Avatar ve Javier Bardem


Öyle sinemanın tekniklerine çok hakim bir entel değilim. Ama çok iyi bir film izleyicisiyim; izlediğimi de dışarıdan etkilenmeksizin, bende yarattığı etkiler çerçevesinde değerlendiririm. Son günlerde oldukça yankı uyandıran Avatar'ı da bu gözle değerlendireceğim.

Avatar'ın bir kaç ay önce bir film öncesi fragmanını ilk gördüğümde, yine yapmışlar karışık-kuruşuk, bolca animatik, aptal bir film; kim gider buna diye düşünmüştüm. James Cameron'ın filmi çektiğini dahi bilmiyordum. Sonrasında Avatar gösterime girdi; teknolojinin imkan verdiği her yerden filmin muhteşem olduğuna, sinema tarihinde bir milat olduğuna dair yorumlar dinlemeye, okumaya başladım. Haliyle, kim gider bu filme dediğim filme gidenlerden biri ben olacaktım bu "word of mouth marketing" başarısıyla.

Filme öncelikle IMAX mi, real3D mi gidileceğine dair bir çok yorumu okuduktan sonra, çoğunluğun tercihi doğrultusunda real3D gitmeye karar verdim ve o şekilde salonda yerimi aldım.

Filmden çıktığımda, OK, zaman zaman sıkılsam da hoşça vakit geçirdim diye düşündüm. Ancak hissettiklerimin hiç biri, aman da bu bir milat, yapılmış en iyi filmlerden biri vs. şeklindeki duyguların paralelinde değildi. Efendim neymiş, yönetmen oyuncular üzerine konan vericiler sayesinde aynı anda çekip, animatik hallerini de görebiliyormuş oyuncuların da, falan da filan da.. Bu da bir milatmış.. İyi de banane! Yönetmen için milat olabilir; ama banane! Gerçekçilik artıyormuş; yahu gerçekten uzaklaşırken hikayen zaten sana bağlanmışız; iki tane na'vi gerçek gözükünce mi hikayen daha inandırıcı olacak?

Açıkçası, ben sinemanın içindeki animasyonlardan zevk alamıyorum. İstediğin kadar arttır gerçekliğini; bana tamamen örnek veriyorum, bir No Country for Old Men'deki psikopat Anton'u canlandıran Javier Bardem'in performansını yaratabilir misiniz? Bana 1970'lerde çekilmiş, en az bu hikaye kadar gerçeklikten uzak, Maymunlar Cehennemi serisinin tadını verebilir misiniz?

Bana veremezsiniz. Ama sinemanın bu animatik yanından keyif alanları da saygıyla karşılıyorum. Dediğim gibi, benimki tekniklerden şunlardan bunlardan ziyade, tamamen izlediğim filmin bana verdiği zevk ile orantılı subjektif görüşler.

Bu manada Avatar'ın bu kadar abartılmasını, bilgisayar oyunları hastası, teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanan yeni neslin başarısı olarak görüyorum. Bu kadar animasyon dolu bir filmin, hikaye anlamında zaten vasatı aşamamasından ötürü de, Avatar benim tüm zamanlar listemde çok ama çok gerilerde kalır; belki de aklıma gelmez.

Sevenleri üzdüysem, affola!
Devamı

Yorumsuz


Sene başında şöyle bir topikte bu konuya değinmiştim: Tarih 24 Ağustos..
http://gianinsesi.blogspot.com/2009/08/iki-hafta-iki-yan-hakem-yan-hakemlerin.html

Sonrasında da böyle bir topikte: Tarih 26 Eylül..
http://gianinsesi.blogspot.com/2009/09/yan-hakemlerin-sampiyonu-fenerbahce.html

Sonrasında da bu topikte derlemiştim her şeyi: Tarih: 6 Aralık..
http://gianinsesi.blogspot.com/2009/12/fenerbahcenin-hakk-gercekten-yendi-mi.html

ve şimdi tarih 21 Aralık.. ve yukarıdaki resim..

Ne dersiniz? Sezon sonuna kadar benzer referanslarımız çoğalacak gibi sizce de değil mi?
Devamı

Kuddusi'nin ele çarpan toplara farklı yorumları..


Tarih 20 Aralık 2008. Yer Konya. Maç Konyaspor-Fenerbahçe. Henüz Anelka'nın el yardımıyla attığı golün izleri Konya'da silinmemişken, bir başka elle atılan gol gerçekleşiyor Konya'da. Yandaki resimden hatırlayacağınız üzere, kaleci Oğuzhan'dan sekip yakın mesafeden kollarını açmış olan Önder'e çarpan top ağlara gidiyor, gole nasılsa sayılmayacak diye Önder Turacı dahi sevinmezken, hakem Kuddusi Müftüoğlu orta noktayı gösteriyor şaşkın bakışlar arasında..

Peki diyelim, Kuddusi Müftüoğlu'nun standardı bu. Yani bu tarz pozisyonlarda, yani yakın pozisyonda istemsizce ele çarpan topları devam olarak değerlendiriyor diyelim ve virgülü koyup bugün oynadığımız maça dönelim.

Maçta henüz ilk yarı. Soldan Caner'in ortasına Arda ayağıyla vurmak için hamle yapıyor, top zamanlama hatasından ayağından sekiyor ve omzuyla kolu karışık bir noktaya çarpıp ağlara gidiyor. Bu pozisyonun Önder'in gol sayılan pozisyonundan farkı var mı? Arda elle oynama niyetinde değil; top tamamen sekerek istemsizce anlık olarak hızlı bir pozisyonda çarpıyor ve ağlara gidiyor. Maçın hakemi, yine Kuddusi Müftüoğlu; hemen Önder'in pozisyonunu hatırlayıp gol diye sevinirsiniz değil mi? Nasılsa standard sahibi hakemimiz Kuddusi, yine gol kararı verecektir.

Ama hayır.. İlk yarıyı, bir takım atak yaparken, 44:56'da bitirip, niyetini gösteren Kuddusi, keseri yine yanlış tarafa doğrayıp, golü iptal ediyor..

Şaşırdık mı? Hiç şaşırmadık. Bunların ağababası Oğuz Sarvan ordayken de, hiç şaşırmayacağız..
Devamı

Keita varsa, her şey olabilir..


Abdul Kader Keita'yı galiba en iyi anlatan cümle bu.. Açıkçası, Keita sahadayken benim içimde her zaman bir umut var. Her an bir şeyler yapabilir, sonucu değiştirebilir düşüncesini yaratan bir oyuncu. Hayır, hayır, bu yıldız futbolcular için söylenen klişelerden değil; hani "kardeşim, adam araya bir top yapar, bir şut çeker, yıldız oyuncuyu sahada tutacaksın" yargısı değil yani.. Keita'nınki bambaşka bir şey. Sanki bu adam istese maçı zaten bir şekilde alır hissi vermesi..Yahu Keita'ya gelirse, durduramazlar nasılsa düşüncesi..Tıpkı bir uzaylı gibi..

Bu nasıl bir yetenektir?

Peki Keita neden Türkiye'de? Bence kendisinden bir kaç kat daha fazla yetenekli olduğu Ribery on milyonlarca Euro edip, Real Madrid'ler için adını geçirirken, bu sihirbaz neden Türkiye'de?

İşte bu noktada, oyun zekası dediğimiz hadise ön plana çıkıyor. Ribery, yetenek olarak gerideyken, oyun zekası olarak Keita'nın fersah fersah ötesinde. Keita'nın örneğin bu yetenekleriyle, sezonun ilk yarısını 7-8 gol, yaptığından 7-8 fazla asistle bitirmesi gerekir. Ancak son noktada, o öldürücü son pası her zaman yapamıyor. Sert kesmeler, her zaman sonuç getirmiyor.

Antalya maçından sonra, üst üste ikinci maçta da galibiyeti getiren asisti yapan oyuncuya neden böyle diyorsun diyenler olabilir. Diyorum, çünkü isyan ediyorum. Hayatımda bu ülkede gördüğüm en yetenekli oyunculardan birinin, Galatasaray'ıma tek başına şampiyonluğu getirmesini istiyorum ikinci yarı. Zira bu kapasitesi var. Zira bu yetenekleriyle başa çıkacak defans sistemleri, oyuncuları yok Türkiye'de..

Seni Galatasaray formasıyla izlemek zevk; seni o delidolu tabanca halinle Şampiyonluk kupasını kaldırırken izlemek daha da büyük zevk olacak inşallah..
Devamı

Antalya Belediye Başkanının alkışından, bir sonraki yerel seçime projeksiyon..


Antalya'da yaşamıyorum. Antalya'ya uzun zamandır gitmedim de. Ancak Antalya'da yer alan dostlardan, Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'ın henüz şehre Belediye Başkanı olarak katkısının görülmediğine yönelik yorumlar duyuyordum.

Bu tarz yorumların, özellikle de yerel siyasette, çoğunlukla güdümlü, çoğunlukla yönlendirilmekten öte ortaya çıkan yorumlar olduğunu bilirim. O nedenle, Mustafa Akaydın'a yönelik bu yorumları pasif olarak beynimin bir yerine yazmıştım.

Son Antalyaspor-Galatasaray maçında, 3. Galatasaray golünden sonra Mustafa Akaydın'ın sevinçle alkışlamasından sonra, emin oldum: Gelecek yerel seçimde, Mustafa Akaydın kazanamaz! Hayır, elbette basit bir alkışın bir sonraki seçime kadar yansıyacağı gibi aptalca bir yorum yapmıyorum. Benim söylediğim, Mustafa Akaydın'ın siyasetçi olmaktan öte, halkın nabzını tutmaktan bihaber bir teknokrat oluşu ve bu yapısıyla siyasetin çok daha acımasız yaşandığı yerel platformda, asla başarıyı yakalayamayacağıdır..

Hele ki, arkasında bıraktığı isim, Antalya gibi medyanın çok da içiçe olmadığı bir şehirde dahi, Medyanın büyük kısmını arkasına alacak kadar PR çalışmaları kuvvetli olan, halka sevimli gelen Menderes Türel ise.. ve hele ki, siz daha devir-teslim töreninde "yuh-yuh soyanlara" şarkısıyla kendisini uğurlamışsanız belediyeden; o zaman toplum önündeki hareketlerinizde daha dikkatli olmanız beklenir. Temsil ettiğiniz kentin takımı, gol yediğinde, çılgınca sevinemezsiniz örneğin kameralar önünde! Hele de Türkiye'de.. Hele de kendi partiniz, Trabzon'daki bir önceki seçimleri, Tayyip Erdoğan'ın Trabzonspor'a yönelik ifadeleri nedeniyle kazanmışsa..En azından bunun analizini yapmanız sizden beklenir.

Siyaset, en nihayetinde, ne hizmet yaparsanız yapın, onu ne şekilde gösterdiğinizle başarı çizgisini belirleyen bir olgudur.. Bu anlamda Mustafa Akaydın'ın, ağzıyla kuş da tutsa, bu yapısıyla halkın sempatisini kazanabileceğine inanmıyorum. Dolayısıyla tepki oylarıyla kazandığı bu başkanlığı, bir sonraki seçimde muhtemelen bırakacaktır. ve bırakırsa da, bu bırakışın etkisi, 1994 yılında İstanbul'da, "bu sosyal demokratlar da hizmet getiremiyor" algılanışı ile İstanbul'u bırakan Nurettin Sözen gibi olur. Antalya bir daha sosyal demokrasiye yol vermez uzun süre.. Umarım yanılırım..
Devamı

Harold "Harry" Kewell


Bilenler bilir, 22 senedir Galatasaray'ı tutkuyla takip ediyorum. Çok oyuncular geldi, geçti. İz bırakanları oldu, sevdiklerimiz oldu, nefret ettiklerimiz, adını anmak istemediklerimiz oldu. Ancak pek azı, ulan Allah ömür verir de yaşarsam, ileride torunlarıma anlatacağım seni deme sıfatına erişti.

İşte Harry Kewell, bu az sayıdaki ismin son halkası. Bir 50 sene sonra, Galatasaray'da bir Harry Kewell vardı; bu adam öyle bir futbolcuydu ki, Galatasaray için sol açık, sağ açık, forvet arkası, forvet oynadı, hatta çok kritik bir Avrupa deplasmanında stoperi atılınca takımımızın, yedekte stoperi olmayan teknik adamımız çaresizce etrafına bakınırken, elini göğsüne vurup, ben defansa geçiyorum deyip, stoper oynadı; yetmedi, bir sonraki maçta da stoperde oynayıp, aynı maçta bir de penaltıdan gol attı; şövalye gibi adamdı, sahaya çıktığında Galatasaray seyircisi böyle bir futbolcuya sahip olduğundan gurur duyardı; adam gibi adamdı, takımın en yıldız oyuncularından biri olmasına rağmen, arkasında büyük bir kariyer olmasına rağmen, 22 yaşındaki bebelerin kaptan olduğu ortamda gık çıkarmaz, işini yapardı; sahaya en kötü oynadığı maçlarda dahi ruh koyar, şampiyonluğu herkesten çok isterdi; adına şarkılar söylenir, "Kewell for Galatasaray" deyişi içimizi pır pır ettirirdi diyeceğim torunuma..

Bu takımın olması gereken gerçek kaptanı.. O forma sana çok yakışıyor.. Herkes seni örnek alsın.. Tüm Türkiye'deki 6-15 yaş arası sporcular seni örnek alsınlar ki, Türk sporu bir yerlere gelebilsin..

Lütfen kal; sözleşmeni uzat.. Bu takımın sana daha çok ihtiyacı var Avustralyalı..
Devamı

Elano! Tek pas oynamayı Arda Turan'a öğret!


Arda Turan'a olan antipatim giderek artıyor.. Bu takım ne çektiyse, kendini en Galatasaraylı gören, klüp üzerinde tahakküm kurmaya çalışan futbolculardan çekti. Üzülerek görüyorum ki, Arda Turan da bu futbolcuların arasına adım atmış durumda.

Maç sırasında sürekli bir şeyler ispat etme kaygısında. Kafasında sürekli kırk düşünce dönüyor. Oynadığı oyundan zevk almıyor; zevk almaktan başka kaygıları var kafasında. Elimi şöyle kaldırırsam taraftara şöyle mesaj veririm; yüzümü böyle asarsam medyaya mesaj veririm; şurda şu şutu çekersem, yanımda benden müsait Elano anlar ki bu takımın lideri benim.. misali, bir sürü tilki dolanıyor kafasında.

Bu düşüncelerle dolu bir beynin, Allah'ın kendisine verdiği o muhteşem yetenekleri düzgün kullanmasına imkan yok.

Bu anlamda, en kötü oynadığı dönemde dahi 5 maç üst üste dökülse de 90 dakika oynatılsın dediğim Elano, yavaş yavaş ön plana çıkmaya başlıyor. Zira, Elano'nun kafasında hesap yok! En müsait kimse, o anda yapılması en BASİT ve en DOĞRU hareket neyse, onu yapmaya çalışıyor. Doğruyu yapmaya çalışırken yine hata yapabilirsiniz, ama önemli olan doğruyu hedeflemektir. Arda Turan bir kontratakta kendi eksi etrafında dönüp, 10 kişiye çalım atıp 1 metre ilerleyememişken, Elano tek pasıyla tüm oyunun yönünü değiştiriyor, oyunculara alan açıyor.

Geçen hafta, tam 3 pozisyona girmişti Elano. Şanssızlık olarak girmedi. Ancak bugün itibariyle, yine girdi pozisyona ve bu sefer golünü ağlara bıraktı. Daha da bırakacak. Yeter ki, kafasında kırk tilki dolaşan Kurtlar Vadisi raconcuları, Elano gibilerinin ayağını kaydırmaya çalışmaktansa, bu adam nasıl basit oynuyor, neden bu adam 40 küsür kez Brezilya Milli takımında oynamış, neden ben yazın rezil barlarda gezip tozacakken, bu adam Güney Afrika'da Dünya Şampiyonluğuna oynayıp Kaka'sıyla, Robinho'suyla yarenlik edecek, analiz etsinler.

Emin olsunlar, bunu becerebilirlerse, kendileri de yücelir; o çok sevdikleri mesajını vermeye çalıştıkları Galatasaray da!
Devamı

Fenerbahçe'nin hakkı gerçekten yendi mi?


Dün akşam bir Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım klasiği izledik. Kötü gitmeye başladıklarında, klasik gündem değiştirme çabaları ve camialarından kendilerine yönelecek tepkileri bir paratoner misali savuşturacak üniteler oluşturmak adına Federasyon ve hakemlere giydiren bir Aziz Yıldırım portresi..

Dokunsanız ağlayacak şekilde yapılan sert konuşmanın nasıl bir ceza getireceği soru işareti. Hatırlatalım; tüm zamanların en Fenerbahçe güdümlü ve en çapsız Federasyonu olan Mahmut Özgener Federasyonu Adnan Polat benzer açıklamalar yaptığında ceza vermeyi geçtim, anında basın açıklamasıyla cevap vermişti Galatasaray Spor Klübüne.. Bu manada verilecek cezanın takipçisiyiz.

Öte yandan, önce Beşiktaş maçında verilmeyen penaltı, sonrasında Kasımpaşa maçında 2-1 mağlupken yedikleri 3. goldeki ofsayt ve Eskişehir maçında penaltı olduğu iddia edilen duran toplarda ceza sahası içinde yaşanan pozisyonlardan sonra bu kadar ağır açıklamalar yapan Aziz Yıldırım'ın klübü Fenerbahçe'nin sahiden hakkı yenmiş midir ligin geride kalan zamanında? Gelin hep birlikte inceleyelim ve kötü oynarken dahi 8'de 8 yaptırılıp şampiyonluk yarışının içinde tutulan Fenerbahçe'nin hakemlerle kazandığı puanlara göz atalım.

2. Hafta:

Fenerbahçe - Sivasspor: Maç 70. dakikaya kadar 0-0 gidiyor. Fenerbahçe aradığı golü bir türlü bulamıyor. Sivasspor'un da Fenerbahçe'nin yüklendiği dakikalarda etkili kontrataklar bulduğu dakikalar. Ancak o da ne? Emre'nin pasında net ofsayt pozisyonda yer alan Colin Kazım vuruyor, top kaleciden dönüyor, tekrar tamamlıyor ve Fenerbahçe 1-0 öne geçiyor. Bu kritik dakikada öne geçen Fenerbahçe, sonrasında dağılan Sivas karşısında önce Emre'nin direk kornerden golü, sonra da 91. dakikada Santos'un golüyle farka gidiyor. O dakikada golü bulup maçı koparmalarını sağlayan ise hakem Mustafa Kamil Abitoğlu oluyor..

3. Hafta:

Diyarbakırspor - Fenerbahçe: Maçta Diyarbakırspor 20. dakikada Tazemeta'nın golüyle 1-0 öne geçiyor. Fenerbahçe miskinler ordusu gibi, Diyarbakırspor ise maçı domine ediyor. O dakikalarda yine Tazemeta kaleci ile karşı karşıya yüzde yüz pozisyonda kalırken, yardımcı hakemin hatalı ofsayt bayrağı ile pozisyon kesiliyor. Diyarbakırspor büyük ihtimalle 2-0 öne geçecekken, Fenerbahçe dönen topta Gökhan Gönül ile beraberliği buluyor..Sonrasında ikinci yarı Diyarbakırspor seyircisi sahaya herşeyi atıyor, evsahibi takım oyuncularının dengesi bozuluyor ve maç Fenerbahçe'nin 3-1 üstünlüğü ile sona eriyor..Maçın hakemi Suat Arslanboğa.


4. Hafta:

Fenerbahçe-Manisaspor: Belki de şampiyonluğa etki edecek maçlardan biri. Manisaspor Kadıköy'de beklentilerin üzerinde bir top oynuyor. Önce maç 0-0 iken, Fenerbahçeli Bekir'in Manisalı Ergin'i düşürdüğü net penaltı verilmiyor. 79. dakikada Fenerbahçe Güiza ile 1-0 öne geçiyor. Üstüne Manisa hemen golü buluyor, ancak net gol ofsayt gerekçesiyle sayılmıyor. Sonrasında Manisa 86. dakikada Ergin ile yine beraberliği yakalıyor. Maçın mutlak hakimi Manisaspor, hakemin ofsayttaki Semih'i görmediği pozisyonda 90+4. dakikada Semih'in ayağından gol yiyor ve maçı kaybediyor. Bir penaltısının, bir golünün verilmediği maçı, ofsayt bir golle kaybediyor yani. Maçın hakemi Tolga Özkalfa.

5. Hafta:

Bursaspor-Fenerbahçe: Son 3 haftada hakemlerle kazanan Fenerbahçe, zorlu Bursaspor deplasmanında. Hakemlerin yardımlarından cüret bulan Fenerbahçe futbolcuları, her pozisyonda hakemin tepesinde. Agresif futbollarını, hakeme aşırı itirazlarda da gösteriyorlar. Gökhan Gönül, Alex, Mehmet Topuz, Colin Kazım ve Lugano'dan en az biri kırmızı kart görmeliyken, herhangi bir cezai yaptırımla karşılaşmıyorlar. Alex'in hakeme arkadan omuz atması, Lugano'nun hakem sarı kart gösterdikten sonra alkışı pas geçiliyor. Colin Kazım'ın Volkan Şen'e attığı tekme ise sarı kartla geçiştiriliyor. Maç sonu hakem yorumlarında Fenerbahçeli futbolcuların nerdeyse yarısının kırmızı kart görebileceğinden dem vuruluyor.. Fenerbahçe'nin golünün başlangıcında ise yine ofsayt var. Alex, ofsayttaki Güiza'yi görüyor, bu futbolcunun şutu defanstan dönüp yine kendisinde kalıyor, O'nun pasında Alex topu köşeye bırakıp Fenerbahçe'yi 1-0 öne geçiriyor. Maçın hakemi: Deniz Çoban.

6. Hafta:

Fenerbahçe-İBB: Twente yenilgisiyle karışan Fenerbahçe, İBB önünde Wederson'un frikik golüyle ıkına sıkına galip geliyor. İBB'nin iki tane yüzde yüzlük gol pozisyonu hatalı ofsayt bayraklarıyla kesiliyor. Maçın hakemi: Hüseyin Göçek.

7. Hafta:

Antalyaspor-Fenerbahçe: Zorlu deplasmanda durum 1-1 iken, yan hakem Antalyaspor'un 3'e 1 pozisyonda yüzde yüzlük gol pozisyonunu hatalı bayrakla kesiyor. Sonrasında 90. dakikada komedi görüntülere girecek golle Semih durumu 2-1 yapıyor ve Fenerbahçe bir kez daha hakem yardımıyla sıçrıyor. Hakem: Yunus Yıldırım

10. Hafta:

Fenerbahçe-Galatasaray: 12. dakikada Alex'in golünde, Wederson orta yapıyor, Roberto Carlos 1 metre ofsayt pozisyonundayken aktif olarak bacaklarını açıp topun Alex'e gitmesini sağlıyor ve bu ofsayt golle 1-0 öne geçiyor Fenerbahçe. Sonrasında, 53. dakikada Alex ceza sahası içinde Leo Franco'nun elleri yerde sabitken ayağını takarak kendini yere atıyor ve bu yalan penaltıyla 2-0 öne geçiliyor. Maçın hakemi: Bünyamin Gezer.

Buraya kadar gördüğünüz gibi hakemlerle taşınmış bir Fenerbahçe var. Sonrasında Fenerbahçelilere göre şemsiyenin terse döndüğü kararlara bakalım şimdi de..

11. Hafta:

Kayserispor-Fenerbahçe: Maçı 1-1 beraberliğe getiren Kayserispor penaltısı, bana göre de ağır bir karar. Ancak, o pozisyonda Carlos'un Cangele'yi çekişi çok bariz. Pozisyonu ağır olarak gösteren Cangele'nin kendini yere atmak yerine, durması. Dolayısıyla bu pozisyonda aslında hakeme neden bu penaltıyı verdin diye sorulamaz.

13. Hafta:

Beşiktaş - Fenerbahçe: Maç 0-0'ken İbrahim Üzülmez'in Gökhan Gönül'e yaptığı hareket net penaltı. Sonuç, BJK 3 Fenerbahçe 0.

14. Hafta:

Fenerbahçe-Kasımpaşaspor: Maç 1-2 iken, Kasımpaşa'nın attığı gol ofsayt. Skor 3-1 Kasımpaşa lehine; ancak maçta goller hariç 9 net pozisyon bulan Kasımpaşa'nın galibiyeti sorgulanmayacak ötede ezici.

15. Hafta:

Eskişehirspor-Fenerbahçe: Maçta Fenerbahçeli oyuncular sürekli duran toplarda kendilerini yere bırakıyorlar ceza sahası içinde. Bu hareketler top oyuna sokulmamışken yaşanıyor. Hepimizin hatırladığı gibi, yıllar önce bir Fenerbahçe-Galatasaray maçında, şimdi ismini hatırlamadığım bir Galatasaraylı oyuncu korner sırasında yere indirildiğinde yorum şu olmuştu: Henüz top oyuna girmemişken yapılan bu hareket penaltı ile cezalandırılamaz. Aynı durum bu maçta yaşanan pozisyonlar için de geçerli. Lugano'nun indirilmesi daha net; ancak Bilica'nınkiler tamamen kendini yere atma. Öte yandan, maç 0-0 iken Bilica'nin Youla'yı indirmesi net penaltı ve kırmızı kart. Yani hakem ortaya hatalı kararlar veriyor..

Evet, gördüğünüz gibi koskoca 15 haftada Fener'in kazandığı onlarca puana rağmen, karşılığında hatalı kararlarla kaybettikleri sınırlı. Hatta o yüzden mi kaybettiler tartışılır; zira biri 3-0 kaybettikleri derbide bir penaltı (ki en fazla bağırabilecekleri pozisyon bu), diğeri ezildikleri ve 3-1 yenildikleri maçta skoru belirleyen gol.

Herkesin bildiği gibi Fenerbahçe camiası mağlubiyetleri sindiremez. Her zaman suçlu üçüncü şahıslardır. Aziz Yıldırım'ın çıkardığı savaş baltalarını da böyle yorumlamak gerekir.

Türk futbol camiası unutkandır. O yüzden böyle bir derlemeyi borç bildim.
Devamı

Coupet'nin kırılan ayağı ve yer reklamları..

Sanırım ilk Fransa Ligi'nde görmüştüm kale arkasında yerde yana yatık serili, 3 boyutlu gözüken reklamları..Bu reklamların sebep olduğu ilk sakatlık mıdır bilemiyorum ama dün gece PSG-Auxerre maçını izlerken gördüğüm yılların emektar kalecisi Coupet'nin ayak kırılma anı, bu reklamların oyuncu sağlığına yönelik etkilerini sorgulattı bana..

Bildiğim kadarıyla, İngiltere'de bu reklamlara izin verilmiyor. Öte yandan Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkemizde de bu reklamları görmek mümkün..

Yıllarca Lyon'da ter döktükten sonra bu sene PSG'ye gelen Coupet, sezonu kapamış oldu. Yaşı da göze alınırsa, Coupet'nin tekrar tam randımanlı futbola dönmesini beklemek hayalcilik olabilir.

Coupet'nin sakatlık anını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz..
Devamı

Ahmet Hakan Coşkun'un düştüğü hal..

Ergenlik dönemi bastırılmış geçen kimi sonradan üne, paraya, güce kavuşmuş kişilerde, ergenlik ve ilk dönemlerinde yaşayamadıklarının acısı sonradan çıkar.

Öyle ki, çok çalışıp, didinip, kendilerince omurgalı durmaya çalışıp oluşturdukları isimlerini, güce ulaştıktan sonra, bastırılmış duygularını kontrol edemedikleri için yerle yeksan ediyorlar..

Ahmet Hakan Coşkun da bu isimlerden biri. Görüşlerine katılırsınız, katılmazsınız; ancak Ahmet Hakan'ın kendi çizgisinde, Türk medyasının mihenk taşı programlarını yaptığını da inkar edemezsiniz.

İşte o Coşkun, hepimizin bildiği gibi uzun süredir mahallesini terketti. Buraya kadar kabul edilebilir bir durum. Lakin tamamen tesadüfen karşılaştığım, twitter'daki sayfasındaki "tweetleri" hakikaten "bu kadar da olmaz be hacı!" dedirtiyor..

İşte Ahmet Hakan'ın, kendisi gibi twitter'da olan, Ece Vahapoğlu'na (ki bu hanımefendi de ayrı bir yazı konusu olmayı hakediyor.. bu kadar çok şey yaptığını iddia edip, hiç bir şey başarmayan, bir nevi öğrenci klüplerindeki hırslı genç kız tiplemesi olarak..) belli ki, önce sataşmalarla yanaşma çabaları, adeta ortaokul günlerini hatırlatıyor, gülümsetiyor ve Ahmet Hakan'a acıtıyor..

Ah be Ahmet Hakan; bari sen ağırlığını korusaydın şu medyada..

  1. @ecevahapoglu "Eğer bende gönlün yok ise / Sen bana abi de ben sana bacı"
  2. Ece bana "abi" demiş. Kendisine sesleniyorum: "Amca deseydin bari".
  3. "Öteki" çıktığı günden beri huzurum yok... Kitapçılara gidip raflardaki bütün "Öteki"leri yırtıp parçalamak istiyorum...
  4. Ekranlara çıkıp "Kapalılarda da aldatma var" türünden ahkamlar kesmek istiyorum...
  5. Kitabı elime alıp "otomobil fuarlarındaki hostes kızlar" gibi pozlar vermeliydim.
  6. "Öteki" adlı romanı ben yazmalıydım. Kokteyl benim şerefime verilmeliydi. Yeşil elbiseyi ben giymeliydim. TV'lere ben çıkmalıydım...
  7. @ecevahapoglu İtiraf ediyorum: Kitabı elime aldığımda "Ah ulan bu romanı ben yazmalıydım" dedim ve o gün bugündür sana acayip kılım.
  8. Az zamanda çok işler başardım. Sabah iki yazı, öğlen iş yemeği, öğleden sonra iki röp. ve arada tweet. Bugün Ece Vahapoğlu gibiyim yani...
  9. @ozomik size de iyi bayramlar.
  10. Şu anda Ece Vahapoğlu'nu bile çok seviyorum. Bayram etkisi mi acaba?
Devamı

Cemal Nalga hadisesinden, Fenerbahçe'nin şanlı tarihinden bir yaprağa uzanalım..1951'e..


Literatüre Cemal Nalga olayı olarak geçen skandala, blogumda değinmedim şimdiye kadar. Ortalıktaki toz bulutu kalktıktan sonra, bu konu hakkındaki görüşlerimi belirtmek isterim.

Olayın münferiten meydana geldiği, tamamen iki - üç kişinin aymazlığı ve aptallığı ile gerçekleştiği malumken, bir anda Galatasaray'ın tüzel kişiliği üzerinde fırtınalar koparıldı. Rakip taraftarlar bu fırsatı kaçırmadılar; Galatasaray'ı sahtekarlıkla suçladılar.. Sanki hazırlık maçında elde edilecek bir galibiyet veya Cemal Nalga'nın herhangi bir maçta oynaması çok önemliymişcesine, Galatasaray'ca planlanmış bir aktivitenin parçası olarak göstermeye çalıştılar. Galatasaray içi dinozorlar ise hemen ayaklandılar; Galatasaray'ı 2002 yılında Gerileme dönemine sokanlardan sonra gelip, klübün üzerindeki ölü toprağını kaldıran, kasayı yeniden doldurmaya başlayan veya dolduracak somut projelere start veren mevcut yönetimi, burası Sarımsakspor mu ifadeleriyle eleştirmekten utanmadılar. Galatasaray'ı dolandırıcı Sahip Som'lara bulaştıran, Ribery skandalına imza atan, Galatasaray kız basket ve voleybol takımlarına küme düşürten, son 7 senede Galatasaray'ın 100 senede başardıklarını silip atarcasına Galatasaraylıların omuzlarını düşüren, Galatasaray tarihinin en kötü başkanının mal bulmuş mağribi gibi bu tarz söylemlere başlamasına aslında şaşırmadık; zira O'nun için önemli olan cemiyet hayatı, Galatasaraylıların bir küçük salondaki birbirleriyle ilişkileri idi. Koskoca Galatasaray klubünü her alanda başarısız yapın; ne gam! Klüp sokaktan değil, salondan yönetiliyor ya, o O'na yeterdi..

İşte bu atmosfer içinde, Galatasaraylılar klasik hatalarına düştüler. Şark düzeninin hala hakim olduğu, hata yapanın hatasının yanına kar kaldığı, birazcık bağırırsan yaptıklarını unutturabileceğin bir ülkede, hemen, suçluyuz, cezamız neyse razıyız, sorumlulara da gerekli cezaları verdik dediler.. Tüm Galatasaray taraftarları arasında ligden çekilelim söylemleri başladı. Ve bir anda Galatasaray camiası kendi kendine, olaylardan 104 yıllık Galatasaray Spor Klübünü sorumlu tutar hale geldi. Oysa, sorumlu, tamamen iki tane aptalca davranan adamdı.. Tamamen kamuoyu rüzgarlarına göre karar veren Ceza kurulları da, Galatasaraylıların kendi kendilerine yarattıkları bu atmosferde, cezaları buna göre kestiler..

Bense dediğim gibi bu olayın tamamen münferit, kişileri bağlayan bir hadise olduğunu düşünüyordum, düşünüyorum. Öte yandan, bu olay çıktığından beri ellerini ovuşturan, Galatasaray'a edilmedik hakaret bırakmayan karşı yakanın cengaverlerinin, geçmişlerinde nelerin olup bittiğini hepimiz biliriz. Türkiye'de televizyon yayınlarının olmadığı dönemlerde en çok şampiyon olan takımın Fenerbahçe olduğu, o dönemlerde ne olayların döndüğü hep kulaktan kulağa dolanır. O manada, herhangi bir klüpte bir sahtekarlık olduğunda, muadilini bulmak isterseniz Fenerbahçe'nin tarihine dönmeniz yeterlidir. Bu manada önümüzdeki tatil döneminde, gazete arşivlerinden Nalga olayının benzerini araştırmayı düşünüyordum.. ki.. Aybars Hünalp'in bugün Tercüman gazetesindeki yazısını görene kadar..Sayın Hünalp, beni büyük zahmetten kurtarmış ve de 1951 yılında gerçekleşen, Fenerbahçe'nin Galatasaray şampiyon olmasın diye, hükmen yenilmek için, başka klübe lisanslı iki oyuncuyu oynatma hadisesini bulmuş ve yazmış..

İlgili yazıya şu linkten ulaşabilirsiniz:


Ben de üşenmedim, 9 Nisan 1951 tarihli Milliyet gazetesi arşivlerini buldum. Resimlerden de görebileceğiniz gibi, Galatasaray'ı sahtekarlıkla suçlayanların dedeleri, Galatasaray komplekslerini o dönemlerde de kusuyorlar ve hükmen yenilmek adına dalavereler çeviriyorlarmış.



Hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür..Özellikle Türk kamuoyu, unutur. Allahtan böyle arşivler var da; ahlak timsaliymiş gibi ortada dolananların suratına çarpabiliyoruz.

Galatasaray Spor Klübü bu olayda iyi bir ders vermiştir. Sorumlular hemen görevden alınmış, kusursuz sorumlu yönetici ise istifa etmiştir. Aynı olay Fenerbahçe'de meydana gelse, değil böyle adımlar atmak, bu başvuruyu yapanların ne şerefi kalırdı, ne bir şeyi; üste çıkarlardı ve hatta öyle saçmalık mı olur, hazırlık maçında lisanslara bakılmamalı, yönetmelik değişmeli diye baskı dahi yapabilirlerdi (!)

Bu manada Türkiye'ye bu hata vesilesiyle de olsa, bir kez daha Batı'ya açılan pencerede nasıl davranılması gerektiğini gösteren Adnan Polat yönetimine teşekkürü borç bilirim..

Devamı

Galatasaray Tribünleri..

Bu sene kombine almadım.

Almadım zira, Kapalı'da her maç karşılaştığım manzara, beni adeta takımımdan soğutmaya başlamıştı. Beni Galatasaray'dan soğutacak herhangi bir şeyi anında keserim; o manada bu sene kombine almamaya ve maçlara gitmemeye karar verdim.

Neydi beni soğutanlar? Yeni nesil gençliğin, maçları, "maç öncesi deli gibi içme ritüeline" döndürmeleri; içmeyi bilmedikleri için, binlerce sarhoş insanın gergin bir atmosferde biraraya gelmesi; her maçta bir sürü kavganın çıkması; gelen taraftarın, abuk subuk arabesk besteleri söylemeyi marifet sayması; başarılı hareket yapan bir futbolcusunu alkışlamaktan aciz, sert oynayan bir rakibi, hatalı kararlar veren bir hakemi öfkesiyle doğduğuna pişman edecek tepkiyi koymaktan bihaber; anlamsız efsaneler yaratıp, takımına gerektiği noktada gerekli desteği vermenin, arman için oyna forman için oyna diye sarhoş sarhoş bağırmaktan daha çok armaya katkısı olduğunun bilincinde olmayan taraftarlarca Ali Sami Yen'in doldurulması gibi.

Stadyumdan uzak kaldıkça, bu kitleden uzak kaldıkça, bunları daha az göreceğimi düşündüm. Ama TV'de izlediğim her maç, beni yine o günlere götürdü..

Alın size yakın örnek.. Dünkü Manisaspor maçı.. Manisaspor bastırıyor, dakikalar olmuş 80 küsür.. Islıkla, rakibin üzerinde baskı kur; hakem sürekli fauller uyduruyor, başına çök. Dizleri titresin, öyle rahat çalamasın o düdükleri. Evsahibi olmanın ağırlığını kullan yani en nihayetinde..

Ama hayır, Galatasaray seyircisi, o aralar, yukarıdaki paragraflarda değindiğim, o gereksiz, altı dolu olmaksızın efsaneleştirilen tezahüratlarından birini söymekte.. "İçiyoruz sessiz ve kederli" diye...Evet, hani senden başka'dan bozma olup, You'll never walk alone ile karşılaştırılmaya çalışılan, sözlerinin çok da Galatasaray'ı yansıtmadığını düşündüğüm tezahürat...O tezahüratlar arasında, Manisaspor golünü atıyor, puanını alıyor ve Galatasaray da belki de şampiyonluk maçlarından birini kazanamamış oluyor..

Ama ne gam! İçiyoruz sessiz ve kederli nasılsa..

Bu yapıdan ötürü Galatasaray tribün liderlerinin suçlanması da bana çok mantıklı gelmiyor. Zira 10 sene önce, o harika baskının kurulduğu Ali Sami Yen'de tribün lideri, yine Sebo Reis idi. Yani lider kadrolar değişmedi. Değişen bütün yazı boyunca bahsettiğim genel profil. Bugün bir dostumun (Mözgül) çok güzel işaret ettiği gibi.. 2002 yılında tüm zamanların en iyi tribün performanslarından birini yaratan (PSV maçı) Galatasaray'ın üzerinden 7 sene geçti.. O zaman 12-15 yaşlarında olan ve maçlara gelmeyen çocuklar, bugün maçlara gelen ana kitleyi oluşturuyorlar.. Bu çocukların son 7 senesine bakın. Çoğunlukla hüsranla, Canaydın'ın getirdiği eziklikle, Fenerbahçe nefretiyle geçti bu seneler.. Bizim ilk gençlik yıllarımız gibi, 10 senenin 7'sinde şampiyonluk gören, Avrupa'yı sallayan Galatasaray'ı gören çocuklar değil bunlar.. Bunlar Galatasaray'ın gerileme döneminin çocukları..

Ve bu tribün performansı da onların eseri..

Galatasaray'ın bana göre en büyük sorunlarından biri, işte bu dünyadan habersiz, kendi ezik gündemine odaklanmış, sürekli düşmanlar yaratan, içip batıran, lümpen taraftar kitlesinin çoğunluğu oluşturmaya başlamasıdır.

Ben o yüzden çoğunluğun aksine, liderleri suçlamıyorum tribündeki..ve de Seyrantepe'ye geçilince de sırf bu yüzden bazı şeylerin değişmesinin çok zor olacağını düşünüyorum.. Umarım yanılırım..
Devamı

Analar ağlamayacak da kim ağlayacak diyen bir muhalefet..

Oy kullanma hakkımın olduğu tüm seçimlerde Cumhuriyet Halk Parti'sine oy verdim. Aileden gelen bir gelenek olmasının ötesinde, kafamdaki hayat görüşünü ülkemde hakim kılmasını istediğim partinin CHP olması hayaliyle.. CHP'nin içinde tamamen zıt düşüncede olduğum çeşit çeşit fraksiyonların olduğunun bilinciyle..

Evet, CHP'nin statükoyu destekleyen, Atatürk'ten nemalanmaya çalışan, en az en çiğ sağ partiler kadar boğazına kadar pisliğe batmış üyeleri/yöneticileri de vardı. Bunun bilincindeydim. Ancak, en son noktada, bu kişilerden arınmış CHP'nin kafamdaki aydınlık Türkiye hayalime en yakın projeyi sunabilecek kadrolarının olduğuna da inanmak istiyordum.

İşte bu umutların belki söndüğü, bana göre ise artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı nokta Onur Öymen'in Meclis'te yaptığı konuşma olmuştur. Son derece riskli bir siyasi manevra yapmakta olan, belki de siyasi geleceğini riske sokan ve Habur'daki görüntülerden sonra, bu manevrasının meşruiyeti kendi oy verenleri tarafından bile şiddetli tartışmaya uğrayan iktidarın, parayla verse yapamayacağı negatif propogandayı, tek bir sözcü, tek başına, sevimsiz söylemiyle başarmıştır. Türkiye'de yaklaşık 10 gündür gündem, Kürt açılımı özelinde iktidar partisi değil, Onur Öymen'in söylemi eşliğinde eleştirilen ana muhalefet partisidir..

Siyaseti, evrensel normları bir kenara bırakalım. Onur Öymen'in konuşmasını da bir siyasetçi değil, 17 yaşında bir delikanlı olarak bir lise bahçesinde yaptığını düşünelim.. Meali şu olan bir cümle taraflı tarafsız kimin tüylerini diken diken etmez? "Analar gerekirse ağlayacak tabii, analar ağlamayacak da kim ağlayacak?"

Bu kadar acımasız, bu kadar makine düzeninde, bu kadar ruhsuz bir söylemi, evet evet, bırakın hatta bu söylemle incitilen kitleleri; bırakın politikayı, bırakın oy hesaplarını.. böylesine kan kokan bir söylemi, bir kahvehanede, bir oyun bahçesinde, bir lisede, herhangi bir yerde duysanız irkilmez misiniz? İşte bu söylemi, hem de Meclis kürsüsünde, hem de iktidar olma iddiasındaki bir muhalefet partisinin sözcüsü gerçekleştirebiliyor.

Sıradan aklı olan bir kişi dahi, özellikle muhalefetteyken böyle bir söylem yapılamayacağını bilir. İktidara gelirsiniz, realiteyle karşılaşırsınız ve reaksiyon gösterirsiniz. Belki anaları yine ağlatırsınız, ancak söylemezsiniz! Bakın analar ağlayacak tabii diye..

Türkiye'nin çıkmazı budur. Türkiye'nin çıkmazı, hem sol olma iddiasında, hem statükoyu koruma iddiasında olan kafası karışık CHP; Türkiye'nin çıkmazı, bunca yıl CHP'nin ana tabanı olmasına rağmen, CHP'nin içindeki bu bağnaz kafayı söküp atmayı başaramayan kitlelerdir.

Artık hiç bir şey eskisi gibi olamaz. CHP ya bu safralardan kurtulur ve hakettiği yönetim tarzına kavuşur; ya da tüm Türkiye'yi sarmal gibi saran iktidar partisine kalelerini dahi kaybetmeye başlar..
Devamı

Galatasaray Taraftarının Hürriyet'i Protestosu İşe Yaradı mı?

Ercan Saatçi'nin malum videosu 31 Ekim gecesi düştü Internet'e.. Ertesi günden itibaren, Hürriyet'i boykot çağrıları başladı Galatasaray taraftarları arasında.

Bu çağrıların etkili olup olmadığını görmek için tiraj raporlarını bekliyordum. Sonunda ilgili döneme ait raporlar geldi.

Hürriyet 02.11 - 08.11 tarihleri arasında, 456.287 adet satmış. Bir önceki haftanın, yani 26.10 - 01.11 tarihleri arasının satış rakamı ise 473.192..

Yani, Galatasaray taraftarlarının boykot çağrısından sonra, Hürriyet'in ilk hafta tirajında, 16.905 adet bir eksiklik oluşmuş. Yüzde 3.5'luk bu düşüş az gibi gözükebilir. Ancak, burda değerlendirilmesi gereken, Hürriyet alan Galatasaray taraftarları arasında Hürriyet almaktan vazgeçenlerin yüzdesi olmalıdır. Bunun söz konusu yüzde 3.5'tan daha fazla olduğu aşikar; ancak elbette elimizde böyle bir veri olmadığından sadece tahmin edebiliriz..

Öte yandan, Radikal'in 40 bin, Cumhuriyet'in 58 bin sattığı düşünülürse bu yaklaşık 17 bin adetlik tiraj kaybı yine de küçümsenmemeli.

Bundan sonra yapmak gereken, bu boykotu uygulamayanlara da yaymak ve uygulayanların da uygulamalarından vazgeçmemeleri adına farkındalığı sürekli gündemde tutmaktır..
Devamı

Lütfen eksik açmayın..

Yıllardır iddiamdır İstanbul'da Galatasaray'ın stadyumunu dolduramadığını söyleyenlere karşı; bunun tek sebebinin mezbele halindeki Ali Sami Yen Stadı olduğu.. ve yeni stadyumun yapılmasıyla, o stadın kendine özgü taraftarının oluşacağı ve Galatasaray'a 52 bin kişilik stadı çok görenlerin öngörülerinin aksine o stadın en yüksek seyirci ortalamasıyla oynayacak bir stadyum olacağı..

Bu iddiama kanıt olarak, şu ana dek hiç bir büyük takımın dolduramadığı, o cehennemin dibindeki Olimpiyat Stadındaki ilk senemizdeki, takım berbat gidene kadar, tüm sorunlara, trafik rezilliğine rağmen, dandik Diyarbakır, Gençlerbirliği maçlarındaki 60 binin üzerindeki seyirciyi, Fenerbahçe maçındaki 71 bin kişiyi, hiç bir iddiamız yokken oynadığımız Beşiktaş maçındaki 60 bin kişiyi örnek veririm..

Galatasaray tarihinin en kötü sezonlarından birini geçirdiği o sene, lanse edilenin aksine, o berbat trafik düzenine, o berbat havaya rağmen, Olimpiyat Stadını bile haddinden fazla doldurmuştu.

Gelin görün ki, hem rezil sezon, hem de yaşanan aksaklıklar, yavaş yavaş seyircinin ayağını kesti stadyumdan..

İşte, Seyrantepe stadyumuna yönelik, bu stadın her daim dolacağına dair olan iddiama yönelik, tehdit edici bir unsura rastladım bugün yapılan basın toplantısındaki açıklamalardan.. Işın Çelebi'nin aktardığına göre, stadyum 29 Ekim'de bitecek, ancak yolların 1 yıl içinde bitmesi mümkün gözükmüyor..

Bu noktada tüm Galatasaray Yönetimine sesleniyorum. Sakın her şeyi bitmeden bu stadyumu açmayın.. Sakın, rezalet çektirip, insanları küstürmeyin, ayaklarını geri geri götürmeyin..O kadar çile çektik ki bu stadyuma sahip olabilmek için.. Biraz daha bekleriz, tam anlamıyla hazır olduğunda gideriz ve ağzımızda da keçi boynuzu tadı kalmaz..

O yüzden; her şey hazır olana dek bekleyin; muhteşem bir halde o stadyumu açın ve yılların acısını o stadı her maç doldurarak çıkaralım derim..
Devamı

Fenerbahçe için kutsal gün

Fenerbahçe Spor Klübünün bugün Sadettin Saran ile ilgili yaptığı açıklamanın ikinci paragrafı ilginç:

"Öncelikle Sayın Saran'ın kulübümüz aleyhine başlattığı hukuki sürece ilişkin ihtarnamenin, kulübümüze, Sayın Saran'ın açıkladığı gibi Galatasaray maçı öncesindeki haftada değil, Galatasaray maçının hemen ertesi günü yani 26.10.2009 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmeliyiz. Kaldı ki ezeli rekabetin önemi göz önüne alındığında, zamanlama olarak derbinin hemen öncesinin veya hemen sonrasının seçilmesinin, Fenerbahçe Ailesi için çok farklı olmadığını da hatırlatmak istiyoruz. Bunu anlamaktan dahi yoksun birinin Fenerbahçe sevdasını, 'Başkanlık' iddiası ile bir arada dillendirmesi tek kelimeyle 'ayıptır'."


Sadettin Saran'la mevcut yönetimin ihtilafı beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren şu paragraftaki, Galatasaray maçlarının gününü nerdeyse Kadir Gecesi ile bir tutan anlayış. Hep vurguladığımız, Fenerbahçe için varsa yoksa Galatasaray maçları vardır; gerisi yalandır anlayışının resmi bir belgede vücut buluşu..

Paylaşmak istedim..
Devamı

Spor basınının düzelmesine yönelik son hayal kırıklığı: Gökmen Özdemir

Gökmen Özdemir Türk spor basınında yazmaya başladığında, çölde açan çiçek gibi gelmeye başlamıştı bana. Hem üslubu, hem bilgisi, hem de hadi bu anlamda objektif davranmayayım, çok iyi bir Galatasaraylı oluşu dikkatimi çekmiş ve çok takdir etmiştim. Nitekim kısa sürede Vatan Gazetesi'nde Spor servisinin müdür yardımcısı oldu. Devamında radyo ve televizyonlarda daha çok yer bulmaya başladı.

Ve tanılılırlığının artmasıyla, Müdürü İbrahim Seten gibi güç budalası olmaya başladı.. İbrahim Seten gibi tüm spor camiasında sözü geçmeye oynamaktan ziyade, Galatasaray içinde güç mücadelesine girişmeye başladı. Türk spor basınının mikrobu maalesef, bu başarılı gazeteciyi de esir almaya başlamıştı. Toplum mühendisliğine yöneldi; Galatasaray Kongrelerini yazılarıyla etkilemeye çalıştı.

Adnan Polat geldiğinden beri, muhalif çizgide yer aldı O'na karşı. Ne yaparsa yapsın, yaranamadı Polat, Özdemir'e.. Arasının iyi olduğu bir başka isim vardı zira: Adnan Öztürk.. Adnan Öztürk'ü her fırsatta gündeme getirmeye çalıştı; radyo programlarına konuk etti. Kendisinin zekasına ve bilgisine inandığımdan, örneğin radyo sohbetlerinde O'nun da Adnan Öztürk'e yönelik inancının olmadığını görebiliyordum, ancak yine de artık telikeli sularda yüzüyordu. Yani objektifliğini, gazeteci saflığını kaybetmiş ve kendisini bir klubü yöneteceklerin belirlenmesinde etkin gizli ellerden biri olarak görmeye başlamıştı.

Artık müdürü ile birlikte, spor medyasının her zaman yakın durulması gereken, korkulan isimlerinden olmaya oynuyorlardı. Örneğin, Abdullah Avcı adlı çok da başarısı olmayan bir isim, Gökmen Özdemir'e yakınlığı sayesinde sürekli medyada yer buluyor, gündeme geliyordu çeşitli pozisyonlar için..

Bu örnekten de görüldüğü gibi, Gökmen Özdemir, bir nevi geleceğin Şansal Büyüka'lığı yolunda emin adımlarla ilerliyordu müdürü Seten gibi..Sıkıldıkları bir akşam yemeğine hadi gel oturalım diye çapsız Futbol Federasyonu başkanını çağırabilecek kadar cüretkar olmuşlardı artık.. Hani Robert De Niro'lu Scorsese filmlerinde olduğu gibi, derin örgütlenmeler içindeki karanlık güç odakları haline gelmişlerdi. Mecazi anlamda kelle alıp, kelle vermeye çok yaklaşmışlardı..

İşte bu güç budalalığı, bu sefer yanlış ata oynattı onları.. Ne idüğü belirsiz bir şarkıcının yanında yer aldılar..Hedefleri neydi bilinmez. Muhtemelen Hürriyet Spor'un başına geçmeyi istiyorlar. Ayrıca Polat'a muhaliflikleri de dişlerini gıcırdatıyor..

Fakat bu sefer kamuoyu nezdinde de deşifre oldular..Bizim gibi detayları yakından takip edenler, anlatmaya çalıştığım gibi zaten biliyordu bunları, ancak şimdi herkes biliyor..

Gökmen Özdemir benim için bu manada çok büyük bir hayalkırıklığı olmuştur. Türk spor basınının asla objektif olamayacağını, ilişkilerle yürüdüğünü ve yürütüldüğünü ve sporun sonuçlarında aktif olarak yer alma çabası içinde kendilerinde olmaması gereken gücün peşinde koştuklarını bir kez daha göstermiştir. O manada üzüntülüyüm. Maalesef, dinozorları eleştirip birer birer çeşitli konumlara gelen tüm genç gazeteciler de, dinozorların yaptıklarından başka bir şey yapmıyorlar. Bu yüzden, Türk spor basınının bu vıcık vıcık pislik kokan halinden herhangi bir şekilde uzaklaşabileceğine yönelik umudum sıfırdır..

Bütün bunların ortaya çıkmasını sağlayan, cesur Üstünel'in, tüm Galatasaraylılar arkasında olmalıdır...
Devamı

Roland Koch'un çiğliği..

Bu satırlarda daha önce Daum'un insanı irrite eden samimiyetsiz, tribüne oynayan, omurgasız davranışlarından dem vurmuştum. Lakin yardımcısı Koch'a değinmemiştim.

Roland Koch işinde çok başarılı bir kondüsyoner/yardımcı antrenör. Koch'un aldığı takımlara elinin değdiği hemen belli olur. İşine saygısı vardır; Daum'dan daha özü sözü bir adam izlenimi yaratır. Örneğin, Daum gibi yalandan İstiklal Marşı mırıldanmak yerine, Türkçe'yi öğrenmeyi tercih etmiştir.

İşte hakkında bu izlenimlere sahip olduğum Koch, bu sene enteresan antrenman görüntüleri vermeye başladı.

Pazartesi günleri, bir önceki oynadıkları maçın en iyi oyuncusunu seçip, oyuncuların arasına aldırıp alkışlattı önce..Bunda çok da eleştirilecek bir yan yoktu.

Sonrasında her yenilen gol için oyunculara 20 şınav çektirmeye başladı. Hadi bunu da yahu bunun ne faydası var, tribüne, medyaya oynamaktan başka diye değerlendirmeden izlemeye devam ettim.

Sonra maçın en iyi oyuncusu, alkışla birlikte çikolata-şeker almaya başladı. Haydi tamam, esprili bir kişilik bu Koch dedim..

Sonra, bu da kesmedi, maçın oyuncusunu, iki oyuncunun kucağına aldırıp, bir noktadan bir noktaya taşıtmaya başladı.. Bu da nesi, bu iş giderek çiğleşiyor dedim..

Sonra, Fenerbahçe-Galatasaray maçı sonrası, hayatımda gördüğüm en rezalet, en çiğ, en utanmaz sevinç gösterisi yapıldı. Maçın oyuncusu Alex, set kurulup tahta oturtuldu, padişah ilan edildi, eline de kaval verildi. Bu görüntülerin antrenman sahasında işi ne dedim, ama yine de burda yazıya dökmedim..

Ancak ne zaman ki, dünkü antrenmanda, Koch'un oyuncularına Bükreş maçı için, hep bir ağızdan defalarca "3 gün kaldı" cümlesini tekrarlattığını okudum, işte o zaman bu görüntünün yapaylığı, samimiyetsizliği, kötü bir "cilala-parlat" hikayesinin kameralar önünde sergilenişinden tiksinerek bu yazıyı yazmaya yöneldim. (Lütfen Türkçe 3 gün kaldı, 3 gün kaldı diye bağırın yüksek sesle ve ne kadar yapay olduğunu görün.)

Benim için şu yandaki resmi ortaya çıkaran Koch, artık saygın bir spor adamı değil, Daum klasmanında, samimiyetsiz, yapay, çiğ bir antrenördür. Kendisini bu noktaya neyin taşıdığını bilemem, ancak bir an önce bu yoldan dönmesini salık veririm..
Devamı

Benim bildiğim Ertuğrul Özkök..

Ercan Saatçi hadisesinin geldiği nokta itibariyle, gözler bir anlamda Ertuğrul Özkök'e çevrildi..

Benim bildiğim Ertuğrul Özkök, Ercan Saatçi'ye sahip çıkacaktır.

Sahip çıkacaktır, zira "şövalyelik" egosunu tatmin etmek adına, kızından yeni ayrılan adama dahi sahip çıkan bir müşfik lider görüntüsü sergilemek isteyecektir..

Sahip çıkacaktır, zira bak kızı yüzünden bunca sene ekmek yedirmiş bu adama dedirtmek istemeyecektir özünde..

Sahip çıkacaktır, zira çalışanımın zor zamanında arkasında duran Genel Yayın Yönetmeni'yim iddiasını pekiştirmek isteyecektir..

Sahip çıkacaktır, zira çok atıfta bulunduğu ve Hürriyet'in geleceğine yönelik hedef olarak gösterdiği "sit-com gazeteciliğinde" eski damat, yeni spor müdüründen çok malzeme çıkacaktır..

Sahip çıkacaktır, zira tükürdüğünü yalamak istemeyecektir..

O yüzden Ercan Saatçi rahat olsun.. Kariyerinin en sağlam zamanlarından birini yaşıyor şu an.. Tadını çıkarsın..

Nasılsa bu memleket unutur.. Tıpkı seneler 2001 Fenerbahçe Şampiyonluğunda, Kadıköy'de, stadyumda, Avrupa Fatihiymis Galatasaray diye başlayan malum küfürlü dizeleri mikrofondan okuyan ve okutan adamın bu adam (!) olduğunu unuttuğu gibi..
Devamı

Futbol laubalilik kaldırmaz..

On yıllardır Galatasaray'ın sorunudur. Vurunca öldürmez genellikle. Ya çok hisli, duygusal, rakibi rencide etmekten çekinen oyuncuları vardır ya da çok şımarık, bir-iki gol öne geçince hareketlerinde geniş davranan oyuncuları. Bu nedenle Galatasaray maçlarında, en iyi olduğu dönemlerde dahi acı çekebilir Galatasaray taraftarı. Öyle çok maç vardır ki, rahatlıkla 5 olabilecekken, o öldürücü darbe vurulmadığından, vurulamadığından, puan kaybıyla kapatılan.. ya da kazanılsa dahi kan kusturan.. Bu maçları saymakla bitmez..

İşte Sivasspor maçı tam da böyle bir maç olabilirdi. Sivasspor birazcık takım olsaydı, bir golle skoru 2-1 yapsaydı, ilk yarıda muhteşem oynayan, ikinci yarı başladığında skoru 5-0 yapacak pozisyonları 10 dakika içinde bulan Galatasaray sahadan beraberlikle ayrılabilirdi başlayan panikle..

İşte beni çıldırtan budur. Beni çıldırtan, skor 2-0 diye, Arda'nın Mustafa Sarp'a görünüşte doğru gözüken ama laubalilikten ötürü asla başarıya ulaşamayacağı belli olan o pası verebilmesi, sonrasında da karşı karşıya iken belki de ordan gol olmayacak tek şutu laubalice atabilmesidir.

Galatasaray her bulduğu pozisyonu gol yapmak zorundadır. Hayır, dünyada her pozisyonu gol yapan takım yok ve ben de bunun olamayacağını biliyorum. Ancak Galatasaray futbolcusu, her bulduğu pozisyonu gol yapabilmek adına ciddi davranmalıdır. Ciddi davranırsınız, yine gol olmaz. Ama kimse de bu tepkiyi vermez. Çünkü işinizi yapmışsınızdır.

Sırf bu yüzden Sivasspor galibiyeti ağzımda çürük bir tat bıraktı. Daha fazlası olabilecekken, olmaması, olmasına bizzat kendi futbolcularımın engel olması beni çok kızdırdı. Umarım kızdığımla kalırım; Galatasaraylı futbolcular da beni ve milyonları çileden çıkaracak bu tarz davranışların içine bir daha girmezler.. Girerlerse, futbolun laubalilik kaldırmayacağından daha çok dem vurur dururuz..
Devamı

Ercan Saatçi ve Metin Özülkü..


Ne mal olduğunuzu bizler biliyorduk da.. Bilmeyenlere iyi malzeme vermişsiniz..

İzleyin.. Hürriyet'in haline acıyın..

http://www.ultraslan.com/
Devamı

Yorumsuz..

Devamı

Aklı başında olmak..

Kadıköy'deki senaryoyu bir alttaki yazımda belirtmiştim.. Aşırı gergin, teslimiyetçi giden futbolcularla Kadıköy'de kazanamayacağımız çok belliydi.

Maçı da Arda'nın maç başlamadan önceki kavgasında kaybettiğimizi sanırım tüm Galatasaraylılar düşünmüştür. Arda'nın Kurtlar Vadisi racon havaları, maalesef Galatasaray Kaptanı'ndan beklenen değil. O pozisyonda Arda'nın yerinde Cüneyt Tanman'ın olduğunu düşünün. Elin Brezilyalı sokak çocuğu tipli Christian'ı, Cüneyt Tanman'a değil tokat atmak, itmeyi bile düşünebilir miydi? İşte ne kadar şopar davranırsan, ne kadar seviyeni düşürürsen, o kadar başına çıkarlar. Galatasaray Kaptanı tribünlere oynamaya devam ediyor. Hakkıdır; zira o 10 numara ve kaptanlık o şekilde alındı; ancak şunu bilsin ki bu şekilde kaptanlığı çok uzun sürmez, bir geceyarısı operasyonuyla çekerler o pazubandı kolundan..

Bu gerginlik sonrası, maç başladığında senaryo çok belliydi. O kadar donuk, o kadar sönük başladı ki Galatasaray oyuna, artık mesele Fener'in golünün kaçıncı dakikada geleceği idi. Nitekim ofsayt da olsa bir golle skoru hemen buldular. Sonrasında son 10 senedeki filmi izlemeye devam ettik. Fenerbahçe maçı istedi, Galatasaraylı oyuncular paralize olmuş şekilde donakaldılar..

Maçta ilk gol ofsayt, ikincisi penaltı değil. Ancak hiç bir Galatasaraylının bunu gündeme getirmeye mecali yok. Zira takımlarında sahaya yürek koyan bir tane dahi isim yok. Acı olan budur.

Bana göre Galatasaray'ın Kadıköy'de kazanmasının reçetesi şöyle:

1. Taktik değişmeli: Artık her sene Kadıköy'e yenmeye gidiyoruz şeklindeki söylemlerden vazgeçilmeli. Şampiyonlar Ligi'ndeki büyük takımlar, Milan, Manchester United, zor deplasmanlara nasıl gidiyorsa öyle gidilmeli. Yani önce beraberlik düşünülmeli, bunun için sahaya orta sahası sağlam, basan bir kadro çıkarılmalı. Sonrasında bir - iki tane sıkıştırıp kazanırsan ne ala; öteki taktirde hedef beraberlik olmalı. Zira Fenerbahçe'nin Ali Sami Yen'e gelişleri de hep bu şekilde oluyor.

2. Yöneticiler ve teknik kadro, maç öncesi, bu maçın diğer maçlardan bir farkı olmadığına dair, kendilerinin dahi inanmadığı, suni rahatlık yaratma amaçlı söylemlerden vazgeçmeliler. Fenerbahçe camiası, Galatasaray maçlarını bir bayram olarak görürken, Galatasaray camiası profesyonelce hazırlanmaya çalışıyor. Oysa kazın ayağı öyle değil. Ne kadar önem addedersen, o kadar içten istersin. Andre Santos, Christian gibi bu sene gelmiş isimler, daha 3-4 hafta önce kendilerine geçmiş yılların Galatasaray maçlarının izletildiğinden bahsediyordu. O isimlerin, camia için bu maçın önemini bu şekilde kavramalarından sonra sahaya koydukları yürek şaşırtıcı olmamalı.

3. Ne olursa olsun, gerginlikten kaçınılmalı. Bu maç öncesi hafta boyunca Keita'nın kırmızı kart göreceğini söyleyip durdum. Zira çok belli karşı yakanın çocuklarının O'nu tahrik etmek üzere oynayacağı. Aşırı rahat olunmalı. Her şeye gülüp geçilmeli; ancak o şekilde ibreyi tersine döndürüp rakibinizi sinirlendirebilir ve balansını bozabilirsiniz. Fenerbahçe Stadındaki seyirci ne yaparsa yapsın; o adamların profesyonel bir oyuncuyu alıp öldürecek halleri yok ya? Sizden güvenli kimse yok orda; asıl oraya kelle koltukta giden taraftar korkmalı..

4. Galatasaray yönetimi transfer politikasını gözden geçirmeli. Artık Playstation oyunlarından oyuncu alma politikalarından vazgeçmeliler; orta sahaya güçlü, kuvvetli, basan bir ön libero almaktansa, transfer politikanızı 3 senelik sakat Linderoth, ne olduğunu hala kanıtlayamamış Topal ve artık üzerine çok yük binen Ayhan'a güvenerek, orta saha tercihinizi Elano'dan yana kullanırsanız, böyle zorluk derecesi yüksek maçlarda daha çok kaybedersiniz.

5. Galatasaray yönetiminden bağımsız tek reçete maddem bu: Dirayetli, namuslu, yetenekli hakem üçlüleri Türk futboluna gelmeli. İşte en umudum olmayan madde budur.
Devamı

ve Hasan Şaş ve benzerleri ve oluşan 10 yıllık istatistik..

Hasan Şaş futbolu bıraktıktan sonra Habertürk Spor ekinde yazılar yazmaya başladı. Dünkü yazısının başlığı "Kadıköy'de oynamak" idi.

Bu yazıyı okumuş olan herkes, Galatasaray'ın söz konusu futbolcu kadrosuyla 10 senedir neden Kadıköy'de bu başarısızlık döngüsüne girdiğini çok iyi anlamıştır. Hasan Şaş ve arkadaşları, 10 sene boyunca, ne yaparsak yapalım kaybedeceğiz düşüncesiyle o stadyuma gitmişler ve her sene bir sonraki seneye daha çok baskıyı enjekte etmişler..

İşte Hasan Şaş'ın yazısından bazı bölümler:

"Kadıköy'de oynamanın sıkıntısı Florya'dan başlıyor.. Maç günü, öğle yemeğini yiyorsunuz, dinlenmeye çekilip 13:30 ile 16:00 arası uyuyacaksınız. Ama Florya Tesisleri'nin dışındaki davul seslerinden ne yazık ki bu mümkün olmuyor. Galatasaray seyircisi bizi motive etmeye çalışıyor ama farkında olmadan dinlenmemezi de engelleyebiliyor.."

"Florya'da çalışanlar, 3 gün öncesinden "abi ne olur bu maçı alın" diye, çaycı Vahit'ten tutun da garsonlara, muhasebecilere, müdürlere, kazanmamızı istiyorlar.. (...) Cep telefonlarımıza gelen mesajların da haddi hesabı yok.. (...) Tabii sokakta Fenerbahçelilerle de karşılaşıyorsunuz. Yolda giderken, yandaki arabadan veya kaldırımda yürüyen bir adamdan, el işaretleriyle ya 5 ya da 6 yapanlar..Kadıköy'de sizi yeneceğiz diyenler de cabası.. Yani anlayacağınız mütevazi davranıp eliyle 1 ya da 2 yapan bile yok.."

"Saracoğlu stadına vardığınızda, maalesef iyi karşılanmıyorduk. Takım olarak, koridorlarda soyunma odasına giderken hep 7-8 tanımadığımız adamla karşılaşıyor, bu şahıslardan ağza alınmayacak hakaretler işitince de tartışıyorduk.. Bu da sinirlerimizi alt üst ediyordu.. Zemini kontrol etmek için sahaya çıkınca, bütün Fenerbahçeli taraftarların koro halinde bize yine hakaret etmeleri, gerginliğimizi son safhaya çıkarıyordu. Sanki Fenerbahçeli taraftarlar bizi içlerine alsalar parçalayacaklar gibi bir hava oluyordu..İşte bunlar bizi maça çıkarken etkileyen psikolojik faktörlerin başlıcalarıydı.."

" Rakip taraftarın 55 bin kişi ile orada olacağını da düşünürsek, ibre az da olsa Fenerbahçe'den yana diye düşünüyorum.."

İşte yukarıdaki yazısında özetlemeye çalıştığım gibi, her Kadıköy'deki Fenerbahçe maçına peşinen kaybedeceğiz düşüncesiyle çıkan bir futbolcu grubuyla geçirdi Galatasaray son 10 yılını. Bu oyuncular, çok Galatasaraylı geçindiler, ancak asla öyle bir durum olamayacağını bilseler de, Fenerbahçe taraftarının kendilerini parçalayabileceğini düşünecek kadar da korkak oldular.. Daha korkutucu Sami Yen ortamlarında, Fenerbahçeli oyuncuların rahatlıklarından, kendilerine 500 su şişesi atıldığında, o şişeleri alıp ya hakeme göstermek ya da açıp içmek suretiyle doğal hareketlerde bulunmalarından ders almadılar.. Kadıköy'de kafalarına yumurta yediklerinde, kendilerini yere dahi atmadılar, korneri hırsla kullandılar, kendilerine zarar verdiler..

Sonuçta da, el emeği göz nuruyla, bu 10 yıllık istatistiğe imza attılar. Artık sadece onlar değil, Galatasaray taraftarı da Kadıköy'deki maçlara daha umutsuz gidiyor. Elbette bu uğur zincirini bozacak bir maç olacak. Misal Real Madrid, Camp Nou'da Barcelona'yı 1987-2007 arasında, 20 yılda sadece bir kez yenebildi. Bu kadar büyük takımlar arasında dahi bu zihin tutulması yaşanabiliyor.

Bugün, şu andaki kadrodaki oyuncular, ya Hasan Şaş olmaya, ya da kahraman olmaya karar verecekler.. İsterlerse 10 sene sonra bir gazete köşesinde, bize 5 işareti yapıyorlardı da ondan çok etkilendik diye yazarlar, ya da 10 senelik hasreti sona erdirdiğimiz maç diye..

Karar onların. Sonuç ne olursa olsun, bizim durduğumuz yer ise sarı ve kırmızıya olan aşk..
Devamı

İngiltere'de balon yardımıyla atılan ilk gol değil..


Dün Liverpool, Sunderland deplasmanında balondan seken topla yediği golle yenilince, hemen gazetelerde, televizyonlarda "yok böyle bir gol" tadında haberler yapılmaya başlandı.

Golü ilk gördüğüm andan itibaren, yahu daha geçen sene Manchester City böyle bir gol yememiş miydi diye düşündüm. Aslında bunu benim düşünmem gerekmiyor. Liverpool'un golünü gören ve bunu haber yapacak basın mensubunun düşünmesi ve bir cümleyle de olsa, İngiltere'de buna benzer bir olay geçen sene de gerçekleşmiş ve gol yine geçerli sayılmıştı tarzında bir ibare kullanması gerekiyor. Eğer bu ibareyi kullanırsanız, bugün Erman Toroğlu'nun Hürriyet'e verdiği demeç gibi, golün iptal edilmesi gerekir şeklinde açıklamaları sayfanıza koyarken, İngiltere Futbol Federasyonu'nun benzer durumda yine iptal kararı gerekmediğine yönelik aldığı karar için de okuyucuyu bilgilendirmiş ve madalyonun öteki yüzünü de göstermiş olursunuz. Çok şey mi bekliyorum?

Hatırlamayanlar, bahsettiğim golü aşağıdaki linkten izleyebilirler. Gol Sheffield Wednesday-Manchester City FA Cup mücadelesinde, Ocak 2008'de atılıyor. Golden sonra Elano'nun öfkesi ve balonları patlatışı da izlemeye değer..

http://www.youtube.com/watch?v=y-4AKL_YGAw
Devamı

Erhan Telli ve Haberturk'e dair beklenen açıklama geldi..

Günlerdir isim vererek, Erhan Telli ve Habertürk gazetesi hakkında yazıyorum. (Bu sayfadaki ilgili yazıları okuyabilirsiniz..)

En nihayetinde Klubümüzden bu konuda açıklama geldi. Çok yerinde ifadelerle yapılmış bu açıklamanın, standart yalanlama açıklamalarıyla aynı kategoride değerlendirilmemesi gerekir. Adnan Polat, muhaliflerin restini görmüştür.

Bu yolda, karınca kararınca, yakaladığım her türlü pisliği burdan paylaşmaya, şahsi emelleri için Galatasaray'ı karıştırmaya göze almış gözü dönmüşlere karşı, Adnan Polat'ı desteklemeye devam edeceğim.

İşte açıklama:

"Zorunlu Açıklama: Haber Türk Gazetesi/Erhan Telli

Bir süredir Haber Türk Gazetesi'nde, Erhan Telli imzasıyla Teknik Direktörümüz Frank Rijkaard'ı adeta zorla Milan kulübüne transfer ettirmek üzere birbiri ardına haber ve yorumlar yer almaktadır. Sözkonusu muhabir, yazılarında önce Milan kulübünden Frank Rijkaard'a "teklif getirtmiş", sözleşmesinin süresini "indirtmiş", hocamızın kafasının iyice karıştığına iman etmiş, "göz hapsine" aldırtmış, nihayet senaryosunun gerçekleşemeyeceğini idrak edince bugünkü "haber"inde de "seneye Allah Kerim" diyerek niyetini iyice açığa çıkarmıştır. İlginç olan, birbiri peşi sıra bu haberlerin aynı kalemden çıkmasının yanısıra sözkonusu gazetede ısrarla manşetten verilmesidir. Bu ısrardan anladığımız, Galatasaray'daki gidişatı bozmak, takımımıza olan inancın temel kaynaklarından Teknik Ekibimizin kalıcılığını tartışılır hale getirerek istikarsızlığı pompalamak ve sonuçta tüm Galatasaray Ailesi'nin kafasını karıştırmaktır. Yazılan bu senaryonun boşa çıkması, itibar görmemesinden dolayı Galatasarayımız adına mutlu, sözkonusu medya organı ve muhabiri adına üzüntülüyüz! Sözkonusu medya ve muhabirin, gelecekte de Galatasaray'ımızı yeni spekülasyonlarla karıştırma çabalarında bulunmaya devam edeceklerinden kuşkumuz yoktur. Galatasaray ailesinin, bugün olduğu gibi, gelecekte de bu tip sonuçsuz çırpınışlara prim vermeyerek, Şampiyonluk hedefimizde birlik ve dayanışma içerisinde olacağından eminiz. Galatasaray Spor Kulübü"

http://www.galatasaray.org/kulup/haber/5027.php
Devamı