Yeni bir başlangıç

Bir süredir malum daha az yazıyorum. Bunda çok zaman bulamamamın etkisinin yanında, İstanbul'daki son günlerimi yaşıyor olmamın payı büyüktü.. Bakalım Londra'da nasıl olacak yazı trendim..

Evet, Londra.. 29 Haziran itibariyle Londra'ya yerleştim. Yarın da burdaki işime başlıyorum. Hayatımın yeni bir dönemine merhaba derken, umarım yazılarıma da devam edebilirim.
Devamı

Deutschland, Deutschland über alles..

Muhtemelen bu maç her zaman Lampard'ın verilmeyen golüyle anılacak. İngilizler bunu gündeme getirip duracaklar. Ne olursa olsun, değişmeyen bir gerçek var: O gol verilsin ya da verilmesin, Almanlar bugün İngilizlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadılar.

Maça çok hızlı başladı Almanya. Tıpkı Avustralya maçında olduğu gibi, topu ayaklarında tutarak, sürekli pozisyon değiştirerek ve verkaçlara girerek İngiliz kalesini ablukaya aldılar. İlk 30 dakikada skor 2-0 olduğunda, Almanların 3 tane de gol olmayan net pozisyonu vardı. İngilizlerin ise bir frikikte Lampard'ın baraja nişanladığı şut hariç bir tane bile şutu yoktu.

İşte ne olduysa 37. dakikada oldu. Genellikle İngilizlerin futbolunda yer alan mucizelerden biri gerçekleşmek üzereydi. Tıpkı 2005'te İstanbul'da, Liverpool'un 6 dakika içinde Milan'a karşı 3-0'dan 3-3'ü bulması gibi, İngiltere neredeyse 2 dakika içinde bu rezil futboluyla 2-2'yi bulacaktı. Ancak hakemler izin vermedi. Lampard'ın verilmeyen bu golü üzerine muhtemelen o kadar çok baskı gelecektir ki, FIFA futbola tenis ve NBA'de olduğu gibi video teknolojisinin kullanılmasını getirecektir. Lakin herkesin muhtemelen değineceği gibi, futbol öylesine bir spor ki, bizimle resmen dalga geçiyor. Tarih bir yerlerde mutlaka tekrar yazılıyor; nice olayların intikamı yıllar içerisinde alınıyor. 1966 yılında Geoff Hurst'ün bana göre çizgiyi geçmeyen golüyle Dünya Kupasına uzanan İngiltere 44 yıl sonra 1.5 metre içeriden çıkan bir topla Almanya'ya eleniyor..(mu?)

Bence hayır.. Açıkçası o verilmeyen gol sonrasında İngiltere'nin daha da hırslanıp ikinci yarıda maçı çevirebileceğini düşünüyordum. Böyle olur genelde. Seyirciniz daha öfkelenir, hakem baskı altında kalır, siz adrenalin sergileyerek daha çok basarsınız ve eğer maçın bitmesine çok zaman varsa, yapılan hatalar hep hatanın yapıldığı tarafa yarar sağlar. Ancak İngiltere bundan bile acizdi. Bu yüzden bu golün maçın sonucuna etki ettiğine katılmıyorum. İngiltere bu sayılmayan gole dahi reaksiyon veremeyecek kadar aciz, Almanya ise sinirlerini hiç bozmadan aynı çabuk pas ve dinamik yer değiştiren futbolunu oynamaya muktedirdi. Bu yüzden ikinci yarıda çıkan bu sonuca şaşırmamak gerek.

Bazı satır başlarında futbolculara değinmek gerekirse; bana göre maçın adamı Thomas Müller'di. 89 doğumlu bu genç çocuk 2 gol attığından değil, ama Messi'yi bile kitlediğine tanık olduğum Ashley Cole gibi savunmacı bir beki maç boyunda sürklase ettiğinden ötürü maçın adamıdır bana göre. 21 yaşındaki Müller'in sadece 6. maçı bu Milli takımda.. ve Dünya Kupası öncesi hiç golü yoktu.. Şimdi 3 golle Gol krallığında da önde..diğer 3 gollü oyuncularla birlikte..

Müller'den sonra bir diğer isim, artık oyunun her iki tarafını oynayan oyuncu denince, akla Gerrard ve Lampard değil, ben gelmeliyim diyen Schweinsteiger'di. Almanya orta sahasında o kadar etkili bir oyun ortaya koydu ki, Mesut Özil'in, Müller'in, Podolski'nin bu kadar cirit atmasında arka planda en büyük pay O'nundu..

ve tabii Mesut Özil.. Son günlerde Diego Forlan için bir tabir kullanıyorum.. Çok tatlı topçu diye.. Mesut da işte bu tanımıma giriyor.. O kadar sakin, o kadar bileklerine hakim, o kadar her fırsatta en doğru hamleyi yapma bilincindeki futbol zekasına sahip ki, hayran olmamak elde değil.. Zonguldak dendi mi, artık akla 67 Ergün Penbe değil, Mesut Özil gelmeli.. 5. gol O'ndan gelsin çok istedim, ancak maalesef çok fazla kaleyi düşünmedi bugün Mesut..

Bir paragraf da kaleci Neuer'e..O kadar iyi ki, senelerdir söylediğim, hiç öyle De Sanctis, Franco filan uğraşmayın, sıradan bir Alman kalecisi alın, en azından yenmeyecek golü yemez savımı doğrular nitelikte. Kalede çok dengeli ve sakin. Ve hantal görüntüsünün aksine refleksleri de çok gelişmiş. Lampard'ın ilk yarıda, Gerrard'ın maçın sonlarındaki karşı karşıya pozisyonlarında ellerini kullanarak yaptığı refleks kurtarışları harikaydı..

İngiltere'ye dönersek.. Altın jenerasyonun sonuna gelindiğinin resmi oldu. Bir sonraki kupada kaptan Rooney olacaktır, ancak Rooney'nin arkasını nasıl dolduracaklar merak konusu. Almanlar da muhteşem topçular çıkarmadı son 10 senede; ancak bu durumda dahi Milli takımlarını kolektif oyunu harika oynayan oyuncularla harmanladılar. Şimdi de Müller, Mesut, Budstuber gibi gençlerle ileriye daha aydınlık bakıyorlar. Lakin İngilizler'de öyle mi? Gerrard, Lampard, Terry gittikten sonra, kimle dolduracaklar Rooney'nin arkasını? 4 sene sonra da kurtarıcı olarak gol atamayan golcü Heskey girer mi dersiniz yedekten?

Sanırım girebilir.. İngilizlerin aşırı şımarmış yıldızları, gereğinden çok şişirilmiş maaşları ve bonservisleri (örneğin benim 2 milyon vermeyeceğim Milner, 20-25 milyon pound'a Manchester City'e gidiyor..) muhtemelen bu Uruguay'lı hakeme ölüm tehditleri yağdıracak sığ taraftarlarıyla bir 44 sene daha beklemeleri oldukça olası. Durun bakalım ne kamp dedikoduları çıkacak bir kaç gün sonra.. Capello da bunları disipline edemediyse, hiç kimse edemez..
Devamı

Keita'yı yer bu özenti-etikçi kamuoyunu yönlendirenler..

Brezilya-Fildişi Sahilleri maçı gayet temposuz, gayet sıradan giderken, maç 3-0 olduktan sonra Fildişili oyuncular gerildiler. Bu gerilmenin arkasında muhtemelen Brezilyalı oyuncuların saha içinde bizim göremediğimiz, ama Fildişili oyuncuları rencide eden hareketleri bulunuyordur tahminimce. Sadece bir tahmin olsa da, hemen hemen böyle olduğundan eminim.

Sonrasında, tüm maç boyu uyuyan Fildişi'ni yine isyankar halleriyle canlandıran Keita oldu. Keita'nın önderliğinde Fildişi bir de gol buldu Brezilya'ya karşı ve en azından 3-2 yapmaları da içten bile değildi.

İşte bu anlarda oyunun karakolda biteceğine dair hisler veren görüntüler sergilenmeye başlandı. Bu hareketlerin başlangıcında, arkası dönük topu eliyle alıp bir an önce taç kullanmak isteyen Keita'ya, Kaka'nın arkadan gelip çelme takması var. Nitekim bu hareket sonunda Kaka ilk sarısını gördü. Sonrasında, karşılıklı sert hareketler devam ederken ve Brezilyalılar genelde Keita'nın üzerine oynarken, Keita'nın yine arkası dönük pozisyonda ilerlerken Kaka'nın kendisini çekmemesi ve dirseğini Keita'nın karnına doğru gelmesi için gerekli pozisyonda tutarken omzu da Keita'nın çenesinin altına geliyor. Keita da bu pozisyonu çok güzel bir şekilde göstererek, Kaka'nın hakettiği kartı görmesini sağlamıştır. Keita'nın yüzüne omzunun geldiğini dahi görmek istemeyip, Keita'yı sahtekarlıkla, şerefsizlikle suçlayanlar, Henry eliyle alıp Fransa golü atınca, Avrupa trendlerine bakıp özenti bir şekilde Henry'i asıp İrlandalı kesilirler; lakin bugün aynı maçta Fabiano iki kez eliyle alıp gol atınca, elle aldı ama çok güzel goldü derler. Bu kadar omurgasızdırlar.

İşte bu özentiler, belli oldu ki, Keita'yı yiyecekler. Bu maçın çıkarımı budur. Keita işte böyle bir adam, her hareketi yalan, her hareketinden şüpheleneceksin düşüncesini tüm kamuoyuna ve Türk futbol hakemlerine işleyecekler. Bizim saf Galatasaray taraftarı bile bu gaza gelir, görürsünüz. Hatta yönetim, Keita'nın görüntüsü Galatasaray'a yakışmıyor diye elden çıkarmaya çalışırsa, şaşırmayın..

Keita kendisine yapılan ve karşılığı sarı kart olan pozisyonu, çok iyi bir şekilde göstermiştir hakeme. Gözünün önünde iki kez elle alınan topu görmeyen hakem, bu şekilde göstermese, o kartı da vermez. O yüzden Keita bu oyunun gerektirdiğini yapmış ve adaletin yerini bulmasını sağlamıştır. Kendisini bir kez daha sahaya yansıttığı karakter için kutluyorum.

Keita'yı linç etmeye çalışacak özentiler: Önce Fabiano'ya, önce Kaka'ya sallayın da, samimiyetinizi anlayalım..
Devamı

Brezilya 2 Kuzey Kore 1


Brezilya halkının - taraftarının ve futbolcusunun, Milli takımlarına ve Dünya Kupası'na verdikleri önemi bana hatırlatan ve tekrar gösteren iki şeye tanıklık ettim bugün. Bir tanesi maçın kendisinden, bir tanesi günlük yaşamımdan.

Brezilyalı futbolcunun Milli takıma ve Dünya Kupası'na verdiği önemi anlatan en güzel kareyi Maicon verdi bugün, attığı golden sonra gözyaşlarına hakim olamazken. Koca Maicon bu. Şu an dünyanın tartışmasız en iyi sağ beki. Daha bu sene 3 tane kupayı kaldırmış, biri Şampiyonlar Ligi olmak üzere. Turnuva sonrası Real Madrid'e büyük paralara imza atabilir.. ve o Maicon, final maçında filan da değil, turnuvanın ilk ve kendileri açısından en kolay geçmesi beklenen maçında, gözyaşlarına boğuluyor golü atınca..

Brezilya halkının - taraftarının, Milli takımlarına ve Dünya Kupası'na verdiği önemi anlatan en güzel kareyi ise bugün çalıştığım projedeki Brezilyalı iş arkadaşım verdi. Yoğun çalışma saatlerimiz gereği, genelde çok geç saatlerde çıktığımız işimizde, Felipe de genelde en erken 10'da, 11'de işten ayrılır gece. Lakin o çalışkan Felipe, bugün çok da önemli bir delivery olmasına rağmen, saat 8'de resmen koşarak ayrıldı işten.. Gerekçesi Brezilya maçına yetişebilmekti. Belki kişisel bir örnek; ama bana yeniden halkın Milli takımlarına tutkusunu en yakından hatırlatmış oldu.

İşte bu duygularla izlediğim maçta, Brezilya'nın bir 10-15 dakika tempo yapıp golleri bulacağını hepimiz gibi tahmin ediyordum. Buldular da. Çok sıkmadılar da.. Ama hemen herkesin ifade edebileceği gibi, bu sene Serie A'da yılın bidonu seçilecek kadar kötü oynayan Melo, Galatasaray'da hayalkırıklığı yaratan Elano, sezonu sakat ve formsuz geçiren Kaka gibi isimlerden kurulan orta sahasıyla, Brezilya gümbür gümbür bu kupayı alır, gelir dedirtmekten çok uzak. En kötü oynadıkları Dünya Kupalarında ilerlerken, her zaman bilirdik bir tane sihirli oyuncuları var diye. Ancak şu kadroda bu tanıma uyan bir oyuncu var mı tartışılır. Robinho mu diyorsunuz? Hiç beğenmem bu dengesiz sirk futbolcusunu. Ancak, her şeye rağmen, sadece Milli takımlarını bu derece önemseyen oyuncu topluluğunun varlığından ötürü bile Brezilya her zaman favoriler arasında olur Dünya Kupalarında..

Elano'nun Maicon'a verdiği pas asist olarak değerlendiriliyor, ancak bence Maicon'un golü şahsi eforla geliyor; yani o pasın doğal gelişiminde gerçekleşen bir eylem değil gol. O yüzden ben asist olarak değerlendirmiyorum. Lakin attığı gol çok güzel ve oynadığı yer olan 4-3-2-1'de 3'ün sağ iç oyuncusu rolü, Galatasaray'da bu sene sıklıkla denenmelidir eğer kalırsa. Oyundan çıkana kadar sahanın en çok mesafe kateden ikinci oyuncusu olmasına, Galatasaray'da belki bütün sezon boyu çekmediği şutu çekmesine rağmen Elano yine de golü atana kadar etkileyici bir performans gösterdi denemez. Yine de 8 sene sonra bir Galatasaraylının Dünya Kupası maçında gol attığını görmek çok keyif verici. (Bu arada yine Felipe'den öğrendiğime göre, Elano, keskin bir şekilde, uzatmadan Elıno diye okunuyor. Bizim okuduğumuz gibi Elaano diye değil)

Kuzey Kore'de dikkat çeken 9 numaralı oyuncu Jong Tae Se'nin, bütün Anadolu takımlarında oynayabileceğini düşünüyorum. Verdikleri mücadele ve goldeki samimi sevinçlerini oldukça sempatik buldum. Şeytan üçgenindeki ülke görüntüsünden uzaklardı. Formalarını yapan firmanın da yerel olduğunu sanıyordum. Legea. Meğerse İtalyanmış. Ama nispeten yeni bir marka, 1990'da kurulmuş. Bu seneden itibaren Palermo'ya da forma yapacaklarmış..

Bir keyif vermeyen maçı daha geride bırakırken, yarın turnuvanın favorisi İspanya'ya izleyip, eleştirmek için ellerimizi ovuşturmaya başladık bile..
Devamı

Almanya 4 Avustralya 0

Sanırım bugün dünya üzerinde yüzmilyonlar Lineker'in Almanlar hakkındaki artık klişeleşmiş sözünü tekrarlıyorlar bu göz alıcı performans sonrasında. Tipik Türk yorumcusu olarak, bu performansta Avustralya'nın son derece taktik disiplinden uzak oyunun da payı olduğunu söyleyerek kolaya kaçabiliriz. Ama ne yaparsak yapalım, Almanya'nın 90 dakika boyunca tüm oyuncularıyla 90 dakika boyunca yaptığı tempoyu, her bir oyuncunun mevkiilerine göre pozisyon alma becerilerini, maçı kazanma isteklerini ve bütün bunları yapan kadronun inanılmaz genç bir kadro olduğu gerçeğini gözardı edemeyiz.

Almanların yine klasikleşmiş tabiriyle bu makina düzeninde işleyen takımında, öyle bir oyuncu vardı ki, beni şu ana kadar turnuvada Messi dahil en heyecanlandıran performansı sergiledi. Mesut Özil gerçekten olağanüstü oynadı. Her pasında, her driplinginde, her şutunda futbol zekası fışkırıyor Mesut'un. Bir kaç sene içinde, belki de bu Dünya Kupası sonrasında çok büyük takımlarda oynayacağını tahmin etmek güç değil. Türk Milli takımını seçmeyerek kariyer planlaması yolunda çok doğru bir tercih yapan, kendisini Arda-Mesut aynı takımda oynamaz muhabbeti yapacak yorumcuların mezesi yapmayan 88'li Mesut'un bundan sonraki gelişiminin de daha hızlı olacağına dair kehanette bulunabiliriz.

Ya 89'lu Müller' ne demeli? Peki bir başka 89'lu Badstuber'e? Yılların Lahm'ının henüz 83'lü olduğunu söylemeye gerek var mı? Almanlar gerçekten çok iyi bir jenerasyon yakalamış durumdalar ve başlarında da gerçekten futbolu pozitif oynamaya çalışan, belli ki her pozisyona kafa yoran bir hocaları var. Bir Galatasaraylı olarak, Allahtan Löw Aziz Yıldırım'a denk geldi de, Fener'de kalamadı demek istiyorum.. Eğer Rijkaard'la dikiş tutmazsa da, bir sonraki hoca adayım direk Löw'dür.

Almanların bu göz alıcı oyunlarıyla turnuvada en az yarı final yapacaklarını düşünüyorum. Daha üst kademeye çıkıp çıkamayacaklarını, genç oyuncuların daha büyük siklet maçlarda neler yapacakları belirleyecek. Fikstürün gelişimi izin veriyor mu bilmiyorum ama, İngiltere ile oynasalar keşke.. İngilizlere unutamayacakları bir ders verebilirdi genç panzerler.. (Oh panzerler kelimesini de kullanmış oldum.)

Avustralya'ya dönersek.. Neill ve Kewell'dan ötürü kalbimde yer tutan Avustralya o kadar kötü oynadı ki.. Bu moral bozukluğu, haksız bir kartla da olsa kaybettikleri Cahill sonrasında Avustralya'nın gruptan çıkabilecek kıvılcımı artık yakayalabileceğini düşünmüyorum.

4-0'lık bu performans sonrasında Neill da yerden yere vurulacaktır. Her ne kadar ilk golde ofsaytı bozan isim de olsa, Neill'ın bu hezimette en büyük paya sahip olduğunu söylemek haksızlık olur. Avustralya orta sahası o kadar kırılgandı ki Almanların temposu karşısında, topu alan Neill'la karşı karşıya kaldı. O manada suçun başkalarında aranması gerekir..

Kimde mi?

Galatasaray'ın transfer sezonunun başından beri peşinde olduğu Grella'da örneğin. Çok açık net söylüyorum; Galatasaray Grella'ya değil 1 pound, 1 lira dahi vermemelidir. Bütün sene boyunca eleştirmekten yorulduğum Mustafa Sarp bu arkadaştan iyidir. Hakikaten çok sinirlenmiş durumdayım. Kimler öneriyor böyle isimleri, kimler yediriyor, kimler alıyor inanamıyorum. Galatasaray Grella'yı, hatta Emerton'ı alırsa, yazıklar olsun. Bunları alacağınıza illa Avustralyalı alacaksanız Antalyaspor'lu Jedinak'ı alın. Grella'dan 3 kat iyi topçudur.

Sonuç olarak, Almanya şu ana kadar turnuvada en çok ışık saçan takım oldu. Grubun son maçında, Gana karşısında eğer fizik olarak iyi bir takıma karşı da bu performansı sergilerlerse, yazının başında belirttiğim soru işareti de ortadan tamamen kalkar ve bu genç kadro sonraki turlara daha güvenle ilerler.
Devamı

Sırbistan 0 Gana 1

Bir sıkıcı maçı daha geride bıraktık. Ama en azından Cezayir-Slovenya maçı kadar akıllarda hiçbir iz bırakmayacak bir maç da olmadı. Buna da şükür. Çeşitli notlarım:
  • Maçın en çok mesafe kateden oyuncusu, o kadar Ganalı'nın içinde Milos Krasic. Buna rağmen, Fenerbahçe ve Juventus'un peşinden koştuğu ve 15 milyon euroların telaffuz edildiği bu isim, bana en fazla 5 milyon eder gibi geldi. Bariz bir şekilde iyi bir sezon sonrası marketing'ini iyi yapmışlar. Gelecek sene örneğin CSKA'da kalsa bu futbolcu bir sonraki sezon en fazla 3-5 milyona gider.. Bir maçlık izlenimim bu.
  • Ayrıca Krasiç'in tipi tam böyle yazın tatil mekanlarında gördüğümüz çirkin Rus erkeklerine benziyor. Dobrojni, grojni?
  • Kimin kime benzediğinden hareketle, hemen belirteyim ki, Gana'nın Sırp hocası Rajevac da artık kendi ülkesine karşı oynadığından mıdır nedir, sanki sabaha kadar içmiş de onun ağırlığı ve hüznüyle sahaya çıkmış gibiydi.
  • Sırbistan'da en çok Milan Jovanovic'i beğendim. 2 sene önce bizimle ve diğer bir kaç Türk takımıyla adı geçtiğinde burun kıvırıyordum; ancak gayet iyi bir sol ayağı olan ve çok istekli bir oyuncu. Niteki spikerin söylediğine göre Standard Liege'den Liverpool'a transferi gerçekleşmiş.
  • Performansına şaşırdığım isim ise kaptan Stankovic oldu. Maça çok daha fazla ağırlığını koymasını beklerdim. Stankovic ise sadece idare etti.
  • Kuzmanovic'in yaptırdığı penaltı tam bir ahmak işiydi. Arkada bekleyen Ganalı oyuncu zaten dağınık bir isim. Ya gelişine vuracaktı dağlara taşlara, ya da kontrol edeyim derken topla dışarı çıkacaktı. Böyle heyecan yapıp elle dokunmasına hiç gerek yoktu.
  • Geçen sene ve bu sene Zigic'i alamadığımız için ise şükrettim. Birmingham'da oynayacak bu sene. Hiç başarılı olacağını sanmıyorum. Belki klasik İngiliz ortalarından bir kaç kafa golü bulur; o kadar. Galatasaray için son derece gereksiz bir forvet transferi olurmuş.
  • Gana'nın sol açığı, Abedi Pele'nin 21 yaşındaki oğlu Ayew oldukça dikkat çekti. Çok zor pozisyonlarda aslında iyi kesme ortalar yaptı; ancak bu ortaların hiçbiri yerini bulmadı. Bunda Gana'nın ceza sahasına yeterince oyuncu sokamamasının payı büyüktü elbette. Dolayısıyla Ayew'i hala izlemekte fayda var. Özellikle Anadolu takımlarımıza faydası dokunabilir.
  • Bunun dışında Gana'da öyle aman aman dikkati çeken bir oyuncu olmadı. Sadece defanstaki 15 numaralı Vorsah'ın cevval bir defans oyuncusu olduğunu söyleyebilirim. Maç boyu Pantelic, Zigic ve Lazovic'le iyi boğuştu. Nitekim 22 yaşındaki bu oyuncu Hoffenheim'da oynuyormuş. Genel itibariyle Afrikalı defans oyuncularına da pek güvenmediğimden, Vorsah'ı da sadece Anadolu takımlarımıza önerebilirim.
  • Appiah son 20 dakika oynadı ama pek gözükmedi. Yine de maçın sonunda Gyan'ın direkten dönen şutunda pozisyonun başlangıcı orta sahadan O'nun pasıyla geldi. Sakatlık belasından emin olunsa, şu 6 + 2 + 2'nin son ikisinden biri olarak aslında düşünülebilirdi. Lakin kimle antrenmana çıkarsa çıksın, sözleşme imzalamadığına göre, var bir durumları.
  • Sonuç olarak; Sırbistan bu mağlubiyetle ve ruhsuz futboluyla kupayı birinci turda kapayacağını gösteren bir başka takım oldu. Krasic böyle devam ederse, 15 milyon Eurolar erir; Juventus devreden çıkar, Fener de O'nu alır gelir. Gana ise Avustralya maçından beraberlik çıkarırsa, ikinci tur için iyice umutlanabilir. Biz tabii ne diyoruz; hepimiz Soccerooyuz diyoruz. Haydi Avustralya!
Devamı

Bir gün Fenerbahçe'de oynar mısın?

Son yıllarda Galatasaray futbolcularına yazılı ve görsel basın tarafından sıklıkla sorulan bir soru bu. Bu şekilde sorularla bilinçaltında Fenerbahçe'nin daha büyük olduğuna dair görüş yaratmaya çalışıyorlar. Sanki o futbolcunun Galatasaray'da kalması Fenerbahçe'nin lütfuna bağlıymış gibi.

Neden bu soru hiçbir Fenerbahçe futbolcusuna sorulmuyor? Bir gün Galatasaray'da oynar mısın sorusuna cevap vermek zorunda kalan bir tane Fenerli futbolcu gördünüz mü? Hayır..

Bu durumun oluşmasında, elbette Fenerbahçe'nin son yıllardaki maddi anlamdaki üstünlüğü ile, Galatasaray altyapısından yetişen Emre Belözoğlu'nun Fenerbahçe'ye gitmiş olmasının etkisi olmadığını kimse iddia edemez. Ancak www.galatasaray.to forumunda Osvaldo'nun da çok güzel belirttiği gibi, Emre Belözoğlu Galatasaray'dayken veya yurtdışında top koştururken ve hala Galatasaray tandanslı bir oyuncuyken, hakkında söylenmedik ne Fettullahçılığı kalırdı, ne de saha içi hareketlerinden ötürü Milli takımdan dahi çıkarılmasının önerilmemesi. Ancak Emre Fenerbahçe'ye geldiğinden beri, Emre'nin aynı eleştirilen agresif hareketleri, artık yüceltiliyor, takımının şevkini arttırdığı söyleniyor. Emre'nin Fettullahçılığına vurgu yapan var mı artık medyada? Yok..

İşte bu örnekte olduğu gibi, Arda başta olmak üzere Galatasaraylı oyuncular üzerinde de benzer baskı oluşturulmaya çalışılıyor. Bir gün Fenerbahçe'de oynar mısın? Bak orda para, stad, medya desteği var, Galatasaray'dan daha mutlu olursun gibilerinden. Eminim Arda'nın çevresindeki Acun Ilıcalı, Emre B. gibi abileri de bu görüşü pompalıyorlardır.

Buna rağmen Arda bugün Haberturk'e verdiği röportajda bu soruya şöyle cevap vermiş:

"Ben profesyonel futbolcuyum ama Allah beni o formayı giymeye muhtaç etmesin. Bundan daha kötü bir şey olamaz."

Tamam, Galatasaray taraftarı olarak gururumu okşayan bir cevap. Ama ben görüyorum ki, Arda ne kadar negatif cevap verirse versin, bu sorulara cevap verdikçe, bir o kadar karanlığa (yani Fenerbahçe'ye) yaklaşıyor. Kendini gücün karanlık tarafıyla olumsuz da olsa ne kadar bağlantılı tutarsan, o kadar onlara yaklaşırsın.

O yüzden benim önerim, Arda ve tüm Galatasaraylı futbolculara şu olacaktır: Bundan sonra bir basın mensubundan böyle bir soru geldiğinde, cevabınız: "Sen kimsin, haddini bil, bana bu soruyu soramazsın. Ben Galatasaray'ın futbolcusuyum. Bu soruyu git Fenerbahçeli futbolculara sor, bizde oynarlar mı diye.." olmalıdır. Aksi taktirde verilen her cevap, negatif de olsa, Fenerbahçe'nin büyük olduğu imajını pompalamaya çalışanların ekmeğine yağ sürüyor..
Devamı

Cezayir 0 Slovenya 1

Dünya Kupası'nda Rizespor-Giresunspor maçını izlemek gibi bir maç oldu. Hatta o maç bile bu maçtan daha zevkli geçebilir. İki takımda da ne dikkat çeken bir oyuncu oldu; ne de akıllarda kalan bir hareket, bir pozisyon.

Cezayir kalecisi Chaouchi'nin yediği gol, sadece İngiliz basınına malzeme verecektir muhtemelen. Böylece yeni top Jabulani suçlanabilir, Green'in yediği gol için. Bakın kaleciler topun tam olarak dönüşünü kestiremiyor denerek.

Bu 3 puan, bu grupta İngiltere ve Amerika'nın kalan iki maçını mutlak kazanması zorunluluğunu ortaya çıkarmış durumda. Cezayir'i bilmem ama, en azından bir beraberlik için sahaya çıkacak Slovenya o kadar kolay lokma olmayabilir..
Devamı

Yazın en sevindirecek haberi ne olur biliyor musun?


Senin kalman. Hele ki 6 + 178903 yabancı hakkının çıktığı bu sezonda, senin gibi bir ismin elden çıkarılması şapşallıktır. Oynadığın dönemde bu takım ligin en tepesindeydi, ne zamanki sen sakatlandın, tepe taklak olduk. Stoper oynadın, asıl yerin sol açık olmasına rağmen, takımdaki bebeler surat yapmasın diye sağ açık oynadın, takımdaki bebeler soldan sıkılıp ortaya geçince solda da hünerlerini sergiledin, forvet oynadın, o sakat denen fiziğinle Turkcell Super Lig'in kazma stoperlerine karşı savaştın.

Sakat deyip seni göndermek isteyenler, bu takıma Gökhan Zan'ları aldılar; Linderoth'lara senelerce tahammül ettiler, şimdi de sakat Grella'ların peşinde koşuyorlar..
Adam gibi adamsın. Seni çok seviyorum. Umarım kalırsın. Umarım yarın gol atarsın. Umarım yarın Avustralya kazanır.

Tıpkı Travolta gibi, hepimiz yarın Avustralyalıyız!
Devamı

Arjantin 1 Nijerya 0


Bu tarz maçlar sonunda fark yaratan yorumlar yapmak çok zor. Zira hemen herkes, hatta Ömer Üründül dahi benzer şeyleri söyleyecektir.

  • Javier Zanetti gibi bir futbol efsanesi dururken, daha çok açık oynadığında başarılı olan Gutierrez'in sağ bekte ne işi var? Koridor oldu kanadı.
  • Veron iyi, hoş, hatta maçtan çıkana dek bu yaşında Arjantin'in en çok mesafe kat eden oyuncusu; lakin Cambiasso nasıl bu kadroda olmaz?
  • Higuain'in yerine Milito daha erken sokulmaz mıydı?
  • Bu maçta kötü oynayan Tevez'in yerine Aguero girmez miydi?
  • Arjantin Nijerya karşısında bu kadar pozisyon veriyorsa zor maçlarda ne yapar?
ve benzerleri..

Afrika kıtasının Dünya Kupası'ndaki temsilcileri arasında belki de en kötüsü Nijerya. Bu takım karşısında Arjantin'in çok iyi oynamamasından ötürü fatura çabuk kesilmemeli bana göre. Şampiyonluk yolunda ilerleyen takımlar ilk maçtan itibaren harika oynayacaklar diye bir kaide yok. Arjantin'in geleceğe dair defansif anlamda soru işaretleri oluşturduğu açık. Lakin bardağın dolu tarafından bakılırsa da, bugün ileri üçlüsündeki 3 isimden 2'sinin döküldüğü maçta, birazcık Messi'nin şansı yaver gitse maçı 4-0 kazanmamaları için hiçbir sebep yoktu.

Futbolda özgüven oldukça önemli. Bunu Milli takımda sıklıkla eleştirilen Messi'nin Barcelona'da peynir ekmek gibi gole çevirdiği pozisyonlarda bu maçta ne kadar zorlandığından veya Inter'de kopup gidip tek başına goller atan Milito'nun benzer pozisyonlarda önü açıkken, durup geriye dönüşlerinden de çıkarabiliriz. Keza Real Madrid'de bu sene tonla gol atan Higuain'in yeni olduğu Milli takımda kaçırdığı gollerden de. Gerçi Higuain bazen aptallaştı mı, aptallaşan bir oyuncu. Aynı ismin gelecek maç 3 gol atmayacağını kimse söyleyemez. Çok pozisyona giren Higuain'in ilk 11 başlamasını o yüzden çok garip bulmuyorum.

Öte yandan maçın en çok mesafe kat eden oyuncusu Di Maria'ya da değinmeden geçmemek lazım. Benfica'nın 30-40 milyon Euro fiyat biçtiği bu oyuncuda, ben bu maç itibariyle 10 milyonluk bir potansiyel dahi görmedim. Hadi bu kadar ismi bahsedilen oyuncuyu tek maçla değerlendirmeyelim, ama ne olursa olsun, 30-40 milyon Euro rakamları, Benfica, Porto gibi takımların oyuncularını ne kadar iyi pazarladıklarına bir örnek. Biz Arda Turan'ı 15 milyon Euro'ya düşürdük bile. 10'a satsak başarıdır.

Nijerya'ya dönersek, ah nerede o 1994'ün efsane Nijerya kadrosu, ah nerede bu takım diyorum. Turnuvanın en kötü takımlarından biri uzak ara bana göre. Kalecilerinin olağanüstü performansı olmasa bu maçtan farklı mağlup ayrılabilirlerdi. Afrikalı kalecilerin böyle bir iki maçlık muhteşem performansları vardır; ama bir maçta da inanılmaz hatalarla yakabilirler takımlarını. O manada kaleci Enyeama'yı izleme listesine alma gerekliliği görmüyorum. En sinir olduğum oyuncuları 11 numaralı Odemwingie oldu. Bir pozisyonda bomboş Martins'e vermek yerine, topu sürüp, bir de ayağından açan bu futbolcu, bir de dönüp Martins'e bağırdı çağırdı. En tahammül edemediğim topçu davranışıdır. Hatandan ötürü gol kaçmış; bırak artistliği, başını öne eğ, özür dile, devam et. Eşek herif..

Bir söz de Erdoğan Aktaş'a.. İçinde Türkçe bir isim gördün diye, Haruna ismini, Harun'a bilet verdim misali vurguyla okuma. Direk Haruna o isim. Aruna gibi.. Haaruna değil yani.

Sözün özü, Arjantin gümbür gümbür kupayı alırım izlenimi vermedi. Ama en kötü oynadığı maçta dahi çok kolay bir kaç gol bulabilecek bir takımı, bu kadar çabuk silmemek gerekir diye düşünüyorum. Bu bir turnuvave en nihayetinde 7 maçla kazanabilirsiniz.
Devamı

Güney Kore 2 Yunanistan 0

Tıpkı Fransa gibi, Yunanistan da sıkıcı bir takım. Hala Charisteas'dan, Karagounis'den medet uman bir ekibe sıkıcı demek dahi aslında iltifat. Sahiden Karagounis demişken, senelerdir izlediğim bu oyuncunun bu kadar uzun yıllar uluslararası arenada top koşturması, Inter ve Benfica gibi takımlarda forma giymesi, akılla izanla açıklanabilecek bir durum değildir. Ama hep söylediğim gibi; bazı oyuncular, kah menajer başarısı, kah da şanslarıyla, senelerce aslında olmaması gereken yerlerde boy gösterebiliyorlar.

Maça dönersek, ilk 65 dakika boyunca, Güney Kore takım gibi takım dedirtti kendine. Evet, üst düzey bir futbol oynamıyorlar; ancak gerek saha içi oyun disiplini, yardımlaşması, koşu tempolarıyla, gerekse de Ji Sung Park gibi yıldızlarıyla bu gruptan rahat çıkacakları izlenimini verdiler. Taa ki, Yunanistan, Charisteas ve Karagounis'i oyundan alıp, Salpingidis ve Kapetanos'u oyuna sokana kadar. İşte bu dakikalardan sonra Yunanistan yaklaşık 10 dakika boyunca Güney Kore'yi kendi yarı sahasına hapsetti ve çok önemli pozisyonlar buldular, özellikle sağ kanattan Seitaridis'in ortalarıyla. Gekas, Kapetanos ve Salpingidis'in yakaladığı pozisyonlardan bir gol çıkarabilselerdi, panikledikleri her hallerinden belli olan Güney Kore'nin bu maçı galibiyetle bitirmesi çok zor olabilirdi.

Gözlerimizin kalecileri kova Nikopolidis'i aradığı, gerçi yeni kalecileri Tzorvas'ın O'nu aratmadığı, en iyi oyuncularının benim her zaman çok beğendiğim ve zamanında Galatasaray'a çok istediğim, ancak son senelerde düşüşe geçip Panathinaikos'ta geçen sene sadece 8 maça çıkabilmiş olan Seitaridis olduğu bir Yunanistan bu mağlubiyetle kupada gruptan çıkma şansını bana göre Nelson Mandela Bay stadına gömmüştür. Özellikle ilk 60 dakikadaki ruhsuz oyunu Türk Milli takımı sergileseydi, muhtemelen yarın Türk medyasında idam sehpası kurulmuştu. Bakalım Yunan medyası ne yapacak.?

Güney Kore ise gruptan çıkma yolunda büyük adım attı. Ancak özellikle yan toplardaki zaafları ilerleyen tur veya turlarda başlarına bela olacaktır. Manchester United'a çok büyük katkı sağlayan Ji Sung Park'ın ikinci golü, bizim bir çok futbolcumuza ders olacak nitelikte bir goldü. Topu alış, iki oyuncunun üstüne gelmesine rağmen dengesi ve en sonunda zor bir pozisyonu o kadar yumuşak bir dokunuşla harika bitiriş, bana göre mükemmel bir golü yarattı.

Bunun dışında çok da ön plana çıkan oyuncunun olmadığı maç, 2010 Dünya Kupasının bir başka vasat maçı olarak kayıtlarımıza geçmiş durumda. Artık beklentimiz 1994 yılındaki eşleşmeye bizi götüren Arjantin-Nijerya maçından.
Devamı

Güney Kore maçı başlarken, Güney Kore'ye 56 yıl önce attığımız goller..


Güney Kore-Yunanistan maçı öncesi Guardian'daki canlı blog köşesini okurken, yazarın şöyle bir yorumuna denk geldim:

12.05pm Talking of South Korea, have a look at Turkey's second goal in their 7-0 victory in 1954 – the greatest World Cup goal you've never seen.

1954 Dünya Kupası'nda Güney Kore'yi 7-0 yendiğimiz maçta ilk golümüzün Galatasaraylı Suat Mamat'tan geldiğini biliyordum. İkinci golümüze yönelik, asla görmediğiniz en güzel Dünya Kupası golü yorumunu okuyunca, hemen maçın videosunu buldum. İkinci gol Lefter Küçükandonyadis'ten. Ver Lefter'e, yaz deftere işte tam 56 yıl sonra bir İngiliz gazetesinde yeniden anılabiliyor gördüğünüz gibi.. Fenerbahçe'nin tarihinden, nadir antipati duymadığım isimlerden olan Lefter'e sağlık diliyorum.. (Resim, Lefter'in Fiorentina günlerinden..)

Merak edenler için o maçın videosu: (Sadece youtube'a erişebilenler görüyordur bu videoyu muhtemelen..)

Devamı

Mandela'ya Nelson adını kim taktı?

Bugün Haberturk gazetesinde tam sayfa yer alan Günün Adamı köşesinde, Nevra Gömdeniz'in yazdığı Mandela portresine göre, "Mandela'ya Nelson adını öğretmeni İngiliz Amiral Horatio Nelson taktı."

Anlaşılan, muhtemelen Wikipedia'dan çeviri ile yazılan bu portrede, çeviri ve her şeyden önemlisi tarih bilgisi eksik kalmış. Az çok tarih okumuş herkes, İngilizlerin efsanevi tek kollu amirali Horatio Nelson'ı bilir. Hani bugün Londra'nın çok ünlü Trafalgar meydanında, öldüğü savaşın ismini taşıyan meydanda, devasa yükseklikte bir heykeli olan ünlü Nelson.

İşte 1700'lerin sonunda yaşamış bu İngiliz kahramanı, tam 100 küsür yıl sonra, Mandela'nın öğretmeni olmuş ve kendisine büyük egosunun ürünü olarak (!), kendi adını vermiş.. İşin aslı muhtemelen Mandela'nın öğretmeninin, Amiral Nelson'ın adını vermesidir.

Bravo size Nevra hanım ve bravo sayfanın editörü Mehmet Kaya..

Ya da geçenlerde Cüneyt Arkın'ın konuk olduğu, Cüneyt Özdemir'in CNN'deki 5N 1K programında ekrana yazılan "Faciya" kelimesi.. Düşünebiliyor musunuz; prime time'da böylesine önemli bir kanalda programın anlık gelişimine göre alt metinleri yazan kişi, facia kelimesinin, faciya olarak yazıldığını düşünüyor. İnanılır gibi değil..

Ya da kendisi güya spor medyasını eleştirmek adına yola çıkmış olan, yılların spor dedikoducusu, hiçbir yere gelemeyecek olan Cüneyt Karakaya'nın sitesindeki şu habere ne dersiniz? Haberin başlığı ve metni Bilgin Gökberk'in Milliyet'ten ayrılışına yönelik olarak Kemal Belgin'in yazısını anons ediyor; lakin bindirilen yazıda Bilgin Gökberk'le ilgili en ufak bir yer geçmiyor. Bu yazı da, o Cüneyt Karakaya'nın medyadaki ilişkileriyle sürekli reklamını yaptığı "önemli" sitesinde, tam 3 Haziran'dan beri serviste kalabiliyor. Bir bakıp düzelten yok. Yılların kötü gazetecisi Cüneyt Karakaya ise, sitesinden başka gazetelerdeki hatalara yönelik ahkam kesebiliyor, kelamlarda bulunabiliyor. Biraz özeni kendi sitesine göstermekten aciz iken..

Ben böyle hataları gerçekten çok önemsiyorum. İşi yazmak olmayan insanlar bu tarz hataları yapabilirler. Çok da önemli değil deyip geçiştirebilirsiniz. Ama yazı yazarak para kazanma iddiasında olan insanların, bu tarz hatalar yapmasına tahammül edemiyorum. Maalesef, günümüz medyasında, herkes bir anda meşhur olmak istiyor; siyaset, ekonomi, tarih, spor, popüler kültür konularında en ufak bir yetkinliği olmayan taş bebekler, birileri elimden tutar da belki en azından, en kötüsünden bir Ayşe Özyılmazel olurum rüyalarıyla medya sektörüne üç-otuz paraya giriyorlar. Sonrasında bir çoğu bir şey çıkmayacağını görüp medyadan uzaklaşıyorlar; olan da basının yerlerde sürünen kalitesine oluyor. Ya da Cüneyt Karakaya gibi gerçekten çok da akıllı olmayıp, kendini akıllı sanan tipler, ilişkileriyle, uzun yıllar bu sektörde yer alabiliyorlar.

Gerçekten yazık...
Devamı

Ne güzel transfer hedefimizdin sen Belodedici..

Sabah sabah transfer haberlerini okurken, aklıma çocukluğum geldi.. Yazları okul bittiğinde en büyük eğlencelerimden biri, sabah erkenden koşup gazeteleri alıp kimleri transfer ediyoruz haberlerini okumaktı. Aslında çok renkliydi o haberler; bir dönem her gün Thomas Hassler haberleriyle heyecanlansam da, sanırım bu transfer haberlerinin en sıklıkla tekrarlananı hiç tartışmasız Belodedici idi.

Herhalde 89 yılından, Alp Yalman'ın ayrıldığı 96 yılına kadar, hiç abartısız her transfer döneminde ilk olarak Belodedici ismi gazetelerde yer alırdı. Galatasaray bu sefer Belodedici'yi ikna etti diye..

Görünen Galatasaray hiçbir zaman Belodedici'yi ikna edemedi. Ya da o zaman da, gazeteciliğe kapak atmasalar Laleli'de derici tezgahtarı ancak olabilecek spor muhabirlerinin dimağları sadece Belodedici'yi sallamaya yetiyordu..

Hangisi olursa olsun, her transfer döneminde anılacak kadar iz bırakmıştır bende Belodedici; Galatasaray'da bir dakika olsun oynamamasına rağmen..
Devamı

Uruguay 0 Fransa 0


Sanki takvim yaprakları 8 sene geriye sardı ve 2002 Dünya Kupası'ndaki o sıkıcı Fransa'yı izledik. Gerçekten de kulakları tırmalayan vuvuzela sesleriyle, oldukça sıkıcı, bu sıcak Cuma akşamında neden evde kalıp da bu maçı izlemeyi tercih ettim, Allah belamı versin dedirten bir maç oldu.

Fransa'nın sıkıcı futboluyla, Uruguay dediğinizde her zaman akla gelecek olan, defansı her şeyin önünde tutan futbol anlayışı birleştiğinde bu sıkıcı futbolun ortaya çıkmaması mümkün değildi. Elbette, Anelka'nın destekleyici forvet değil de tek forvet oynadığı, Chelsea'de sezonun yıldızlarından Malouda'nın yedek bekleyip, senelerin gereksiz futbolcusu Govou'nun ilk 11'de yer aldığı bir Fransa'dan çok şey beklememek lazım. Bir de seneler geçtikçe o ilk Galatasaray'da izlediğimizde bu da nesi yahu dediğimiz Ribery'nin giderek sıradanlaştığını, fark yaratan oyuncu olmaktan uzaklaştığını gözlemliyorum.

Suarez'in daha önde oynadığı taktiksel yapıda, biraz daha fazla orta sahaya yaklaşan Forlan, ceza alanı içinde topla buluşacağı noktalardan sıklıkla uzak kaldı. Buna rağmen, alışı, verişi, şutu ile; ne tatlı bir futbolcusundur sen Diego Forlan demek isterim.. İki sene önce Ajax'tayken izleyip hayran kaldığım, bu sene ise Ajax'ta istatistikleri alt üst etmiş Suarez'i ise, takımının hücumda çoğalamaması nedeniyle çok da eleştirmemek lazım. Ama bu görüntüsüyle, tek başına fark yaratan forvet olmaktan uzaktı. Yeteneğinden emin olduğum için, bunu da heyecanına vermek istiyorum.

Grup A, sıkıcı gruplardan biri olmak yolunda ilk günümüzü pek de renklendirmeyen bir grup oldu. Bundan sonraki maçlarda Güney Afrika-Uruguay'la, Fransa da Meksika ile oynayacak. Bu iki maçtan ilkinde, yine beraberlik, ikincisinde ise tüm sıkıcı futboluna rağmen Fransa galibiyeti bekliyorum. Bu gruptan kim çıkarsa çıksın, ilerleyemez cümlesini kurmadan önce diğer grupları da izlemekte fayda var elbette..

Bir Cuma akşamı, bu sıkıcı maçın yazısı da, bu kadar..
Devamı

Güney Afrika 1 Meksika 1

Vasat altı bir maç izledik. Güney Afrika genlerinde olanı layıkıyla yerine getirdi: Yani koştu. 10 kilometrenin üzerinde yer değiştirmiş tam 8 oyuncusu var. Bu kulvarda zirve mükemmel bir gole de imza atan Tshabalala'da.. İsmi yılların Ilya Tsymbalar'ını, görüntüsü Edgar Davids'i andıran ve maçta mükemmel bir gole imza atan bu oyuncu tam 12.2 km yer değiştirmiş. Güney Afrika'nın bir diğer defansif orta saha oyuncusu Letsholonyane (adına kurban)'nin de tam 12.2 km yer değiştirdiği düşünülürse, Güney Afrika'nın bu zayıf kadrosuyla neredeyse galibiyeti alıp gidecek takım olarak maçta sivrilmesine şaşırmamak lazım.

Meksika takımı tıpkı bu sene izlediğimiz Galatasaray'dan izler taşıyor. Yetenekli olduğu ileri sürülen bir sürü adam ve son hareketi yapamayan yine aynı adamlar. Turnuva öncesi izlediğim İngiltere maçlarında da durum böyleydi. Bir sürü pozisyon bulup, maçı duran toplardan yedikleri gollerle 3-1 kaybetmişlerdi. Bunda oldukça kötü bir kaleci olan Perez'in de etkisi vardı elbette.

Bir çok kişi Meksika'da maçın adamını Giovani Dos Santos olarak gösterecektir. Lakin bütün yarım sezon boyunca söylediğim gibi, orta sahada dripling yapsın, göze hoş gelsin, bilekleri yumuşak olsun diye yüceltilen bu çocuk, maalesef ama maalesef yine son hareketleri yapamıyor. İster şanssızlık, ister beceriksizlik deyin, durum böyle. Tamam doksana giden şutunu kalecinin çıkarmasına şansı yaver gitmedi diyelim; ama o daha maçın başında altı pastan seken topa yönelmesindeki kararsızlık, vurmuş olmak için vurma durumu da nedir? Dos Santos'san, oraya zımba gibi gelip, yine zımba gibi ağlara bırakacaksın o topu. Tıpkı Marquez'in yaptığı gibi..

Marquez demişken, çok fazla sıkmamasına rağmen, yine de attığı golle oyuna damga vurdu. O Dünya Kupalarının en çok yenilen takımı Meksikya'yı ipten alırken, ben de arada bir attığı 50 metrelik pasların her yerini buluşunda, Neill-Marquez rüyasını görmeye devam ettim.

Elbette o iğrenç vuvuzela seslerinin uykuma izin verdiği ölçüde..

Akşamki maçtan 3 puan çıkaran takım bu gruptan çıkma yolunda büyük adım atar. Eğer bu takım Fransa olursa, grubun son maçında Meksika-Uruguay karşılaşması çok zevkli olur; belki bu iki takım birbirini yerken Güney Afrika aradan sıyrılabilir dahi.

Elbette, akşamki maçı izlediğimizde, Grup A yorumunu daha net yapabiliyor olacağız..
Devamı

Galatasaray'da öğrenilmiş dersler var mı?

Resmi transfer sezonunun ilk günü Galatasaray camiası medyanın deyimiyle şok bir transfer haberiyle sarsıldı. Bu şok gelişme sonrası, Galatasaray'ın henüz resmen ilk gününde de olsa, şu ana kadar güttüğü transfer politikasını basına yansıyanlar itibariyle değerlendirmek gerekir.

Yeni bir sezona başlarken ve transfer politikanızı belirlerken, öncelikle geçmiş sezon veya sezonların değerlendirmesini yapar, nelerin başarı veya başarısızlığınızı körüklediğini belirler ve bu çıkardığınız derslerle yeni stratejinize yön verirsiniz. Bu manada, son iki sezonu 5.lik ve 3.lükle tamamlamış Galatasaray'ın çıkarması gereken belli başlı dersler neler olabilirdi?

1. Son iki senede görüldü ki, Galatasaray'ın kanayan yeri kırılgan orta sahasıdır. Defansif anlamda yeteri kadar güçlü ve agresif olamayan orta sahası aynı zamanda oyunun ofansif yönüne de katkı verememektedir. Bu anlamda Galatasaray'a güçlü, kuvvetli, oyunun her iki yönünü oynayabilecek vasat üstü en az iki orta saha oyuncusu gerekmektedir.

Şu ana kadar olan transfer haberlerinin gösterdiği, Galatasaray bu bölgesini yenileme inisiyatifini almış gözüküyor.


Öncelikle belirli bir bedel karşılığında son iki sene yokları oynayan Mehmet Topal elden çıkarıldı. Yerine Altay'ın 19 yaşındaki, bu sene Bank Asya'nın en iyi genç oyuncusu seçilme titriyle gelen Musa Çağıran alındı. Tutar, tutmaz; ancak gönderilen Topal'ın yerine bir iki sene içinde yeni bir yıldız çıkarma stratejisi kağıt üzerinde doğrudur.

Yabancı ön libero alınmasına yönelik temaslar kuruldu. Şu ana dek en çok ismi geçen isim Vincenzo Grella'nın bu bölge için yeterliliği tartışılır. Ama agresif defansif orta saha karakteriyle, bu manada ders alındığı ortadadır. (Grella'nın kendisine yönelik görüşüm, ikinci maddedeki öğrenilmiş ders analizinde olacak.)

Benim görüşüm, Galatasaray'ın vasat üstü iki yabancıyla bu bölgesini takviye etmesi gerektiği ve Mehmet Topal'dan sonra Mustafa Sarp'ın da takımdan uzaklaştırılmasında fayda olduğudur. Mustafa Sarp gibi isimler, bir takımın toplam aklını geriye çekerler. Gözle görülen bir hata yapmadıklarında dahi, bir takımın kalitesini doğrudan etkilerler. O manada iki yabancı ön liberonun yanında, yedeklerde Musa Çağıran, Barış Özbek ve kendisini son kontrat senesinde Galatasaray'da bırakacak bir performans sergilemek zorunda olan Ayhan Akman bu bölge için ideal tertip olmalıdır. Ancak Galatasaray yönetimi ve teknik kadrosu, bir yabancı transferini yeterli görüyor gibi. Bu da sene boyunca, ya Elano kalırsa, yine kendisinin alışmadığı daha geride bir pozisyonda konumlanmaya devam edeceğini, ya da orta sahada ilk 11 alternatiflerinin Mustafa Sarp veya Barış Özbek olacağını gösteriyor ki, neresinden bakılsa faciadır.


2. Galatasaray yine son iki senede sürekli sakatlıklardan çekti. Kariyerinde sakatlık olmayıp da Galatasaray'da sakatlanan oyunculara bir nebze şanssızlık diyelim; lakin Galatasaray genel itibariyle kariyerinde ciddi sakatlıklarla boğuşmuş futbolcuları bünyesine katmayı tercih etti. Burdan hareketle, öğrenilmiş dersin, özellikle son iki senesini sürekli oynayarak geçirmiş oyunculara yönlenmek gerektiği olduğu açıktır. Peki Galatasaray ne yaptı? Şu ana dek gözüken itibariyle peşinden koşulan Grella, son iki senesini sakatlıklarla boğuşarak geçirmiş bir isim. Yani dünya üzerinde, tam da Galatasaray'ın hiç dokunmaması gereken bir oyuncu örneği. Bu manada bu konuda hiçbir ders alınmamış gözüküyor.


3. Galatasaray'ın son iki senedeki bir diğer sıkıntısı ise forvet rotasyonundaydı. Genellikle en az 4 forvete sahip olan, kimliğinde hep iyi forvet oyuncularını bünyesinde barındırmak olan bir takım, geçen sene en kritik maçlarında Arda Turan'ı forvet oynatmak durumunda dahi kaldı. Bu manada gerekli ders alındı mı diye sorarsak, şu ana dek görülen itibariyle, öncelikle Mehmet Batdal alındı. 24 yaşındaki senelerdir ismini duyduğumuz bu oyuncu, yedek forvet olarak Hasan Kabze katkısı yapsa dahi yerinde bir transferdir. Galatasaray'ın bununla da yetinmeyeceği ve bir forveti daha kadrosuna katacağı yönünde haberler okuyoruz; ki bu da son derece doğru bir hamle olur.


4. Galatasaray'ın sol ve sağ bekinde sezon içerisinde rotasyon problemleri yaşadığı da ortadaydı. Bana göre aslında Galatasaray'ın ilk tercih bek oyuncuları olan Hakan Balta ve Sabri Sarıoğlu da kafamdaki Galatasaray'ın ilk 11 bekleri değiller. Ancak yukarıdaki mevkiilerden önce buraya üst düzey isimler alamayacak durumda olan Galatasaray'ın bu bölgelerde sadece rotasyonunu genişletmesi dahi doğru bir hamledir. Bu maksatla, fiyat/performans oranı çok yüksek olan Caner Erkin gönderilmiş ve sol beke şu anda Milli takım kadrosunda olan 24 yaşındaki Çağlar Birinci alınmıştır. Çağlar'ın takımda tutması halinde bir diğer katkısı da sert şutlarıyla duran toplarda olabilir. Sağ beke ise dolaylı bir katkı yapılarak, hem stoper hem de sağ bek oynayabilen Ali Turan alındı. Ali Turan'ın Turkcell Super Lig'in en iyi defans oyuncularından biri olduğunu düşünen ben, kendisini değil rotasyon elemanı, ilk 11 oyuncusu olarak görüyorum. Bu manada da Galatasaray'ın dersine çalıştığı söylenebilir.


5. Defansın ortası bir başka problemli alan olarak Galatasaray'ın karşısında 2 sene boyunca yer aldı. Bu bölgeye yönelik olarak derslerin çıkarıldığı da, ilgili bölgeye Neill'ın yanına top tekniği yüksek bir stoper arayışında olunmasından anlaşılıyor. İsmi geçen Marquez bu bölge için bir rüyadır. Hatta çoğu maçta orta sahada ön liberoda da kullanılıp o bölgeye de neşter olabilir. Ayrıca yukarıda bahsettiğim üzere Ali Turan da bu bölge için mükemmel bir alternatif olarak kadroya katılmıştır.


6. Galatasaray'ın Leo Franco ile devam edemeyeceği bir başka çıkarılan ders olmalıydı. Henüz bu bölgeye bir yabancı kaleci ismi geçmiyor; ancak performansını yeterli görmediğim Aykut ve geleceğinden umutlu olmama rağmen yeterli çabayı gösterip göstermediği konusunda şüphelerim olan Ufuk'la devam edilse bile durumun son iki seneden kötü olmayacağını şimdiden öngörebiliyorum. Bu manada burda bir tercih yapılıyor ve bana göre de çok üst düzey bir yabancı kaleci bulunamayacağı sürece bu iki isimle devam edilmesi doğrudur. En nihayetinde bu kadro Aykut/Orkun ikilisiyle 20'ye yakın maçı clean sheetle bitirip şampiyon da olmuştur.

7. Galatasaray'ın bir başka çıkarması gereken ders, elinde kanatta oynayabilecek onlarca oyuncu varken ve henüz diğer elzem bölgelerindeki sorunları halletmemişken, o bölgelere transfer yapmaması gerektiğiydi. Ancak her nedense, yine transfer listesinde ilk sırayı bir kanat oyuncusu Stoch aldı. Dos Santos ve Kewell'ın gidecek olmasından ötürü bir nebze bu sefer anlayışla karşılayabilirdik bu durumu; ancak solda Arda ve sağda Keita'ya alternatif olarak bir de Serdar Özkan eklenmişken, hala ilk tercihe bu kadar pahalı bir oyuncuyu oturtmak ayranım yok içmeye, kürkle giderim bilmem ne yapmaya durumudur. Bu manada Fenerbahçe'nin Stoch'u alması Galatasaray'ın diğer elzem bölgelerine daha ciddiyetle yaklaşmasını beraberinde getirecekse, oldukça hayırlıdır.


8. Galatasaray'ın bir başka görmesi gereken konu; artık "orda olmadı ama, burda ya tutarsa.." düşüncesiyle hareket ederek kariyerlerinde son senelerini düşüş içinde geçiren isimlere bir şans daha verip ulufe dağıtan klüp olmaktan vazgeçmesiydi. Lakin Serdar Özkan transferiyle yine bu kumarlardan biri oynandı. Söyleyecek bir şey yok; umarım bu sefer en azından bir Ayhan Akman hikayesi yazılabilir.

Genel hatlarıyla bakıldığında Galatasaray'ın yüzde yüz olmasa da doğru tespitler yaparak transfer sezonuna girdiği ve şimdiden 5 Türk oyuncuyu kadrosuna katarak değişim yönünde önemli bir adımı attığı görülmekte. Kağıt üzerinde doğru olan stratejileri doğru tercih isimlerle taçlandırmak bundan sonrasının en önemli görevi olacak yönetim adına. Bu manada bugün kaybedilen Stoch, yanlış strateji -doğru isim birleşimine örnekken, Grella doğru strateji - yanlış isim olarak değerlendirilebilir.

Umarım Eylül ayına geldiğimizde Galatasaray'da nice doğru strateji - doğru isimler görürüz..
Devamı

Futbolda dün yok, bugün var..

Geçen sene bugünlerde, Servet'in Marsilya'ya transferi hemen hemen kesinleşmişti. Ortada 8.5 milyon euro gibi bir rakam vardı ve son iki senede gösterdiği performanstan ötürü de tüm Galatasaraylılar kendisine minnettardı. Ben de o günlerde şöyle bir yazı yazmıştım.

Bu transfer olmadı, Servet oldukça kötü bir sezon geçirdi ve sezon sonunda ismi satılacak futbolcular listesinde geçmeye başladı. İşin garibi, ben de dahil olmak üzere hemen hiç kimse, aman Servet nasıl satılır havasında değil. Bunda Servet'in dengesiz futbolunun Rijkaard'ın istediği (veya en azından Galatasaraylıların Rijkaard'ın istediğini düşünmeye çalıştıkları) futbola uymadığının ortaya çıkmış olması kadar, Galatasaray taraftarının tripci oyunculardan illallah demesinin de çok büyük payı var.

Servet yine oynamazsam giderim tadında açıklamalara başlamış durumda. Bir teknik direktörün, bir takımda en istemediği tarz futbolcu sanırım bu olmalı. Oynamadığı anda küsen, cıngar çıkaran, yüzünü asan, takım birlikteliğini zedeleyen futbolcu. Zira, bu en basitinden senin yerine oynayan, haftalarca şu anda senin bulunduğun konumda yedek beklemiş arkadaşına terbiyesizlik.. Ama öyle düşünmüyor Servet.. Tıpkı Fenerbahçe yıllarında, yedek kaldığında, bir maçın devre arasında ısınırken, foto muhabirlerine, "çekin, çekin, bir yıldız kayıyor.." diye bağıran o genç oyuncu, bunca yıl sonra ders almamışa benziyor.

Yukarıda linkini verdiğim yazıda yazdığım tüm iyi düşüncelerimi adeta yakıp yıkan bir davranış biçimi bu. Bursaspor'a bile sıcak bakan Servet, bu nedenle 4-5 milyon euroya bile elden çıkarılsa, sevineceğim. Kimse de 8.5 milyon euroyla karşılaştırmasın. O bir defa karşınıza çıkabilecek bir piyangoydu, geldi, geçti, gitti..
Devamı

Dünya Kupası'nda yolu Galatasaray'dan geçmiş oyuncular..

Önümüzdeki Dünya Kupası'nda daha önceden Galatasaray'da oynamış ve hala oynamakta olan toplam 11 oyuncu var. Bu oyuncuları derlemek istedim. Pek tabii, Türkiye'nin yokluğunda, kalbim özellikle Neill ve Kewell'lı Avustralya'yla başta olmak üzere, Galatasaray'lı oyuncuların takımlarıyla atacak.

Lucas NEILL
Ülke: Avustralya
Forma Numarası: 2
Cap: 55
Gol: 0
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2010 -

Harry KEWELL
Ülke: Avustralya
Forma Numarası: 10
Cap: 45
Gol: 13
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2008 -2010

ELANO
Ülke: Brezilya
Forma Numarası: 7
Cap: 42
Gol: 7
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2009 -

Abdul Kader KEITA
Ülke: Fildişi Sahilleri
Forma Numarası: 18
Cap: 54
Gol: 11
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2009 -

Giovani DOS SANTOS
Ülke: Meksika
Forma Numarası: 17
Cap: 26
Gol: 5
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2010

Rigobert SONG
Ülke: Kamerun
Forma Numarası: 4
Cap: 136
Gol: 4
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2004 -2008

Franck RIBERY
Ülke: Fransa
Forma Numarası: 7
Cap: 44
Gol: 7
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2005

Richard KINGSON
Ülke: Gana
Forma Numarası: 22
Cap: 77
Gol: 1
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2004-2005

Morgan DE SANCTIS
Ülke: İtalya
Forma Numarası: 14
Cap: 3
Gol: 0
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2008-2009

Junichi INAMOTO
Ülke: Japonya
Forma Numarası: 20
Cap: 79
Gol: 5
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2006-2007

Hakan YAKIN
Ülke: İsviçre
Forma Numarası: 15
Cap: 80
Gol: 20
Galatasaray'da oynadığı yıl: 2005
Devamı

Daha fazla konuşmak yok!

Dünya Kupası'na katılan tüm ülkelerin olduğu gibi, İngiltere'nin de 23 kişilik resmi kadrosu açıklandı. Geçen 10 gün boyunca İngiltere'de olduğumdan, 30 kişilik kadronun 23 kişiye indirilmesine yönelik olan süreci çok yakından takip etme şansım oldu..

Bu süreçte, sürekli, Capello'nun eleyeceği 6 kişiye çoktan karar verdiği, ancak Gareth Barry'nin sakatlığının iyileşme sürecine göre son kararını vereceği yazılıp çizildi. Ancak iki temel isimde yanıldı İngiliz basını: Birincisi Walcott kesinlikle kadroda olarak çiziliyor ve Shaun Wright-Philips'in kadro dışı olduğundan emin ifadeler kullanılıyordu. İkinci noktada ise Baines'in yerine Stephen Warnock'un Ashley Cole'un yedeği olarak kadroya katılması sürpriz oldu.

Tüm İngiliz basını ve Capello, Barry'nin oynayıp oynayamayacağına kilitlenmiş durumdaydı. Klubü Manchester City'de, Tottenham Hotspur maçında sakatlanan Barry, henüz Milli takımla antrenmanlara katılabilmiş değil. İyileşme sürecini hızlandırmak için, oksijen çadırında dahi uyuyan Barry için Capello tüm sistemimin en kilit adamı yorumu yapıyordu. Hele ki, Meksika maçında orta sahada özellikle Carrick'in bekleneni verememesi ve Meksika'nın İngiltere'nin defansı arasında çok pozisyon bulması, endişeleri iyice arttırdı. Capello'nun tek şartı, Barry'nin Amerika ile ilk maçı oynayacakları gün, antrenmanlara başlayabilecek olmasıydı. Görünen o ki, doktorlardan bu garantiyi almış durumdalar. Grup maçlarını kaçıracak olan, antrenmansız Barry'den ne kadar faydalanabilecekler soru işareti. Ancak bu kadar çaresizce Barry'e sarılmalarının arkasında Lampard-Gerrard birlikteliğinin kağıt üstündeki harikalığına rağmen, yeşil çimde yıllardır yarattığı sorunlardan artık Capello'nun kurtulmak istemesi. Capello, Gerrard'ın hücum gücünden yararlanmak istiyor ve sol açığa yakın, ilerideki 3'lünün solunda oynatıyor. Eğer Barry oynayamazsa, Gerrard yine geriye gelecek; bu durumda da ikisi de hücuma çıkmayı çok seven bu ikiliyle, İngiltere orta sahasının defansif gücü oldukça yara almış olacak. Özellikle büyük maçlarda.

Bir diğer ilginç seçim ise Emile Heskey. Gol atmayan golcü deniyor kendisine; ancak yine de, ister son 8 Premier Lig maçında oynamamış, ister yaşlanmış, ister son Milli takım golünü seneler önce atmış olsun, tüm İngiltere Heskey'nin yardımcı forvet rolünü çok iyi oynadığını ve yanındaki forveti yıldız yaptığını düşünüyor. Capello genelde Heskey veya Crouch'u önde, arkasındaki üçlünün ortasında da Rooney'i geriden gelen forvet olarak oynatmayı düşünüyor. Büyük maçlarda, Rooney'nin en önde oynayıp, orta sahanın bir adam fazlalaştırılması da alternatiflerden biri.

Tekrar baştaki en şaşırtıcı seçime dönersek, Walcott'un kadro dışında bırakılmasının çok da yanlış olduğunu düşünmüyorum. Hızlı olmasına rağmen, son top kullanımı genelde çok istikrarsız olan bu tip futbolculardan hoşlanmıyorum. En yakın örneği, bizdeki Giovani Dos Santos'tur. Denk gelirse bir maçta sonuca etki eder böyle adamlar; denk gelmediği her maçta, orta sahada dripling yapıp, vaay dedirten, ama sonuca etki edemeyen adamlar olarak gelir geçerler. Bu manada daha tecrübeli Wright-Philips'in, hatta bir ara kadrodan çıkacaklar arasında gösterilen, bana göre büyük topçu, Joe Cole'un yedek olarak bulunduğu bir İngiltere çok daha güçlüdür. 4 sene önce tıfıl Walcott için kupaya götürülmeyen Defoe'nun da ahı tutmuş denebilir aslında.

Capello'nun gündem yaratan bir diğer kararı ise bir kaç yıl önce milli takımı bıraktığını açıklayan, hatta bu kararını, yazdığı otobiyografisinde, Milli takımdaki yenilgilerin kendisini Liverpool'daki mağlubiyetler kadar etkilemediğini yazacak kadar açık dille ifade eden Carragher'ın yeniden kadroya çağrılması oldu. Carragher, sakatlıklarla boğuşan İngiltere'de, hem sağ beke hem de stoperlere alternatif olacak. Carragher'ın bu dönüşü, bir çok İngiliz'de öfkeyle karşılansa da, Carragher, bu yaştan sonra bir Dünya Kupası daha görecek halim yok, Liverpool da da kötü bir sezon geçirdik, daha az maç oynayacağım, neden gitmeyeyim modunda.. Nitekim Dünya Kupası sonrası yine bırakacağını çoktan açıklamış durumda.

Bütün bu tercihlerden gördüğümüz ve Capello'nun bizzat kendisinin söylediği gibi, hoca İngiltere'nin en iyi oyuncularını kadroya katmaya çalıştı. Ancak görünen o ki, her ne kadar ilk 11'inde hala Terry, Ashley Cole, Lampard, Gerrard, Rooney gibi süperstarlar olsa da, Dünya Kupasını kazandıran kadro derinliğinin İngiltere'de çok da olmadığı yönünde. Ancak başlarında bu sefer muhteşem bir hoca var. Ve turnuva boyunca, oynadıkça büyüyen bir takım yaratmaması için hiçbir sebep yok. Lakin bunu gerçekleştirmek için, bu saydığım süperstarlardan ziyade diğer oyuncuların performansının çok üstüne çıkması gerekiyor.. Zira bu seneyi muhteşem geçiren ve şu anda İngiltere'de tam bir idol muamelesi gören Rooney gibi bir oyuncu dahi, tek başına bir şeyler kazandırmaya yetmez..Bakalım tshirtlerinde yazdığı gibi daha fazla konuşmadan sadece işlerine odaklanabilecekler mi? ve en önemlisi, penaltı atabilecekler mi? :)
Devamı