu'nun Erol Taş'ları..

Türk filmlerinde sıklıkla izlediğimiz klişedir. Özellikle Kadir İnanır - Türkan Şoray'lı, Anadolu aşklarına yönelik göndermeler içeren filmlerde.. İki genç birbirine aşıktır; ama kızı isteyen başka biri daha vardır: Taş yürekli, zengin, oyunu kurallarına göre oynayıp, işi babaya yüklü başlık parası vererek bitiren ağa..

Gelin görün ki, kız ağaya varmak istemez. Ölürüm de gitmem o adama der.. Her yerden kıza baskı başlar; anne, kızım o kadar para alacağız bak, ömür boyu rahat edersin der, baba hele bir varma ağaya bak ben sana ne yapıyorum der.. Türlü baskılar.. Bazen bu filmlerde kızı asıl sevdiği kaçırır.. Ama ağa peşini bırakmaz işin.. Onur meselesi yapar, dağlarda-bellerde yine takip eder ve kızı zorla gelini yapar.. Bir kere o eve karısı olarak girdi mi, nasılsa artık benimdir düşüncesiyle..

Bu üstün körü anlattığım hikayeyi Mehmet Topuz transferinde yaşadık. Aşikar. Lakin, hadi o bir güç gösterisiydi diyip geçelim. Şimdi Poulsen transferinde Fenerbahçe'nin bu ısrarı nedendir? Oyuncu defalarca gelmeyeceğini söylemesine rağmen, şimdi de Juventus Sportif Direktörü üzerinden, eğer Fenerbahçe'ye gitmezsen sene boyu yedek bırakırız tehditini savurtmanın anlamı nedir? Neden bu kadar Erol Taş havalarına girmenin sebebi? Nedir zorla güzellikten meden umulmasının nedeni?

Fenerbahçe bu kadar mı acizdir ki sürekli kendisine gelmek istemeyen oyuncuların peşinde koşmakta, hatta onları zorla Fenerbahçeli yapmaktadır? Tamam, bir yere kadar bu güç gösterisi insanların egosunu tatmin edebilir; ama toz bulutu dağıldığında, karşılıklı sevgiden yoksun, zoraki beraberliklerden beklenen fayda ne olabilir?

Anlamak mümkün değil..

Türk Sporu'nun Erol Taş'larına selam olsun..
Devamı

Gülsem mi ağlasam mı Ali Koç'un şu haline?


Ali Koç, ülkenin en zengin ve snob ailelerinden birine mensup, 3. kuşağın önemli ismi. Çok güçlü, kuvvetli, kudretli bir isim.. Zekası konusunda aynı donelere sahip değilim. Zira bu kadar büyük bir konumda olan insanın topluluk önündeki konuşmalarından o ışığı alamadım şimdiye kadar.

İlk Fenerbahçe yöneticisi olduğunda, Rıdvan Dilmen ile Güntekin Onay'ın programlarına konuk olduğunda, sesi titriyordu, derin nefesler alarak toparlamaya çalışıyordu. Çok komik gelmişti bu durum bana.. Zira o kadar önemli bir konumda olan insan, ne kameradan, ne de Rıdvan'dan Güntekin'den çekinmemeliydi..

Sonrasında malum, "Şerefsizler emeğimizi çaldılar" şeklindeki Ankaraspor'un 20li yaşlarındaki yöneticisi Ahmet Gökçek'in dahi yapmayacağı (Ahmet bey'i yaşı itibariyle örnek veriyorum..) bir açıklamayla basının karşısına çıktı hakemleri kastederek.. Bu açıklamadaki çiğliği de yakıştıramamıştım bu konumdaki bir insana.. Zeki bir yönetici, hakaret etmeden çok daha iğneli kelimelerle klubünün haklarını koruyabilmeliydi..

En son Mehmet Topuz'un basın törenindeki konuşması da gerçekten içerik olarak çok boştu. Bizi izlemeye devam edin dedi koca Ali Koç söyleye söyleye.. Başında da Hayırlı olsun bir cümle ile birlikte..

Yani, Ali Koç isminin hakkını veremiyor benim gözümde..

Bu akşam düştüğü duruma ise, gülsem mi ağlasam mı karar veremedim.. Koca Ali Koç sahada, yanında normal zamanda çöpçülük yapamayacak tipler, kendisine el-ense çekiyor, öpüyor vs..

Sanırım salon beyefendisi Rahmi Koç'u bu görüntülerden daha fazla rahatsız eden bir şey yoktur..

Fenerbahçe camiası Ali Koç'u başkanlığa hazırlıyor, ancak şu andaki çaylak ve de çok da zeki olmayan görüntüsüyle, bana Aziz Yıldırım gibi zeki bir adamın tırnağı olamayacak bir isme gereğinden fazla güveniyorlar gibi geliyor.. Tabii hepimizin bildiği gibi güvenilen, klasik Fenerbahçe duruşunda olduğu gibi sırtı güçlü bir yere dayayabilmek, yoksa başka bir şey değil..

O da ayrı mesele..
Devamı

Fenerbahçeli olmak..

Tüm kuralları kendine göre yorumlayabilmektir..

Kazanırken centilmenlik naraları atıp, kaybederken teröristleşebilmektir..

Mağlubiyete tahammülü olmamaktır..

Kazanmak adına her şeyin mubah olduğuna inanmaktır.

Her yaptığı hatada karşı tarafın tahrikinin olduğunu iddia edebilmektir.

Bükemediği bileği öpmesini bilememektir.

Yine de utanmamak, yaptıklarına kulp bulmaktır..

Fenerbahçeli olmak, ayrı bir ruh hali. İncelenmesi gereken bir vaka.

Bu vesileyle, Fenerbahçe'nin güzel günlerinde çevreye beyaz dişlerle gülücükler saçan sahte centilmenliğinin ne olduğunu bize gösteren, tam 4 kez üst üste Fenerbahçe'yi mağlup ederek şampiyon olan Efes Pilsen'e sonsuz tebrikler ve teşekkürler.. Fenerbahçelilerin ambargo tehditlerinden hiç korkmasınlar, hiç tüketmezsek biz tüketiriz Efes Pilsen'leri..

Öte yandan, Fenerbahçe'nin kendisinin atadığını deklare ettiği Basketbol Federasyonu'nun Fenerbahçe'yi değil ligden ihraç etmek, 5-6 maç seyircisiz oynama cezası ve bir miktar para cezasıyla geçiştireceğini bildiğimiz kararları neticesinde herhangi bir şeyin değişeceğine inanan var mı? (Bu 5-6 maçlık ceza zaten kağıt üzerinde bir ceza olacak, çünkü derbiler hariç normal sezon maçları 3-5 yüz kişiye oynanıyor..)

Murat Özaydınlı ve Mahmut Uslu gibi spor sahalarından ömür boyu men edilmek için yıllardır gereken her şeyi yapmış insanlar, o koltukları işgal etmeye devam ettikçe, sizce düzelen bir şey olacak mı? Bu isimler kitleleri doldurup, "kontrollü gerginlik" ile rakiplerini ezmeye çalıştıktan sonra, o tahrikle sahaya giren aklıevvellere bunlar Fenerbahçeli olamaz diyerek geçiştirmekle işin içinden sıyrılabilecekler mi?

Muhtemelen evet.. Çünkü mutlaka bu görüntüler için medyada karartma uygulanacak; olaylar bir kaç kendini bilmeze adreslenecek, Ergin Ataman'a açıklamalarından ötürü yüklenilecek.. Baksanıza tarafsız (!) ntvspor.net olayı Şampiyon Efes Pilsen başlığının altında 3 satırla geçiştirmiş bile. O satırlardan biri de Ali Koç'un olayları önlemeye çalışması ile ilgili zaten..

Siz herkesi kör, aptal, gerizekalı mı sanırsınız?

Son söz olarak.. Tekrar tebrikler Efes Pilsen.. Belki de Euroleague'i kazanmaktan daha zor bir şeyi başardığınız için..

Devamı

Yolun Açık Olsun Servet Çetin..


Son gelen haberlere bakılırsa, Servet'in Marsilya'ya gidişi kesinleşti.

Servet adına çok sevindiğim, Galatasaray adına karalar bağlamadığım bir transfer oldu bu..

Galatasaray'daki 2 senelik sporculuk hayatında Servet bize bir çok şeyi kanıtladı. Ancak bunlardan en önemlisi, bu bloga başlarken yazdığım ikinci yazıda Dogma 1 başlığında (http://gianinsesi.blogspot.com/2009/05/galatasaray-2000-yilindan-beri-kotu.html) belirttiğim gibi, son yıllardaki Galatasaray taraftarlarında baş gösteren bir futbolcunun has Galatasaraylı olması gereklidir ve şarttır düşüncesini yıkan bir örnek olması oldu.. Tabii görmek isteyenler için..

Galatasaraylı olmayan, Galatasaraylı olduğunu hiç bir zaman deklare etme gereği duymayan, ama en ben Galatasaraylıyım diyenden, en ben altyapıdan geldim, ayrıcalıklı Galatasaraylıyım diyenden, en ben 21 yaşında ikinci kaptanlığı kabul etmem diyenden daha çok mücadele eden, bu forma için her şeyini veren bir portre çizdi Servet.. Ukalalık etmedi, çalıştı, sakatken özveride bulundu, hata yaptı; hatasından ders çıkardı, daha çok çalıştı, sahada o formanın hak vermeyeni ikaz etti, daha da çok çalıştı, 2008 yılı şampiyonluğunun Galatasaray adına en değerli oyuncusu oldu (bu sene Kocaelispor maçındaki sakatlığı olmasa, Galatasaray'ın yine şampiyon olmayacağını kimse söyleyemez..) ve hayallerini de hiç saklamadı..Avrupa'da oynamak istiyordu Servet..

Bu durumda ne yapabilirdi? Tabii ki daha önceki Galatasaray'dan geçmiş sahtekarların yolunu takip edebilirdi: Sene sonunda bitecek sözleşmesini önceden uzatmaz, gider Marsilya ile bonservissiz olarak gitmek üzere, kendisi de daha fazla para kazanmak üzere imza atardı.. Tabii bütün sene boyu, kimseyle görüşmedim yalanlarını söyleyerek..

Ama o öyle yapmadı. En büyük hayalim Avrupa'da oynamak, ama asla Galatasaray'a para kazandırmadan gitmem dedi ve devre arasında belki de en büyük hayaline ket vuracak olan imzayı attı; sözleşmesini uzattı Servet..

Adam gibi adam olmanın gerekliliğini bir kez daha gösterdi Servet..

Galatasaray cephesinden bakacak olursak; Galatasaray bugün, hafızam beni yanıltmıyorsa, bir futbolcu satışından kazanacağı en büyük meblağa Servet'i satıyor.. 360 Euro'ya aldığı oyuncu, kimilerine göre 8, kimilerine göre 10 milyon Euro bedelle gidiyor.. Bu kriz döneminde 28 yaşında bir defans oyuncusundan bu kadar gelir elde etmek büyük başarı. Değerini bulan her futbolcu satılır. Servet de değerini veren bir klübe satılmıştır ve Galatasaray rutin zincirin bir parçası olarak yerine bir başkasını koyacaktır.

Servet açısından bakacak olursak, önce Fransa'ya, sonra da tüm Avrupa'ya ne kadar önemli bir stoper olduğunu kanıtlayacağını, Şampiyonlar Ligi'nde çok önemli forvetlerin korkulu rüyası olacağını düşünüyorum. 11 çocuklu, Iğdırlı, çocukluğunda ayakkabı boyacılığı yapıp geçimini sağlamış bu büyük yürek, Marsilya sokaklarında el üstünde tutulmayı herkesten daha çok hak ediyor..

Yolun açık olsun.. Galatasaray'da vefa yok diye ağlayıp, yorumcu olduğunda Galatasaray'a düşmanı olmayı marifet sayanlardan daha büyük katkıyla ayrıldığın bu camia, seni unutmayacak..


Devamı

Galatasaray Adası'nın durumu üzerine..

Dünyada Galatasaray gibi elindeki malı mundar eden bir başka topluluk daha yoktur diye tahmin ediyorum..Bu futbolcu alım-satımında da böyledir, sahip olunan gayrimenkullerde de böyledir, en basitinden piyasaya sürülen GS Store ürünlerinde dahi böyledir.

Eşi benzeri olmayan bir gayrimenkule sahip Galatasaray.. Kuruçeşme'deki Galatasaray Adası hepimizin bildiği üzere.. Lakin yıllarca bakımsızlıktan çürüme noktasına gelen bu Ada, daha sonraları Özhan Canaydın döneminde akıl almaz şartlarda farklı işletmecilere kiralandı. Özhan Başkan'ın Galatasaray'a attığı nice kazıktan biri olan bu kira anlaşması sonucunda, bugün Adada Fenerliler fink atıyor, İstanbul'un gece yaşamının belirli zümresi Galatasaray Ada'sında gününü gün ediyor ve ada artık SUADA olarak anılıyor.. "Nerdesin? Suada'dayım.." Şanlı Galatasaray adı, Ada'dan koparılmış durumda.. Bugün tüm yeni nesil, orayı SUADA olarak biliyor.. Sahip olduğu bir yerdeki ismin sökülüp atılmasına bile ses çıkaramayan, kendi adını korumaktan aciz yönetimlerin görev yaptığı 2002-2008 dönemleri düşünülünce çok da şaşılacak bir durum değil bu..

Asıl şaşılacak olan, bugün LİG Radyo'da Mehmet Ayan'ın programına bağlanan Galatasaray Divan Kurulu ve Kongre Üyesi Hayri Kozak'ın anlattığı üzere Ada'nın işletmecisi Reina'nın sahibi Mehmet Koçarslan'la yapılan anlaşmanın şartları.. Hayri bey'in belirttiğine göre, "eski bir başkanın ricasıyla" Galatasaray'ın işletmeci ile olan anlaşması zam olmaksızın 4 sene daha uzatılmış..

Sıkı durun.. Kaç paraya?

Yıllık 400 bin dolara..

Evet, Galatasaray Spor Klübünün, eşsiz güzellikteki bu varlığından yılda kazandığı miktar bu.

Hayri bey'in verdiği örnek üzerinden yola çıkılırsa, Boğaz'daki 5 yıldızlı otellerde sadece bir düğün için fatura edilen miktar 70-75 Euro arasında değişiyor.. Hal böyleyken, Galatasaray Spor Klübü, sadece 5-6 düğünle çıkarılabilecek bir miktara, bir seneliğine Ada'yı kiralıyor, adını ve kimliğini kaybediyor ve herşeyden önemlisi Galatasaray'ın dokusuna zarar veriyor.

Bugün Galatasaray Adasına gidildiğinde hissedilen burasının Galatasaray'a ait olması değil.. Hissedilen, Boğaz'da peşi sıra bulunan trendy mekanlardan birinin daha içinde olmak.

Galatasaray bu kadar kötü yönetilmeyi, elindekini çarçur etmeyi, var olandan minimum getiriyi elde edecek adımları atmayı ve ahbap-çavuş ilişkilerine göre yönlendirilmeyi HAKETMİYOR!

Tüm Galatasaraylıların küfür ettiği Aziz Yıldırım'dan bazı konularda bazılarının öğreneceği çok şey var.. Birincisi ve en önemlisi: Fenerbahçe için babasının oğlunu bile dinlemeyen, Fenerbahçe'nin haklarını en üstte tutan, 21. yüzyıla çok uzak olan "bizim ahbapa yardımcı olalım" felsefesinden çok uzak olan bir anlayış.. Belki antipatik, ama kendi klubü için bulunmaz nimet..

Galatasaray'ın bir an önce bu anlayışa ulaşması için tüm uyarı mekanizmalarının harekete geçirilmesi gerekiyor. Zira bu durum bir teknik direktörün gelip gitmesi, bir futbolcunun alınıp satılmasından çok daha önemlidir..

Devamı

Kondüsyoner sahibi olmak..

Bir futbol takımı için iyi bir kondüsyoner sahibi olmak, bana göre balık tutmak için olta sahibi olmak kadar elzem bir husus. Özellikle futbolun Avrupalıların yanılgılarının aksine teknik değil de, tamamen fizik güce dayalı, itiş-kakışla oynandığı Türkiye Ligi'nde iyi bir kondüsyon sahibi olabilmek, şampiyonluğa giden yolun ana taşlarından birini oluşturuyor..

Lucescu zamanındaki İtalyan kondüsyonerimizin (Giovanni miydi adı?) yaptığı katkı, Daum'un ekürisi Roland Koch'un dillere destan kondüsyon yüklemeleri (ayurveda iğneleri?), bu sene Beşiktaş'ın kondüsyoneri Stefano Marrone'nin takıma yaptığı gözle görülür katkıyı düşününce, bu mevkide başarılı bir ismin yer almasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlayabiliriz.

İşte Galatasaray, uzun bir süre sonra, çok önemli bir ismi takıma bu görevi üstlenmek üzere getirdi. Tam adı Albert Roca Pujol.. CV'sini muhtemelen gazetelerde okumuşsunuzdur bugün. Sadece şunu söylemeliyim; Barcelona Blanquerna Üniversite'sinde Fiziksel aktivite ve spor bölümünde profesör olan ve İngilizce, İspanyolca, Katalanca, Fransızca, İtalyanca ve Portekizce olmak üzere 6 dil konuşan bu ismi Türkiye'de bu CV ile bir şirkete CEO yapabilirler!

Albert Roca, 5 senelik Barcelona deneyimini Galatasaray'a uygulamaya çalışacak. Uzun zamandır ciddi idman yememiş, Lincoln'ün bile kendi kondüsyonerini getirme ihtiyacı duyduğu bir klüpte, ilk başta futbolcuların kaşlarının kalkmasına sebebiyet vereceği aşikar.. Ancak sene sonunda, en az sakatlık yaşayan, 80. dakikadan sonra maçları en çok çeviren takım olan gibi istatistikleri yakaladığımızda hepsi Roca'nın değerini anlayacaklar..

Umarım rüya gibi üçlü ile (Rijkaard -Neeskens - Roca), rüya gibi bir futbol oynamanın temellerini atabiliriz..

Not: Albert Roca'nın özgeçmişine burdan ulaşılabilir: http://www.albertroca.com/de/curriculum-vitae/
Devamı

Fotospor'dan..

"Londra'da büyük sıkıntı yaşayan Fildişili Drogba’nın; Anadolu yarımadasında yeşillikler içinde bir yıl yaşayarak Avrupa’ya fırtına gibi dönüp, eski günlerine kavuşmak için bu teklifi değerlendirmeyi düşündüğü bildirildi."
Devamı

Efsanelere Saygı

Artık herkes Avrupa Futbolunu takip ediyor. Yıllar önce o muhteşem jenerik müziğiyle haftada bir akşam bizi televizyon önüne kitleyen bir adet Avrupa'dan Futbol programı yok. Çorum'daki kahvede oturan abi bile, belki ismini doğru telaffuz edemese de, Sochaux'da, Hoffenheim'da kimlerin oynadığını biliyor, zira İddaa oynuyor.

Dolayısıyla Avrupa Futbolunu takip etmek artık marifet değil.

Asıl marifet güzel olanı uygulayabilmek. Hani o Uğur Meleke'nin çiğliğinde, şampiyon Fenerbahçe'yi Galatasaray alkışlasın şeklinde kendine yontulmuş toplum mühendisliği ile değil.

Ama böyle..

Real Madrid'in önemli imzalarında hep eski efsanesi Di Stefano'nun yer aldığını ve formayı O'nun verdiğini görürüz klübe yeni gelmiş
genç oyuncuya.. İşte bu güzel uygulamayı, bugün itibariyle Galatasaray da başlattı.. Yaşı Cumhuriyetle yaşıt, eski futbolcularımızdan Bülent Eken, bugün imza atan Mustafa Sarp'a formasını veren efsane oldu..

Haldun Üstünel'in söylediğine göre, bu uygulama diğer imzalarda da devam edecek.

Böylece hem eski efsaneler onore edilecek, genç nesiller de Onları tanıyacak, hem de Galatasaray'ın geleneklerine bağlılığı henüz o klübe yeni gelmiş oyuncuya hissettirilecek ve O'na bir gün sen de bu
kişinin yerinde olabilirsin hedefi çizilmiş olacak.

Bu güzel uygulamayı getiren Galatasaray Yönetim Kurulunu tebrik ediyorum..
Devamı

Hangisi Kazanacak?



Bence ikisi de şimdiden bir şeyler kaybetti..

1. Mehmet Topuz sözünden dönmez ve 1 sene oynamamayı göze alıp Beşiktaş'a giderse --> 
Beşiktaş kazanır, ancak bu sene oynatabileceği bir oyuncuyu 1 sene geç oynatarak kaybeder. Fenerbahçe prestij kaybeder, taraftarı yukarıda koyduğum noktadayken aldığı bu darbe ile psikolojik olarak kaybeder. 
Mehmet Topuz bir senesini kaybeder. 
Kayserispor da 1 sene sonra bedelsiz serbest kalacak oyuncusundan beş kuruş para kazanamayacak kaybeder.

2. Mehmet Topuz sözünden döner ve Fenerbahçe'ye imza atarsa --> 
Beşiktaş prestij kaybeder; taraftarı şampiyonlukla ele geçirdiği psikolojiyi kaybederek burulur.
Fenerbahçe kazanır, öte yandan defaatle Beşiktaşlıyım ve orada oynayacağım diyen bir oyuncuya sahip olmaları camianın içini rahat ettirmez.
Mehmet Topuz kendisinden nefret edenlerin çokça olduğu bir camiaya giderek sevgisiz bir ortamda top oynamaya başlar.
Kayserispor para kazanır, Beşiktaş'ın nefretiyle birlikte..

Bakalım ne olacak?
Devamı

Sabır Sabır Sabır


Tüm forumları geziyorum, uzun yıllar sonra ilk kez Galatasaraylılarda sezon öncesi çok pozitif bir hava var. Uzun yıllar sonra ilk kez bir hocanın arkasında bu kadar birleşildi.. 
Bunlar çok değerli şeyler. 
I. Fatih Terim döneminden itibaren kaybettiğimiz şeyler.. 
Sürekli hocalar konusunda bölünen, bu sinerjiyi her ortamda hissettiren Galatasaray camiası, bunun başarısızlıklarda çok önemli bir faktör olduğunu bir türlü kavrayamadı. Çoğu zaman Hıncal Uluç'un bir teknik adamı korkaklıkla, bir diğerini gençlere yeterince değer vermediğini söylemesi dahi yetti homurdanmaların yükselmesi için..(Yakındır kendisinin Rijkaard abartıldığı kadar büyük bir hoca değil, ben olsam o parayı O'na vermem demesi..)
Ancak ilk kez, Galatasaray taraftarı A'dan Z'ye güvenmek istediği, inanmak istediği, geçmişi buna olanak tanıyacak, bembeyaz bir sayfa vaadeden bir hocayla tanıştı..
İşte gün, bugündür.. 
Rijkaard'ın oynatmak istediği oyunun sonucu bizi nerelere getirir, hepimiz tahmin edebiliyoruz. Sabrın sonunun meyvesinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz..O yüzden o Kızıl Elma'ya ulaşana dek, Rijkaard'a destekten asla vazgeçmemeliyiz. Her türlü sabrı göstermeliyiz. 
Lütfen bu sefer, oydu, buydu, şuydu diye bölünmeyelim.. 
Yekpare bir şekilde Rijkaard'ın bizi sürükleyeceği güzel futbol ülkesine yolculukla O'na yardımcı olalım..
Devamı

Rijkaard'in Basın Toplantısından İzlenimler

Rijkaard'ın basın toplantısından izlenimlerimi sıcağı sıcağına yansıtayım:

  • Galatasaray'ı inanılmaz benimsediğini, buraya gelmeyi çok istediğini satır aralarında, alakasız sorulara dahi klübün büyüklüğü ve tarihinin altını çizerek verdiği cevaplarla gösterdi. Bu çok önemli. Sadece para için buraya gelmediğini, yeni bir "challange"'a isteyerek ve tutkuyla başladığına dair bir gösterge. 
  • Henüz futbolcuların hemen hemen hiç birini tanımadığını ve herkesin kendisiyle temiz bir sayfa açacağını söyledi. Yani şu oyuncu sorunluydu, bu oyuncu sakattı; böyle şeylere değil, gördüğüne önem verecek ve ona göre hareket edecek.
  • Benzer bir şekilde, oyuncunun milliyetinin, isminin değil, oynadığı mevkiinin ve yaptığı işin önemli olduğunu söylerken, kafasında bir oyun planı olduğunu ve oyuncuları o plana göre seçeceğini söyledi. Bu da demektir ki, pragmatik yöntemlerle oyuncuya göre sistemle başarıya ulaşmaya çalışmayacak Rijkaard. Bunun yerine belki biraz da zaman alacak olsa da, kafasındaki futbolu sahaya yansıtmaya çalışacak.
  • Basın mensuplarına verdiği cevaplarda çok olgun ve zekiydi. Basının aptalca sorularında dahi sıkılmadan, en üsturuplu cevapları verdi. Örneğin, tuzak bir soru olan, yönetimin siz gelmeden önceki transferleri hakkında tasarrufunuz ne olacak sorusuna, bunun kadar doğan bir şey yok, klüpler geleceğini düşünerek hareket etmek zorunda. Ben dün burda değildim, bugün burdayım, ne olacağını bilemezsiniz hayatta. O yüzden kişilere bağlı transfer yapamazsınız diyerek hem basını taca çıkardı, hem de yönetimle birliktelik sergiledi.
  • Her manada çok büyük bir karizma olduğunu her cümlesinde gösterdi. Oyuncuların kendisine büyük saygı duyacağına eminim.
  • Yardımcıları konusunda henüz son nokta konulmamış, umarım Neeskens'de bir pürüz olmaz. 
  • Son olarak, basın toplantısının yapıldığı yer ve organizasyon çok kötüydü. Böyle bir isme daha şaaşalı bir tören yakışırdı. 
Devamı

Sen Kimsin?

Her fırsatta Galatasaray'a boyunu aşan laflarla saldırırsın.. 

Senelerdir Anadolu'nun mali açıdan en kuvvetli takımını 7.liği başarı gören bir takım olmaktan öteye taşıyamazsın, ama yine de böbürlenirsin de böbürlenirsin..

Şimdi de iki büyük camiayı Mehmet Topuz transferiyle yine birbirine düşürüp, beylik açıklamalarla kendini ön plana çıkarırsın..(Bunu yaparken dahi yine Galatasaray'a sallarsın..)

Sen kimsin be adam? Kendini ne sanıyorsun? Ne başardın Türk futbolu için? Türk futbolunun kitabını sen mi yazdın? Çapın nedir? Haddin nedir?

Galatasaray'ın bu adamla değil masaya oturması ileride herhangi bir futbolcu için, muhatap kabul etmemesi lazım herhangi bir organizasyonda.. 

Seni takip etmeye devam edeceğim Süleyman Hurma..
Devamı

Rijkaard'dan beklentiler

İsmen çok ama çok büyük bir transfer oldu.. Galatasaray'ın belki de Derwall'den sonra en çok ses getiren teknik adam transferi.. Tüm dünyada ajanslarda bir numaralı spor haberi olarak geçirilecek kadar büyük bir transfer.. 

Lakin hepimizin bildiği üzere, isim her zaman başarının garantisi değildir.

Bu Rijkaard için de öyle olacak. 

Hatta muhtemelen ilk senesinde başarısız olacak. 

Ama iş asıl orada başlıyor. Eğer Galatasaray taraftarı, bize umut veren futbol oynatsın bir adam, biz şampiyon olmasak da sabır gösteriririz söylemlerinde samimiyse, işte gün bugündür.. Rijkaard'a sabrederek, yıllar boyu Galatasaray'ın futbol ekolünün yönleneceği bir Total Futbol anlayışına sahip olabiliriz..

Kolay mı olacak?  Pek tabii hayır..

Gelelim şimdi Riijkaard'in artılarına ve eksilerine: 

Yüksek egosu, kendini beğenmişliği, Hollandalılara özgü ne olursa olsun açık ve net herşeyi söyleyebilme karakteri ile bu yapıya alışmamış Türk oyuncuları avucunun içine alması zaman alacak.. Henüz Barcelona dışında başarıyı yakalayamamış olması ve Sparta Rotterdam'a küme düşürmesi başka bir soru işareti.

Öte yandan, kariyerinde kazanılabilecek herşeyi kazanmış olması nedeniyle futbolcuların büyük saygı duyacağı, taraftarın şimdiden bayram havasına girecek kadar arkasında duracağı bir ortama geliyor olması, yardımcılığını büyük futbolcu - büyük yardımcı Neeskens'in yapacak olması bu psikolojik eksilere cevap olabilecek artı özellikler.

Bir diğer faktör de, Hollanda futbol mantalitesinin Türkiye Liginde başarıyı en çabuk getiren mantaliteye, yani büyük takımlar hep ofansif oynamalıdır mantalitesine çok yakın olması. Benim hatırladığım, Türkiye'de büyük takımlara gelen ilk Hollandalı Guus Hiddink idi, ancak daha çaylak zamanlarıydı ve Fenerbahçe'nin Aydınspor'a 6-1 yenildiği sezona imza attı.. Daha sonra üç büyüklerde Hollandalı hoca yer almadı. Belki Benelüks ülkesinden olması babında Gerets bu kategoriye sokulabilir ve de başarılı geçirdiği sezondaki ofansif anlayış hatırlanabilir. 

Bu minvalde Rijkard'a sabredilirse, Galatasaray'ın her zaman oynamaya çalıştığı ofansif, göze hoş gelen futbolu oynamak için hiç bir engel yok.. 

Son olarak bir dip not vereyim: Beşiktaş'ın şampiyonluk kutlama gecesinde Rüştü Reçber, Telegol'e konuk oldu. Orda ismi Fenerbahçe ile geçen Rijkaard'i değerlendirmesini istediler. Lütfen yanlış anlamayın, yıldızımız barışmadı diye söylemiyorum ama bunca yıldır bu kadar çok hocayla çalıştım, gördüğüm en kötü teknik direktördü dedi.. Bunu da hatırlayalım. Galatasaray'da geçireceği süreçte Rüştü mü haklı çıkacak, yoksa o zaman yediği hatalı gollerde katıla katıla gülüp Rüştü ile alay eden Rijkaard mı?

Not: Bana futbolu sevdiren iki takımdan biri olan dönemin Milan'ının orta sahadaki dinamasu Rijkaard benim için Milan'lıdır. O yüzden Milanlı bir resmini koydum.
Devamı

Güçlü Futbolcu Golü Kendine Yazdırır..

2003 yılında Olimpiyat Stadında oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçını hatırlarsınız..

Hani 2-2 biten..

Hani 70 bin küsür kişinin geldiği ve derbi tarihinin seyirci rekorunun kırıldığı..

Hani Muhittin Boşat'ın son dakikada Luciano'nun eliyle blokladığı topa penaltı vermediği..

Hala mı hatırlamadınız?

O zaman hani Prates'in şutunda, Hakan Şükür'e göre düşünerek vurması sonucu, izleyen herkese göre ise kendisine çarpması sonucu ağlara giden topla bir golün geldiği, Galatasaray'ın Fenerbahçe maçlarında bulduğu nadir şanslı gollerden birinin olduğu maç dersem, kesin hatırlarsınız..

İşte konumuz bu golle ilgili.. Bu gol bildiğiniz gibi, Prates'e değil, Hakan Şükür'e yazılmıştı hemen.. Hala da kayıtlarda öyle yazılıdır. İtirazımız yok buna diyelim ve bu hafta Arda Turan'a yazılan ikinci golü inceleyelim.. Benzer bir şekilde Arda topa vuruyor, top ceza sahasının girişinde dolanan Nonda'ya çarpıp yön değiştiriyor ve ağlara gidiyor.. Gol Nonda'ya yazılmalı değil mi az önceki gole benzerliği nedeniyle?

Hayır tabii ki, Nonda kollarını açmış sola doğru koşarken, kameralar O'na dönmeye bile tenezzül etmeden sağa koşan Arda'ya dönmüştü bile.. Biraz sonra da hoparlörden Turan soyadının anılması gecikmedi.. Kimse de golün kime yazılması gerektiğini tartışmadı bile..

Ee, bir çok alanda olduğu gibi, futbol da, güçlünün, popülerin hakim olduğu ve yüceltildiği bir alan.. O yüzden popüler isimler söz konusu olduğunda içtihat geçerli değil.. O zaman Hakan Şükür "düşünerek" atmıştır golü, şimdi de Arda Turan Nonda'ya çarptırmıştır bilerek.. Tabii yerseniz..
Devamı

Fenerbahçe'de II. Daum Devri

Henüz resmen açıklanmasa da, gelecek sene Fenerbahçe'nin başında Daum olacak. 

Eğer Galatasaray'a gelseydi, çok sevinirdim. Genel olarak beğendiğim, Türkiye'de çok haksız eleştirilere maruz kaldığını düşündüğüm bir teknik adamdır. Fenerbahçe'nin Roland Koch önderliğinde yine maçları 80. dakikalardan sonra çevirecek kondüsyona sahip olabileceğini ve de Daum'un en önemli özelliklerinden biri olaran duran top çalışmaları sonucunda yine eskisi gibi duran toplarda çok gol bulacağını öngörebiliriz..

Lakin, Galatasaray'a gelse çok başarılı olacağını düşündüğüm Daum'un, bu artılarına rağmen Fenerbahçe'ye gelişinde aynı oranda başarılı olabileceğinden emin değilim. Çünkü Daum Galatasaray'da bulabileceği "taze başlangıç" imkanını Fenerbahçe'de bulamayacak. Her hatasında, şu anda bile gelişine muhalif olanlarca yerden yere vurulacak, hataları abartılacak. Tıpkı Terim'in ikinci gelişinde Galatasaraylıların yaşadığı bölünme gibi..

O yüzden Daum, Avrupa başta olmak üzere, hiç hata yapmadan devam etmeli. Örneğin, I. Daum devrinde kendisine kaşların çokça kalkmasına sebep olan Avrupa'daki başarısızlığı nedeniyle, bu sene Avrupa Liginde bir başarısızlık, ligde başarılı giderken dahi, Daum'un senenin sonunu getiremeyeceği olayların başlangıcını oluşturabilir.

Bu manada, ligi tanıması anlamında en risksiz tercih gibi görülen Daum, bence Fenerbahçe için en riskli tercihlerden biridir.. Lige tam anlamıyla mükemmel bir başlangıç yapmak zorundalar ki, şu anda Daum konusunda bölünmüş taraftarları kendi arkalarında tek parça olarak toplayabilsinler..
Devamı

Bilica, 2005'te Konyaspor kapısından dönmüş..


Sadece Konya mı?

Habere bakılırsa Konyaspor'un yanı sıra Daum'lu Fenerbahçe'nin de kapısından dönmüş bugünlerin gözde stoperi..

Haber 11 Ocak 2005 tarihli Milliyet gazetesine ait. 


Daum'a sürpriz öneri

KONYASPOR'UN denemek için Türkiye'ye getirdiği ancak bu duruma karşı çıkarak Yeşil - Beyazlı takımın kampından ayrılan Brezilyalı Fabio Bilica, vatandaşları Alex ve Aurelio vasıtasıyla Teknik Direktör Daum'a kendini önerdi. Alman hoca ile yüz yüze görüşmek istediğini bildiren Sambacı, Sarı-Lacivertli takımın savunmasında görev alabileceği mesajını gönderdi. Daum'un Bilica ile konuşmayı kabul ettiği, Brezilyalı oyuncunun Başkan Aziz Yıldırım'a da ulaşmak için uğraş verdiği öğrenildi



Yıllar önce Hyppia'nın Samsunspor'da denendiği şehir efsanesini bilirdik; böylece Bilica'nın da yakın geçmişi hakkında bilgi sahibi olmuş olduk.. 

Not: Haberi bulan antu.com'da mcoskun34 nickli kişidir. Kaynağımızı da belirtelim.
Devamı