Coupet'nin kırılan ayağı ve yer reklamları..

Sanırım ilk Fransa Ligi'nde görmüştüm kale arkasında yerde yana yatık serili, 3 boyutlu gözüken reklamları..Bu reklamların sebep olduğu ilk sakatlık mıdır bilemiyorum ama dün gece PSG-Auxerre maçını izlerken gördüğüm yılların emektar kalecisi Coupet'nin ayak kırılma anı, bu reklamların oyuncu sağlığına yönelik etkilerini sorgulattı bana..

Bildiğim kadarıyla, İngiltere'de bu reklamlara izin verilmiyor. Öte yandan Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkemizde de bu reklamları görmek mümkün..

Yıllarca Lyon'da ter döktükten sonra bu sene PSG'ye gelen Coupet, sezonu kapamış oldu. Yaşı da göze alınırsa, Coupet'nin tekrar tam randımanlı futbola dönmesini beklemek hayalcilik olabilir.

Coupet'nin sakatlık anını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz..
Devamı

Ahmet Hakan Coşkun'un düştüğü hal..

Ergenlik dönemi bastırılmış geçen kimi sonradan üne, paraya, güce kavuşmuş kişilerde, ergenlik ve ilk dönemlerinde yaşayamadıklarının acısı sonradan çıkar.

Öyle ki, çok çalışıp, didinip, kendilerince omurgalı durmaya çalışıp oluşturdukları isimlerini, güce ulaştıktan sonra, bastırılmış duygularını kontrol edemedikleri için yerle yeksan ediyorlar..

Ahmet Hakan Coşkun da bu isimlerden biri. Görüşlerine katılırsınız, katılmazsınız; ancak Ahmet Hakan'ın kendi çizgisinde, Türk medyasının mihenk taşı programlarını yaptığını da inkar edemezsiniz.

İşte o Coşkun, hepimizin bildiği gibi uzun süredir mahallesini terketti. Buraya kadar kabul edilebilir bir durum. Lakin tamamen tesadüfen karşılaştığım, twitter'daki sayfasındaki "tweetleri" hakikaten "bu kadar da olmaz be hacı!" dedirtiyor..

İşte Ahmet Hakan'ın, kendisi gibi twitter'da olan, Ece Vahapoğlu'na (ki bu hanımefendi de ayrı bir yazı konusu olmayı hakediyor.. bu kadar çok şey yaptığını iddia edip, hiç bir şey başarmayan, bir nevi öğrenci klüplerindeki hırslı genç kız tiplemesi olarak..) belli ki, önce sataşmalarla yanaşma çabaları, adeta ortaokul günlerini hatırlatıyor, gülümsetiyor ve Ahmet Hakan'a acıtıyor..

Ah be Ahmet Hakan; bari sen ağırlığını korusaydın şu medyada..

  1. @ecevahapoglu "Eğer bende gönlün yok ise / Sen bana abi de ben sana bacı"
  2. Ece bana "abi" demiş. Kendisine sesleniyorum: "Amca deseydin bari".
  3. "Öteki" çıktığı günden beri huzurum yok... Kitapçılara gidip raflardaki bütün "Öteki"leri yırtıp parçalamak istiyorum...
  4. Ekranlara çıkıp "Kapalılarda da aldatma var" türünden ahkamlar kesmek istiyorum...
  5. Kitabı elime alıp "otomobil fuarlarındaki hostes kızlar" gibi pozlar vermeliydim.
  6. "Öteki" adlı romanı ben yazmalıydım. Kokteyl benim şerefime verilmeliydi. Yeşil elbiseyi ben giymeliydim. TV'lere ben çıkmalıydım...
  7. @ecevahapoglu İtiraf ediyorum: Kitabı elime aldığımda "Ah ulan bu romanı ben yazmalıydım" dedim ve o gün bugündür sana acayip kılım.
  8. Az zamanda çok işler başardım. Sabah iki yazı, öğlen iş yemeği, öğleden sonra iki röp. ve arada tweet. Bugün Ece Vahapoğlu gibiyim yani...
  9. @ozomik size de iyi bayramlar.
  10. Şu anda Ece Vahapoğlu'nu bile çok seviyorum. Bayram etkisi mi acaba?
Devamı

Cemal Nalga hadisesinden, Fenerbahçe'nin şanlı tarihinden bir yaprağa uzanalım..1951'e..


Literatüre Cemal Nalga olayı olarak geçen skandala, blogumda değinmedim şimdiye kadar. Ortalıktaki toz bulutu kalktıktan sonra, bu konu hakkındaki görüşlerimi belirtmek isterim.

Olayın münferiten meydana geldiği, tamamen iki - üç kişinin aymazlığı ve aptallığı ile gerçekleştiği malumken, bir anda Galatasaray'ın tüzel kişiliği üzerinde fırtınalar koparıldı. Rakip taraftarlar bu fırsatı kaçırmadılar; Galatasaray'ı sahtekarlıkla suçladılar.. Sanki hazırlık maçında elde edilecek bir galibiyet veya Cemal Nalga'nın herhangi bir maçta oynaması çok önemliymişcesine, Galatasaray'ca planlanmış bir aktivitenin parçası olarak göstermeye çalıştılar. Galatasaray içi dinozorlar ise hemen ayaklandılar; Galatasaray'ı 2002 yılında Gerileme dönemine sokanlardan sonra gelip, klübün üzerindeki ölü toprağını kaldıran, kasayı yeniden doldurmaya başlayan veya dolduracak somut projelere start veren mevcut yönetimi, burası Sarımsakspor mu ifadeleriyle eleştirmekten utanmadılar. Galatasaray'ı dolandırıcı Sahip Som'lara bulaştıran, Ribery skandalına imza atan, Galatasaray kız basket ve voleybol takımlarına küme düşürten, son 7 senede Galatasaray'ın 100 senede başardıklarını silip atarcasına Galatasaraylıların omuzlarını düşüren, Galatasaray tarihinin en kötü başkanının mal bulmuş mağribi gibi bu tarz söylemlere başlamasına aslında şaşırmadık; zira O'nun için önemli olan cemiyet hayatı, Galatasaraylıların bir küçük salondaki birbirleriyle ilişkileri idi. Koskoca Galatasaray klubünü her alanda başarısız yapın; ne gam! Klüp sokaktan değil, salondan yönetiliyor ya, o O'na yeterdi..

İşte bu atmosfer içinde, Galatasaraylılar klasik hatalarına düştüler. Şark düzeninin hala hakim olduğu, hata yapanın hatasının yanına kar kaldığı, birazcık bağırırsan yaptıklarını unutturabileceğin bir ülkede, hemen, suçluyuz, cezamız neyse razıyız, sorumlulara da gerekli cezaları verdik dediler.. Tüm Galatasaray taraftarları arasında ligden çekilelim söylemleri başladı. Ve bir anda Galatasaray camiası kendi kendine, olaylardan 104 yıllık Galatasaray Spor Klübünü sorumlu tutar hale geldi. Oysa, sorumlu, tamamen iki tane aptalca davranan adamdı.. Tamamen kamuoyu rüzgarlarına göre karar veren Ceza kurulları da, Galatasaraylıların kendi kendilerine yarattıkları bu atmosferde, cezaları buna göre kestiler..

Bense dediğim gibi bu olayın tamamen münferit, kişileri bağlayan bir hadise olduğunu düşünüyordum, düşünüyorum. Öte yandan, bu olay çıktığından beri ellerini ovuşturan, Galatasaray'a edilmedik hakaret bırakmayan karşı yakanın cengaverlerinin, geçmişlerinde nelerin olup bittiğini hepimiz biliriz. Türkiye'de televizyon yayınlarının olmadığı dönemlerde en çok şampiyon olan takımın Fenerbahçe olduğu, o dönemlerde ne olayların döndüğü hep kulaktan kulağa dolanır. O manada, herhangi bir klüpte bir sahtekarlık olduğunda, muadilini bulmak isterseniz Fenerbahçe'nin tarihine dönmeniz yeterlidir. Bu manada önümüzdeki tatil döneminde, gazete arşivlerinden Nalga olayının benzerini araştırmayı düşünüyordum.. ki.. Aybars Hünalp'in bugün Tercüman gazetesindeki yazısını görene kadar..Sayın Hünalp, beni büyük zahmetten kurtarmış ve de 1951 yılında gerçekleşen, Fenerbahçe'nin Galatasaray şampiyon olmasın diye, hükmen yenilmek için, başka klübe lisanslı iki oyuncuyu oynatma hadisesini bulmuş ve yazmış..

İlgili yazıya şu linkten ulaşabilirsiniz:


Ben de üşenmedim, 9 Nisan 1951 tarihli Milliyet gazetesi arşivlerini buldum. Resimlerden de görebileceğiniz gibi, Galatasaray'ı sahtekarlıkla suçlayanların dedeleri, Galatasaray komplekslerini o dönemlerde de kusuyorlar ve hükmen yenilmek adına dalavereler çeviriyorlarmış.



Hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür..Özellikle Türk kamuoyu, unutur. Allahtan böyle arşivler var da; ahlak timsaliymiş gibi ortada dolananların suratına çarpabiliyoruz.

Galatasaray Spor Klübü bu olayda iyi bir ders vermiştir. Sorumlular hemen görevden alınmış, kusursuz sorumlu yönetici ise istifa etmiştir. Aynı olay Fenerbahçe'de meydana gelse, değil böyle adımlar atmak, bu başvuruyu yapanların ne şerefi kalırdı, ne bir şeyi; üste çıkarlardı ve hatta öyle saçmalık mı olur, hazırlık maçında lisanslara bakılmamalı, yönetmelik değişmeli diye baskı dahi yapabilirlerdi (!)

Bu manada Türkiye'ye bu hata vesilesiyle de olsa, bir kez daha Batı'ya açılan pencerede nasıl davranılması gerektiğini gösteren Adnan Polat yönetimine teşekkürü borç bilirim..

Devamı

Galatasaray Tribünleri..

Bu sene kombine almadım.

Almadım zira, Kapalı'da her maç karşılaştığım manzara, beni adeta takımımdan soğutmaya başlamıştı. Beni Galatasaray'dan soğutacak herhangi bir şeyi anında keserim; o manada bu sene kombine almamaya ve maçlara gitmemeye karar verdim.

Neydi beni soğutanlar? Yeni nesil gençliğin, maçları, "maç öncesi deli gibi içme ritüeline" döndürmeleri; içmeyi bilmedikleri için, binlerce sarhoş insanın gergin bir atmosferde biraraya gelmesi; her maçta bir sürü kavganın çıkması; gelen taraftarın, abuk subuk arabesk besteleri söylemeyi marifet sayması; başarılı hareket yapan bir futbolcusunu alkışlamaktan aciz, sert oynayan bir rakibi, hatalı kararlar veren bir hakemi öfkesiyle doğduğuna pişman edecek tepkiyi koymaktan bihaber; anlamsız efsaneler yaratıp, takımına gerektiği noktada gerekli desteği vermenin, arman için oyna forman için oyna diye sarhoş sarhoş bağırmaktan daha çok armaya katkısı olduğunun bilincinde olmayan taraftarlarca Ali Sami Yen'in doldurulması gibi.

Stadyumdan uzak kaldıkça, bu kitleden uzak kaldıkça, bunları daha az göreceğimi düşündüm. Ama TV'de izlediğim her maç, beni yine o günlere götürdü..

Alın size yakın örnek.. Dünkü Manisaspor maçı.. Manisaspor bastırıyor, dakikalar olmuş 80 küsür.. Islıkla, rakibin üzerinde baskı kur; hakem sürekli fauller uyduruyor, başına çök. Dizleri titresin, öyle rahat çalamasın o düdükleri. Evsahibi olmanın ağırlığını kullan yani en nihayetinde..

Ama hayır, Galatasaray seyircisi, o aralar, yukarıdaki paragraflarda değindiğim, o gereksiz, altı dolu olmaksızın efsaneleştirilen tezahüratlarından birini söymekte.. "İçiyoruz sessiz ve kederli" diye...Evet, hani senden başka'dan bozma olup, You'll never walk alone ile karşılaştırılmaya çalışılan, sözlerinin çok da Galatasaray'ı yansıtmadığını düşündüğüm tezahürat...O tezahüratlar arasında, Manisaspor golünü atıyor, puanını alıyor ve Galatasaray da belki de şampiyonluk maçlarından birini kazanamamış oluyor..

Ama ne gam! İçiyoruz sessiz ve kederli nasılsa..

Bu yapıdan ötürü Galatasaray tribün liderlerinin suçlanması da bana çok mantıklı gelmiyor. Zira 10 sene önce, o harika baskının kurulduğu Ali Sami Yen'de tribün lideri, yine Sebo Reis idi. Yani lider kadrolar değişmedi. Değişen bütün yazı boyunca bahsettiğim genel profil. Bugün bir dostumun (Mözgül) çok güzel işaret ettiği gibi.. 2002 yılında tüm zamanların en iyi tribün performanslarından birini yaratan (PSV maçı) Galatasaray'ın üzerinden 7 sene geçti.. O zaman 12-15 yaşlarında olan ve maçlara gelmeyen çocuklar, bugün maçlara gelen ana kitleyi oluşturuyorlar.. Bu çocukların son 7 senesine bakın. Çoğunlukla hüsranla, Canaydın'ın getirdiği eziklikle, Fenerbahçe nefretiyle geçti bu seneler.. Bizim ilk gençlik yıllarımız gibi, 10 senenin 7'sinde şampiyonluk gören, Avrupa'yı sallayan Galatasaray'ı gören çocuklar değil bunlar.. Bunlar Galatasaray'ın gerileme döneminin çocukları..

Ve bu tribün performansı da onların eseri..

Galatasaray'ın bana göre en büyük sorunlarından biri, işte bu dünyadan habersiz, kendi ezik gündemine odaklanmış, sürekli düşmanlar yaratan, içip batıran, lümpen taraftar kitlesinin çoğunluğu oluşturmaya başlamasıdır.

Ben o yüzden çoğunluğun aksine, liderleri suçlamıyorum tribündeki..ve de Seyrantepe'ye geçilince de sırf bu yüzden bazı şeylerin değişmesinin çok zor olacağını düşünüyorum.. Umarım yanılırım..
Devamı

Analar ağlamayacak da kim ağlayacak diyen bir muhalefet..

Oy kullanma hakkımın olduğu tüm seçimlerde Cumhuriyet Halk Parti'sine oy verdim. Aileden gelen bir gelenek olmasının ötesinde, kafamdaki hayat görüşünü ülkemde hakim kılmasını istediğim partinin CHP olması hayaliyle.. CHP'nin içinde tamamen zıt düşüncede olduğum çeşit çeşit fraksiyonların olduğunun bilinciyle..

Evet, CHP'nin statükoyu destekleyen, Atatürk'ten nemalanmaya çalışan, en az en çiğ sağ partiler kadar boğazına kadar pisliğe batmış üyeleri/yöneticileri de vardı. Bunun bilincindeydim. Ancak, en son noktada, bu kişilerden arınmış CHP'nin kafamdaki aydınlık Türkiye hayalime en yakın projeyi sunabilecek kadrolarının olduğuna da inanmak istiyordum.

İşte bu umutların belki söndüğü, bana göre ise artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı nokta Onur Öymen'in Meclis'te yaptığı konuşma olmuştur. Son derece riskli bir siyasi manevra yapmakta olan, belki de siyasi geleceğini riske sokan ve Habur'daki görüntülerden sonra, bu manevrasının meşruiyeti kendi oy verenleri tarafından bile şiddetli tartışmaya uğrayan iktidarın, parayla verse yapamayacağı negatif propogandayı, tek bir sözcü, tek başına, sevimsiz söylemiyle başarmıştır. Türkiye'de yaklaşık 10 gündür gündem, Kürt açılımı özelinde iktidar partisi değil, Onur Öymen'in söylemi eşliğinde eleştirilen ana muhalefet partisidir..

Siyaseti, evrensel normları bir kenara bırakalım. Onur Öymen'in konuşmasını da bir siyasetçi değil, 17 yaşında bir delikanlı olarak bir lise bahçesinde yaptığını düşünelim.. Meali şu olan bir cümle taraflı tarafsız kimin tüylerini diken diken etmez? "Analar gerekirse ağlayacak tabii, analar ağlamayacak da kim ağlayacak?"

Bu kadar acımasız, bu kadar makine düzeninde, bu kadar ruhsuz bir söylemi, evet evet, bırakın hatta bu söylemle incitilen kitleleri; bırakın politikayı, bırakın oy hesaplarını.. böylesine kan kokan bir söylemi, bir kahvehanede, bir oyun bahçesinde, bir lisede, herhangi bir yerde duysanız irkilmez misiniz? İşte bu söylemi, hem de Meclis kürsüsünde, hem de iktidar olma iddiasındaki bir muhalefet partisinin sözcüsü gerçekleştirebiliyor.

Sıradan aklı olan bir kişi dahi, özellikle muhalefetteyken böyle bir söylem yapılamayacağını bilir. İktidara gelirsiniz, realiteyle karşılaşırsınız ve reaksiyon gösterirsiniz. Belki anaları yine ağlatırsınız, ancak söylemezsiniz! Bakın analar ağlayacak tabii diye..

Türkiye'nin çıkmazı budur. Türkiye'nin çıkmazı, hem sol olma iddiasında, hem statükoyu koruma iddiasında olan kafası karışık CHP; Türkiye'nin çıkmazı, bunca yıl CHP'nin ana tabanı olmasına rağmen, CHP'nin içindeki bu bağnaz kafayı söküp atmayı başaramayan kitlelerdir.

Artık hiç bir şey eskisi gibi olamaz. CHP ya bu safralardan kurtulur ve hakettiği yönetim tarzına kavuşur; ya da tüm Türkiye'yi sarmal gibi saran iktidar partisine kalelerini dahi kaybetmeye başlar..
Devamı

Galatasaray Taraftarının Hürriyet'i Protestosu İşe Yaradı mı?

Ercan Saatçi'nin malum videosu 31 Ekim gecesi düştü Internet'e.. Ertesi günden itibaren, Hürriyet'i boykot çağrıları başladı Galatasaray taraftarları arasında.

Bu çağrıların etkili olup olmadığını görmek için tiraj raporlarını bekliyordum. Sonunda ilgili döneme ait raporlar geldi.

Hürriyet 02.11 - 08.11 tarihleri arasında, 456.287 adet satmış. Bir önceki haftanın, yani 26.10 - 01.11 tarihleri arasının satış rakamı ise 473.192..

Yani, Galatasaray taraftarlarının boykot çağrısından sonra, Hürriyet'in ilk hafta tirajında, 16.905 adet bir eksiklik oluşmuş. Yüzde 3.5'luk bu düşüş az gibi gözükebilir. Ancak, burda değerlendirilmesi gereken, Hürriyet alan Galatasaray taraftarları arasında Hürriyet almaktan vazgeçenlerin yüzdesi olmalıdır. Bunun söz konusu yüzde 3.5'tan daha fazla olduğu aşikar; ancak elbette elimizde böyle bir veri olmadığından sadece tahmin edebiliriz..

Öte yandan, Radikal'in 40 bin, Cumhuriyet'in 58 bin sattığı düşünülürse bu yaklaşık 17 bin adetlik tiraj kaybı yine de küçümsenmemeli.

Bundan sonra yapmak gereken, bu boykotu uygulamayanlara da yaymak ve uygulayanların da uygulamalarından vazgeçmemeleri adına farkındalığı sürekli gündemde tutmaktır..
Devamı

Lütfen eksik açmayın..

Yıllardır iddiamdır İstanbul'da Galatasaray'ın stadyumunu dolduramadığını söyleyenlere karşı; bunun tek sebebinin mezbele halindeki Ali Sami Yen Stadı olduğu.. ve yeni stadyumun yapılmasıyla, o stadın kendine özgü taraftarının oluşacağı ve Galatasaray'a 52 bin kişilik stadı çok görenlerin öngörülerinin aksine o stadın en yüksek seyirci ortalamasıyla oynayacak bir stadyum olacağı..

Bu iddiama kanıt olarak, şu ana dek hiç bir büyük takımın dolduramadığı, o cehennemin dibindeki Olimpiyat Stadındaki ilk senemizdeki, takım berbat gidene kadar, tüm sorunlara, trafik rezilliğine rağmen, dandik Diyarbakır, Gençlerbirliği maçlarındaki 60 binin üzerindeki seyirciyi, Fenerbahçe maçındaki 71 bin kişiyi, hiç bir iddiamız yokken oynadığımız Beşiktaş maçındaki 60 bin kişiyi örnek veririm..

Galatasaray tarihinin en kötü sezonlarından birini geçirdiği o sene, lanse edilenin aksine, o berbat trafik düzenine, o berbat havaya rağmen, Olimpiyat Stadını bile haddinden fazla doldurmuştu.

Gelin görün ki, hem rezil sezon, hem de yaşanan aksaklıklar, yavaş yavaş seyircinin ayağını kesti stadyumdan..

İşte, Seyrantepe stadyumuna yönelik, bu stadın her daim dolacağına dair olan iddiama yönelik, tehdit edici bir unsura rastladım bugün yapılan basın toplantısındaki açıklamalardan.. Işın Çelebi'nin aktardığına göre, stadyum 29 Ekim'de bitecek, ancak yolların 1 yıl içinde bitmesi mümkün gözükmüyor..

Bu noktada tüm Galatasaray Yönetimine sesleniyorum. Sakın her şeyi bitmeden bu stadyumu açmayın.. Sakın, rezalet çektirip, insanları küstürmeyin, ayaklarını geri geri götürmeyin..O kadar çile çektik ki bu stadyuma sahip olabilmek için.. Biraz daha bekleriz, tam anlamıyla hazır olduğunda gideriz ve ağzımızda da keçi boynuzu tadı kalmaz..

O yüzden; her şey hazır olana dek bekleyin; muhteşem bir halde o stadyumu açın ve yılların acısını o stadı her maç doldurarak çıkaralım derim..
Devamı

Fenerbahçe için kutsal gün

Fenerbahçe Spor Klübünün bugün Sadettin Saran ile ilgili yaptığı açıklamanın ikinci paragrafı ilginç:

"Öncelikle Sayın Saran'ın kulübümüz aleyhine başlattığı hukuki sürece ilişkin ihtarnamenin, kulübümüze, Sayın Saran'ın açıkladığı gibi Galatasaray maçı öncesindeki haftada değil, Galatasaray maçının hemen ertesi günü yani 26.10.2009 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmeliyiz. Kaldı ki ezeli rekabetin önemi göz önüne alındığında, zamanlama olarak derbinin hemen öncesinin veya hemen sonrasının seçilmesinin, Fenerbahçe Ailesi için çok farklı olmadığını da hatırlatmak istiyoruz. Bunu anlamaktan dahi yoksun birinin Fenerbahçe sevdasını, 'Başkanlık' iddiası ile bir arada dillendirmesi tek kelimeyle 'ayıptır'."


Sadettin Saran'la mevcut yönetimin ihtilafı beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren şu paragraftaki, Galatasaray maçlarının gününü nerdeyse Kadir Gecesi ile bir tutan anlayış. Hep vurguladığımız, Fenerbahçe için varsa yoksa Galatasaray maçları vardır; gerisi yalandır anlayışının resmi bir belgede vücut buluşu..

Paylaşmak istedim..
Devamı

Spor basınının düzelmesine yönelik son hayal kırıklığı: Gökmen Özdemir

Gökmen Özdemir Türk spor basınında yazmaya başladığında, çölde açan çiçek gibi gelmeye başlamıştı bana. Hem üslubu, hem bilgisi, hem de hadi bu anlamda objektif davranmayayım, çok iyi bir Galatasaraylı oluşu dikkatimi çekmiş ve çok takdir etmiştim. Nitekim kısa sürede Vatan Gazetesi'nde Spor servisinin müdür yardımcısı oldu. Devamında radyo ve televizyonlarda daha çok yer bulmaya başladı.

Ve tanılılırlığının artmasıyla, Müdürü İbrahim Seten gibi güç budalası olmaya başladı.. İbrahim Seten gibi tüm spor camiasında sözü geçmeye oynamaktan ziyade, Galatasaray içinde güç mücadelesine girişmeye başladı. Türk spor basınının mikrobu maalesef, bu başarılı gazeteciyi de esir almaya başlamıştı. Toplum mühendisliğine yöneldi; Galatasaray Kongrelerini yazılarıyla etkilemeye çalıştı.

Adnan Polat geldiğinden beri, muhalif çizgide yer aldı O'na karşı. Ne yaparsa yapsın, yaranamadı Polat, Özdemir'e.. Arasının iyi olduğu bir başka isim vardı zira: Adnan Öztürk.. Adnan Öztürk'ü her fırsatta gündeme getirmeye çalıştı; radyo programlarına konuk etti. Kendisinin zekasına ve bilgisine inandığımdan, örneğin radyo sohbetlerinde O'nun da Adnan Öztürk'e yönelik inancının olmadığını görebiliyordum, ancak yine de artık telikeli sularda yüzüyordu. Yani objektifliğini, gazeteci saflığını kaybetmiş ve kendisini bir klubü yöneteceklerin belirlenmesinde etkin gizli ellerden biri olarak görmeye başlamıştı.

Artık müdürü ile birlikte, spor medyasının her zaman yakın durulması gereken, korkulan isimlerinden olmaya oynuyorlardı. Örneğin, Abdullah Avcı adlı çok da başarısı olmayan bir isim, Gökmen Özdemir'e yakınlığı sayesinde sürekli medyada yer buluyor, gündeme geliyordu çeşitli pozisyonlar için..

Bu örnekten de görüldüğü gibi, Gökmen Özdemir, bir nevi geleceğin Şansal Büyüka'lığı yolunda emin adımlarla ilerliyordu müdürü Seten gibi..Sıkıldıkları bir akşam yemeğine hadi gel oturalım diye çapsız Futbol Federasyonu başkanını çağırabilecek kadar cüretkar olmuşlardı artık.. Hani Robert De Niro'lu Scorsese filmlerinde olduğu gibi, derin örgütlenmeler içindeki karanlık güç odakları haline gelmişlerdi. Mecazi anlamda kelle alıp, kelle vermeye çok yaklaşmışlardı..

İşte bu güç budalalığı, bu sefer yanlış ata oynattı onları.. Ne idüğü belirsiz bir şarkıcının yanında yer aldılar..Hedefleri neydi bilinmez. Muhtemelen Hürriyet Spor'un başına geçmeyi istiyorlar. Ayrıca Polat'a muhaliflikleri de dişlerini gıcırdatıyor..

Fakat bu sefer kamuoyu nezdinde de deşifre oldular..Bizim gibi detayları yakından takip edenler, anlatmaya çalıştığım gibi zaten biliyordu bunları, ancak şimdi herkes biliyor..

Gökmen Özdemir benim için bu manada çok büyük bir hayalkırıklığı olmuştur. Türk spor basınının asla objektif olamayacağını, ilişkilerle yürüdüğünü ve yürütüldüğünü ve sporun sonuçlarında aktif olarak yer alma çabası içinde kendilerinde olmaması gereken gücün peşinde koştuklarını bir kez daha göstermiştir. O manada üzüntülüyüm. Maalesef, dinozorları eleştirip birer birer çeşitli konumlara gelen tüm genç gazeteciler de, dinozorların yaptıklarından başka bir şey yapmıyorlar. Bu yüzden, Türk spor basınının bu vıcık vıcık pislik kokan halinden herhangi bir şekilde uzaklaşabileceğine yönelik umudum sıfırdır..

Bütün bunların ortaya çıkmasını sağlayan, cesur Üstünel'in, tüm Galatasaraylılar arkasında olmalıdır...
Devamı

Roland Koch'un çiğliği..

Bu satırlarda daha önce Daum'un insanı irrite eden samimiyetsiz, tribüne oynayan, omurgasız davranışlarından dem vurmuştum. Lakin yardımcısı Koch'a değinmemiştim.

Roland Koch işinde çok başarılı bir kondüsyoner/yardımcı antrenör. Koch'un aldığı takımlara elinin değdiği hemen belli olur. İşine saygısı vardır; Daum'dan daha özü sözü bir adam izlenimi yaratır. Örneğin, Daum gibi yalandan İstiklal Marşı mırıldanmak yerine, Türkçe'yi öğrenmeyi tercih etmiştir.

İşte hakkında bu izlenimlere sahip olduğum Koch, bu sene enteresan antrenman görüntüleri vermeye başladı.

Pazartesi günleri, bir önceki oynadıkları maçın en iyi oyuncusunu seçip, oyuncuların arasına aldırıp alkışlattı önce..Bunda çok da eleştirilecek bir yan yoktu.

Sonrasında her yenilen gol için oyunculara 20 şınav çektirmeye başladı. Hadi bunu da yahu bunun ne faydası var, tribüne, medyaya oynamaktan başka diye değerlendirmeden izlemeye devam ettim.

Sonra maçın en iyi oyuncusu, alkışla birlikte çikolata-şeker almaya başladı. Haydi tamam, esprili bir kişilik bu Koch dedim..

Sonra, bu da kesmedi, maçın oyuncusunu, iki oyuncunun kucağına aldırıp, bir noktadan bir noktaya taşıtmaya başladı.. Bu da nesi, bu iş giderek çiğleşiyor dedim..

Sonra, Fenerbahçe-Galatasaray maçı sonrası, hayatımda gördüğüm en rezalet, en çiğ, en utanmaz sevinç gösterisi yapıldı. Maçın oyuncusu Alex, set kurulup tahta oturtuldu, padişah ilan edildi, eline de kaval verildi. Bu görüntülerin antrenman sahasında işi ne dedim, ama yine de burda yazıya dökmedim..

Ancak ne zaman ki, dünkü antrenmanda, Koch'un oyuncularına Bükreş maçı için, hep bir ağızdan defalarca "3 gün kaldı" cümlesini tekrarlattığını okudum, işte o zaman bu görüntünün yapaylığı, samimiyetsizliği, kötü bir "cilala-parlat" hikayesinin kameralar önünde sergilenişinden tiksinerek bu yazıyı yazmaya yöneldim. (Lütfen Türkçe 3 gün kaldı, 3 gün kaldı diye bağırın yüksek sesle ve ne kadar yapay olduğunu görün.)

Benim için şu yandaki resmi ortaya çıkaran Koch, artık saygın bir spor adamı değil, Daum klasmanında, samimiyetsiz, yapay, çiğ bir antrenördür. Kendisini bu noktaya neyin taşıdığını bilemem, ancak bir an önce bu yoldan dönmesini salık veririm..
Devamı

Benim bildiğim Ertuğrul Özkök..

Ercan Saatçi hadisesinin geldiği nokta itibariyle, gözler bir anlamda Ertuğrul Özkök'e çevrildi..

Benim bildiğim Ertuğrul Özkök, Ercan Saatçi'ye sahip çıkacaktır.

Sahip çıkacaktır, zira "şövalyelik" egosunu tatmin etmek adına, kızından yeni ayrılan adama dahi sahip çıkan bir müşfik lider görüntüsü sergilemek isteyecektir..

Sahip çıkacaktır, zira bak kızı yüzünden bunca sene ekmek yedirmiş bu adama dedirtmek istemeyecektir özünde..

Sahip çıkacaktır, zira çalışanımın zor zamanında arkasında duran Genel Yayın Yönetmeni'yim iddiasını pekiştirmek isteyecektir..

Sahip çıkacaktır, zira çok atıfta bulunduğu ve Hürriyet'in geleceğine yönelik hedef olarak gösterdiği "sit-com gazeteciliğinde" eski damat, yeni spor müdüründen çok malzeme çıkacaktır..

Sahip çıkacaktır, zira tükürdüğünü yalamak istemeyecektir..

O yüzden Ercan Saatçi rahat olsun.. Kariyerinin en sağlam zamanlarından birini yaşıyor şu an.. Tadını çıkarsın..

Nasılsa bu memleket unutur.. Tıpkı seneler 2001 Fenerbahçe Şampiyonluğunda, Kadıköy'de, stadyumda, Avrupa Fatihiymis Galatasaray diye başlayan malum küfürlü dizeleri mikrofondan okuyan ve okutan adamın bu adam (!) olduğunu unuttuğu gibi..
Devamı

Futbol laubalilik kaldırmaz..

On yıllardır Galatasaray'ın sorunudur. Vurunca öldürmez genellikle. Ya çok hisli, duygusal, rakibi rencide etmekten çekinen oyuncuları vardır ya da çok şımarık, bir-iki gol öne geçince hareketlerinde geniş davranan oyuncuları. Bu nedenle Galatasaray maçlarında, en iyi olduğu dönemlerde dahi acı çekebilir Galatasaray taraftarı. Öyle çok maç vardır ki, rahatlıkla 5 olabilecekken, o öldürücü darbe vurulmadığından, vurulamadığından, puan kaybıyla kapatılan.. ya da kazanılsa dahi kan kusturan.. Bu maçları saymakla bitmez..

İşte Sivasspor maçı tam da böyle bir maç olabilirdi. Sivasspor birazcık takım olsaydı, bir golle skoru 2-1 yapsaydı, ilk yarıda muhteşem oynayan, ikinci yarı başladığında skoru 5-0 yapacak pozisyonları 10 dakika içinde bulan Galatasaray sahadan beraberlikle ayrılabilirdi başlayan panikle..

İşte beni çıldırtan budur. Beni çıldırtan, skor 2-0 diye, Arda'nın Mustafa Sarp'a görünüşte doğru gözüken ama laubalilikten ötürü asla başarıya ulaşamayacağı belli olan o pası verebilmesi, sonrasında da karşı karşıya iken belki de ordan gol olmayacak tek şutu laubalice atabilmesidir.

Galatasaray her bulduğu pozisyonu gol yapmak zorundadır. Hayır, dünyada her pozisyonu gol yapan takım yok ve ben de bunun olamayacağını biliyorum. Ancak Galatasaray futbolcusu, her bulduğu pozisyonu gol yapabilmek adına ciddi davranmalıdır. Ciddi davranırsınız, yine gol olmaz. Ama kimse de bu tepkiyi vermez. Çünkü işinizi yapmışsınızdır.

Sırf bu yüzden Sivasspor galibiyeti ağzımda çürük bir tat bıraktı. Daha fazlası olabilecekken, olmaması, olmasına bizzat kendi futbolcularımın engel olması beni çok kızdırdı. Umarım kızdığımla kalırım; Galatasaraylı futbolcular da beni ve milyonları çileden çıkaracak bu tarz davranışların içine bir daha girmezler.. Girerlerse, futbolun laubalilik kaldırmayacağından daha çok dem vurur dururuz..
Devamı