Klasik Alex hareketi bu sefer Trabzon'daydı..

Biliyorsunuz bizim ligimizde hakemlerin kafasında oyuncular, Erman Toroğlu'nun yönlendirmelerine göre şekilleniyor. Buna göre bazı oyuncular önceden mimli olup, ne yaparlarsa yapsınlar hakemlere yaranamıyorlar. Bazı oyuncular ise, sevimli - zararsız addedilip, ona göre itimas zincirinde yerlerini alıyorlar. 

Alex de Souza da bunlardan biri. Çok takdir ettiğim, Fenerbahçe'lilerin yeterince kıymetini bilmediklerini düşündüğüm ve saha dışında tam bir beyefendi olan Alex, saha içinde ise zor anlarda çoğu zaman kendini kaybedebiliyor.. ve bu anlarda artık klasikleşen hareketini sergiliyor.. Rakip oyuncuya, adeta ayağını kırmak istercesine, tabanıyla basıyor Alex.. Bunu her sene en az 3 kez yapıyor, ancak henüz bir kırmızı kart görmüş değil. 

Beşiktaş'ın şampiyonluk görüntülerine yer verilmesinden ötürü, Alex'in bu aynı hareketi Trabzonsporlu Giray'a yaptığı pek gündeme gelmedi yine..Oysa maç 1-1 iken bu harekete çıkmayan kırmızı kart belki de gelecek sene Trabzonspor'un Şampiyonlar Liginde oynayamamasına sebep olacak.. 

Üzerine su sıçrattı diye Galatasaraylı oyuncuyu direk kırmızı kartla atan hakemlerin yer aldığı bir ligde, çok da şaşırtıcı değil aslında. Ama biz yine de, ezber bozmak, tarihe bir not düşmek adına yazalım. Gelecek sene Alex aynı hareketi yaptığı zaman tekrar hatırlarız..
Devamı

Beşiktaş'ın 11. Şampiyonluğu -- 13 Değil!

Takip ettiğim kadarıyla yazılı ve görsel basında, Beşiktaş'ın kazandığı şampiyonluk 13. şampiyonluk olarak ilan ediliyor. 

Şu devirleri yaşayanlar olarak hepimiz biliyoruz ki, bu Beşiktaş'ın 11. şampiyonluğu. 

Diğer iki sözde şampiyonluk ise, Haluk Ulusoy Federasyonu zamanında Beşiktaş'ın ikinci yıldızı takabilmesi adına uydurulmuş iki şampiyonluktan ibaret.. Bilindiği gibi, rahmetli Cenk Koray'ın öncülüğünde başlatılan bu girişimle, Türkiye Ligi 1959'da kurulmadan önce, 1958 ve 1957 yılları arasında Beşiktaş'ın Türkiye'yi Şampiyon Klüpler Kupa'sında temsil ettiği gerekçesiyle iki şampiyonluk daha eklenmiş ve Beşiktaş o "şerefli" yıldızı göğsüne takmıştı.

Türkiye Ligi 1959 yılında kuruldu ve üzerinden 51 sezon geçti..

Galatasaray 17, Fenerbahçe 17, Beşiktaş 11, Trabzonspor 6 = Toplam 51 sezon. 

Ancak 51 yıla 53 şampiyonluk sığdırılıp Beşiktaş'ın şampiyonluğu 13'e çıkarılmaya çalışılıyor. 

Türkiye Ligi 1959 yılında kurulmadan önce, 1951-59 yılları arasında İstanbul Profesyonel Ligi oynandı. Bu ligde Galatasaray ve Fenerbahçe 3, Beşiktaş ise 2 şampiyonluk kazanıyor. Beşiktaş'ın Şampiyon Klüpler Kupasına (ŞKK) gittiği o iki sezonda ise İstanbul Liginde 1957 yılında beşinci, 1958 yılında ise dördüncü.. Peki neden dönemin Federasyonu Beşiktaş'ı yollamış ŞKK'na? Federasyon bu takımı belirlemek için, 1956-57, 1957-58 sezonlarında bir turnuva düzenliyor. Aynı Federasyon aynı adlı turnuvayı 1958-59 sezonunda bu sefer Türkiye Ligine yükselecek takımı belirlemek amacı ile düzenliyor ve o turnuvayı Kasımpaşa kazanıyor. 

1956-57 ve 1957-58 yıllarında aslında liginde beşinci ve dördüncü olan Beşiktaş, bu küçük turnuvaları kazandığı için, yıldız hesabına iki şampiyonluk daha eklendi.

Peki ya şampiyonluk sayısına?

Ona dokunmaya Ulusoy Federasyonu dahi cesaret edemedi. O dönemki Federasyonun yaptığı açıklamayı aynen kopyalıyorum:

TÜRKİYE FUTBOL FEDERASYONU BASIN BÜLTENİ: YILDIZ TAŞIMA HAKKI



Tarih: 25.03.2002 

BASIN BÜLTENİ 

Beşiktaş Kulübümüzün Ligler Statüsünün 29/b maddesinde öngörülen hüküm ile ilgili başvurusu ve Yönetim Kurulumuzca 21 Mart 2002 tarihli toplantıda alınan karar hakkında yanlış anlamalara mahal vermemek ve spor kamuoyumuzun doğru bilgilendirilmesini temin amacıyla açıklamada bulunulması gerekli görülmüştür. 

Kulübümüz, Türkiye Profesyonel Ligi henüz kurulmamış iken Federasyonumuzca "Federasyon Kupası Şampiyonası" adı altında 1956-1959 yılları arasında üç kez düzenlenen müsabakalar neticesi kazanmış olduğu iki adet birinciliğin Lig Şampiyonluğu olduğu savı ile şampiyonluk sayısının 9 değil 11 olarak kabul edilerek ile iki altın yıldız taşıma hakkının tanınmasını talep etmiştir. 

Aynı içerikli bu ikinci talep de kabul görmemiştir. Anılan şampiyonalarda alınan birinciliklerin Lig şampiyonluğu olarak kabul edilmesi mümkün değildir. 

Yapılan incelemeler esnasında "Federasyon Kupası Şampiyonluğu"nun oynandığı yıllarda "Türkiye Profesyonel Ligi" ve "Türkiye Kupası" organizasyonlarının bulunmadığı, bu müsabakaların Federasyonumuzca ülkemizin genelinde düzenlenen ve birincilerine Türkiye’yi yurtdışında temsil hakkı tanınan nevi şahsına münhasır organizasyonlar olduğu değerlendirilmiştir. 

Federasyon Kupası Şampiyonalarında alınan birinciliklerin Türkiye Ligi Şampiyonluğu olarak kabulü mümkün olmamakla birlikte yukarıda sunulan nedenlerle bu birinciliklerin Ligler Statüsünün 29/b maddesinde öngörülen sayı hesabı açısından dikkate alınması Yönetim Kurulumuzca hakkaniyete uygun bulunmuştur. 

Türkiye Profesyonel Liglerinin 1959 yılında başlamış olduğundan tereddüt yoktur. Bu dönemden önce mahalli ligler ve 1956-1959 yılları arasında da ülke çapında "Federasyon Kupası Şampiyonası" oynanmıştır. 

1956-1957, 1957-1958, 1958-1959 sezonlarında gerçekleşen "Federasyon Kupası Şampiyonası"nın 1959 yılından sonra devam eden lig şampiyonası veya Türkiye Kupası’nın birinin ilk hali olarak kabul etmek mümkün değildir. 

Bu şampiyona bölgesel yarışmalarda başarılı olan kulüplerin yarıştıkları sui generis (nev-i şahsına münhasır) nitelikli bir şampiyonadır. 

Bu sebeple bu şampiyonada iki defa birincilik kazanmış Beşiktaş Jimnastik Kulübü ile bir kere birincilik kazanmış Kasımpaşa Kulübünün bu başarılarının Türkiye Profesyonel Ligi şampiyonluğu olarak kabulü mümkün değildir. 

Ancak bu müsabakaların Federasyonumuzca ülke çapında düzenlenmiş olması, düzenlendikleri dönemde ayrıca ulusal bir lig organizasyonunun mevcut olmaması ve birincilerine ülkemizi uluslar arası yarışmalarda temsil etme hakkı tanınmış olması sebeplerinin hepsi bir arada değerlendirilerek bu kulüplerimizin anılan turnuvalarda aldıkları birinciliklerin Ligler Statüsünün 29/b (10/1) (2001) fıkrasında ön görülen hak açısından gerekli sayı hesabına dahil edilmesine karar verilmiştir. 

Spor Kamuoyunun dikkatine saygı ile sunulur. 

Türkiye Futbol Federasyonu


Görüldüğü gibi, Beşiktaş'ın şampiyonluk sayısının arttırılmadığı, sadece yıldız takabilmesi için, yıldız hesabına artı iki çentik atıldığı vurgulanıyor tabir-i caizse.. Bu gerçek ortadayken ve üzerinden sadece 7 yıl geçmişken, medya dezenformasyon ile bu sayıyı şimdiden 13'e çıkarmış durumda. Bizim neslimiz bunu hatırlayacak, ancak bir süre sonra bu unutulacak ve bu artı 2 rakamı doğru bilinen yalanlar sınıfından hayatımızın bir parçası haline gelecek..

O yüzden şimdiden buna bir dur denmeli. Beşiktaş'ın şampiyonluğu 11'dir ve eminim ki gerçek Beşiktaşlılar da bu "Beşiktaşlı duruşu"na yakışmayan sahte şampiyonluklardan kurtulmayı en az bizim kadar temenni ediyorlardır..

(1956 yılında Türkiye'yi ŞKK'nda İstanbul Profesyonel Ligi şampiyonu sıfatıyla Galatasaray'ın temsil ettiğini ve aynı gerekçeyle Galatasaray'a da yıldız hesabında artı bir verilmesi gerektiğine değinmiyorum bile. Zira dediğim gibi, biz Galatasaraylılar olarak böyle suni artıların peşinde değiliz. Gerçek Beşiktaşlıların da olmaması gerektiğine inandığım gibi..)

Bu vesileyle Beşiktaş'ın 11. şampiyonluğunu kutlarım.

Devamı

Yerliler Çetesi

Galatasaray'da belki de sezonun başarısızlıkla geçmesinin bir numaralı sebebi bu. 

2008-09 sezonunda şampiyonluğun Türk oyuncuların sorumluluk aldığı son haftalarda gelmesi, bir sonraki sezon için büyük bir tehlike getiriyordu. Ama kimse bunu göremedi. Üstüne bir de her türlü gruplaşmanın lideri olabilecek olsa da, son noktada zekasıyla o gruplaşmaları takımın lehine çevirebilen Hakan Şükür de takımdan ayrılınca, yerliler çetesinin elebaşlığı 21 yaşında "abi çekmek", "biz.. yaparız..ederiz.." raconuyla konuşmaya başlayan Arda Turan'a kaldı. 

Arda kimine göre sezonun en başarılı futbolcusu Galatasaray'da.

Bana göre ise, bu seneki başarısızlığın bir numaralı sorumlularından; eğer yönetim ve teknik yönetim bacaklarını soyutlarsak..

Arda takım içi liderliğe soyunurken, henüz buna hazır olmadığını gösteren her şeyi yaptı sezon boyunca.. Önce Harry Kewell'ın gelmesiyle sol kanatta oynamasının tehlikeye girmesi üzerine abuk sabuk açıklamalar yaptı; hatta bunu Galatasaray dergisinde bence sol kanatta ben oynamalıyım demeye kadar götürdü.. Sonrasında, malum Hertha Berlin maçındaki kaptanlık hadisesi sonrası bu saatten sonra ikinci kaptanlığı kabul etmem şeklindeki açıklamasıyla ve bariz bir şekilde ilk yarıda takımı sürükleyen Lincoln'e cephe almasıyla takım içindeki ayrımcılığı körükledi..

Sonrasında bütün sene çıkardığı olayları, her gece klübünün açılışında baş köşede yer alışlarını vs. saymayacağım. Zira yazının konusu bu değil.. En nihayetinde geldiğimiz noktada, bu genç adam Galatasaray gibi bir klüpte demeç verip, Bülent Korkmaz devam etmeli deme cüretini bile kendinde bulacak noktaya geldi... 

O Bülent Korkmaz da, takımda Türk oyuncular çok karakterli, onlar kadar karakterli yabancı oyuncular da alınırsa başarı gelir deme garabetini bize yaşatırken, aynı zamanda neden asla ama asla iyi bir teknik direktör olamayacağını da gösteriyordu..

Galatasaray'ın gelecek sene başına geçecek teknik adamını, dokusu çok sorunlu bir futbolcu topluluğu bekliyor. O yüzden, o teknik adamın sorunu, 4-4-2 mi 4-3-3 mü vs. olmayacak; aksine daha zor bir şekilde bu bölünmüş, dengesini kaybetmiş genç adamlardan yine bir takım yaratabilmek olacaktır.. Bu nedenle bana göre gelecek sene şampiyon olması en zor takım Galatasaray'dır.. 

Bunları neden mi yazıyorum? Önce Beşiktaşlı Cissé'nin yaptığı şu açıklamayı okuduktan sonra:

Galatasaray ve Fenerbahçe'nin bu sezon neden başarısız olduğu konusuna da değinen Cissé, "Geçen Pazar Milan Baros ve Shabani Nonda'yla da bu konuyu konuştum. Fenerbahçe'de olduğu gibi Cimbom'da da yabancı futbocularla yerliler arasında uyum sağlanamadı. Hattâ Galatasaray'ın stoperi Meira, çok tuhaf koşullarla Zenit St-Petersburg'a kaçtı" dedi.

(Kaynak: Fransa'nın So Foot dergisi (turkspor.net'e göre..))

Ve sonra, şu an Beşiktaş'ın şampiyonluk görüntülerini izlerken, takımda neredeyse tüm ikinci yarıda yedek kalmış Zapotocny'nin sevincini, arkadaşlarıyla kenetlenmesini izlerken..

NBA'deki klişeyle, iyi hücum maç, iyi savunma şampiyonluk getirir derler.. Buna bir de arkadaşlığı eklemek lazım galiba..

Devamı

Harry Kewell: Sezona Veda





Tüm tribünleri dolaşarak, Bülent Uygun'u da tebrik ederek, sezona veda etti Oz Büyücüsü.. Bu kötü sezonun nadir güzelliklerinden birisin Harry.. Seneye çok daha fazla şey bekliyoruz senden.. ve.. ah ne güzel yakışırdı kaptanlık pazubandı sana..

Not: Resimler kendi çekimimdir.
Devamı

Futbol garip bir oyun..



Çoğu zaman tuhaf tesadüfleri de içinde barındıran..

İlahi adalet mi demek lazım, yoksa oh olsun mu? Ya da hiç bir şey demeyip vakur kalmak mı?



Geçen sene Konya'da buz üstünde oynatılması dayatılan takımda belki de kariyerini bırakarak sahadan çıkan genç fidan Uğur Uçar, 3 dakika da olsa oynayarak bugün 1 seneyi aşkın bir süre sonra sahalara döndü..

Tam da Konyaspor düşerken..

Hoşgeldin Uğur.. Umarım toparlarsın ve eski günlerinden daha iyi olarak o hep hayalini kurduğun kaptanlıkla Galatasaray'a veda edersin seneler sonra..

Not: Resim bugün maçta kendi çektiğim resimdir.

Devamı

Que Sera Sera!


Maçın beni en çok şaşırtan hususu tribünler oldu. Camp Nou'nun istediğinde rakibe cehennem olabileceğini biliyorduk; ama özellikle son 15 sene içerisinde Barcelona taraftarı maçları adeta tiyatro izler gibi izlerdi. Maça etkileri kesinlikle bizim aynı sloganı 90 dakika boyunca saha içi şartlara aldırmaksızın söyleyen taraftarlarımızdan yine de iyiydi; ters hakem kararlarında o 90 dakika susan taraftar kükrerdi bir anlık da olsa Camp Nou'da.. Ancak hiç bir zaman, bu maçtaki gibi tezahürat yaptıkları, top rakibin ayağına geçtiklerinde ıslıkladıkları, sürekli oyuncularını alkışlarla ittikleri bir maç daha görmemiştim. Bunu 10. dakikada öne geçmelerine bağlayanlar olabilir. Ancak ilk 10 dakikada Manchester United etkili başlamışken dahi tribünlerde sesi çıkan Barcelona taraftarıydı.. Şöyle güzel bir klüp şarkısı olan takımdan da bu beklenirdi zaten:

"Cant del Barça"

Tot el camp 
és un clam som la gent blau-grana 
tant se val d´on venim, si del sud o del nord, 
ara estem d´acord, 
estem d´acord una bandera ens agermana: 
blau-grana al vent,
un crit valent, 
tenim un nom, 
el sap tothom: 
Barça! Barça! Baaarça!

Jugadors 
Seguidors 
tots units fem força: 
són molts anys plens d´afanys, 
són molts gols que hem cridat, 
i s´ha demostrat, s´ha demostrat, 
que mai ningú no ens podrà tórcer: 
Blau-grana al vent, 
un crit valent, 
tenim un nom, 
el sap tothom: 
Barça! Barça! Baaarça!!!

Öte yanda ise, sürekli söyledikleri şarkıyı Que sera sera, whatever will be will be, we are going to Italy!ye uyarlamaktan öte bir yaratıcılık sergileyemeyen, bunu bile söyleyemeyen, neden Roma'ya geldiklerini anlamadığım, finallerde gördüğüm en kötü seyirci performansına sahip Manchester United taraftarları.. Kaldırabilecekleri tek kupanın bu olduğu çok belliydi:


Bu minvaldeki bir tribün etkileşiminin sahaya etkisi de çabuk görüldü. Aslında ilk 10 dakikaya Manchester United iyi başlamıştı. Ronaldo ile 2 pozisyonda gole yaklaştılar, ki aslında bu pozisyon sayısı, ilk 10 dakikadan sonra sahaya tamamen hakim olan Barcelona'nın ilk yarıda yakaladığı gol pozisyonu sayısından daha fazlaydı! Evet, öyle, zira Barcelona o kadar iyi oynadığı, topa hakim olduğu, adeta Manchester'la kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığı dakikalarda öyle aman aman çok net pozisyon bulamadı ilk 45 dakikada Eto'o'nun golünden sonra.. Messi'nin uzaktan bir şutu hariç.. 



Manchester United'ın o kadar iyi başladığı pozisyonda, yediği golden sonra bu kadar demoralize olması çok enteresandı. Bunda sanırım oyuncuların Barcelona'nın kendilerinden iyi bir takım olduğu konusunda bilinçaltı fikirlerinin oluşmasının etkisi olabilir. Zira bu kadar üst düzey bir takım, ancak kendisinden iyi olduğunu düşündüğü bir takım karşısında geri düşerse psikolojik olarak bu kadar etkilenebilir. 

Devre arasında Manchester United soyunma odasında yaşanabileceği düşünen "Ferguson hairdryer", yani Alex Ferguson'ın müthiş fırçalarından nasibini alan oyuncunun Anderson olduğu açıktı. Panik bir değişiklik yaptı Ferguson ikinci yarıya başlarken. Dediğim gibi çok da pozisyon vermemişlerdi kötü oyunlarına rağmen.. Ancak bu değişiklikten sonra, ikinci yarı Barcelona fırtınası şeklinde başladı..

48. dakikada Henry, adeta alamet-i farikası olan, soldan bomboş gelip sağ ayağına çekip bulduğu belki de 100 golden birine benzer pozisyonda van der Sar'ı geçemedi..50. dakikada Messi, Eto'o'nun ara pasında bir adım geride kalırken, 53. dakikada Xavi'nin direkten dönen topu kafalarda atamayana atarlar mı acaba izleri bırakıyordu.. Nitekim bu toptan sonra bir 3-4 dakikalık Manchester baskısı oluştu; o dakikalarda da Park'ın altıpasta vuramadığı kafa ile pozisyonları.. Sonrasında 70. dakikaya kadar orta alan mücadelesine dönen bir maç..


ve Messi.. ve ilah.. bana göre doğru vuruşu yapmak, futbolcunun zekasını gösterir. İsterse dogru vuruşu yanlış yapıp, dağlara taşlara atsın.. Messi pek kafa golü atmayan bir oyuncu.. Ancak o pozisyonda, Xavi'nin ortasında oraya giden topa yapılabilecek tek bir vuruş vardı ve Messi o yapılabilecek tek vuruşu, hem de pek kullanmadığı kafasıyla yapabildi.. Benim diyen forvetler, o kafa vuruşunu yapamazlar.. Ancak zeki futbolcular, isterse kafacı olmasınlar, örneğin nice güzel kafa golleri atan Suat Kaya, Alex de Souza gibi, zekalarını bu pozisyonlarda kullanırlar.. 

Messi'nin golüyle biten maç..Aslında bir dakika sonra Ronaldo golü bulabilse ve 2-1 olsa belki umutlanabilirdi Ferguson.. Sahadaki oyuncular peki? Hiç sanmıyorum. Maçın hiç bir anında o inanmışlığı göstermedi United'lı oyuncular..

Alex Ferguson ilk kez Şampiyonlar Ligi finalinde kaybederken, büyük hatalar yaptı. Ancak bence ilk başta O'nu yanıltan Abidal ve Alves'in yokluğuydu.. Kanatları daha iyi kullanabileceğini varsaydı ve Rooney'i de kanata attı. Giggs'i de aynı anda oynattı..Rooney'nin giderek pasifize olduğunu süzemedi. 

Guardiola'ya gelirsek.. Gelmeye gerek yok aslında.. Xavi'si ve Messi'si olan bir adam ne yapsa da bir şekilde kazanabilir..


Tebrikler Barcelona.. Tebrikler Xavi.. Tebrikler Messi.. Başlıkta söylediğim gibi, "her ne olursa olsun" en iyisi sizdiniz bütün sezon boyunca..

ve..

Beter ol dünyanın en itici futbolcularından Ronaldo..Ne oldu?


Maçın adamı: Xavi
Maçın taraftarı: Barcelona seyircisi
Maçın sözü: " 1-0 kazanmıştı United Porto'yu yenerken.." - İlker Yasin

" United'lı oyuncularla aynı otelde, hatta aynı katta kaldım. O kadar stresliydiler ki, bir kaçına sordum, bir şey söyleyemediler.." - İlker Yasin ( Ne sordun, ne söyleyemediler?)

"Ronaldo'yu Barcelona seyircisi ıslıklıyor, çünkü İspanya'ya dönersem Barcelona'ya değil, Real Madrid'e dönerim demişti.." - İlker Yasin (Ronaldo Portekizli be adam, İspanyol değil ve orda oynamadı..)


Devamı

Simona Halep Sakatlandı..!

Simona Halep sakatlandı ve bıçak altına yatıyor.. demek isterdim..Ancak bu aslında yarı doğru bir gerçek..

1991 doğumlu, Romanya'nın yeni tenis yıldızlarından Simona Halep, resimde gördüğünüz fazlalıkların tenis performansını etkilediğinden dem vurarak, bir operasyonla göğüs ölçüsünü küçültmek istediğini açıklamış. En son Pınar Altuğ'un fi tarihinde gerçekleştirdiği operasyonun bir benzerini yaptıracak olan Simona'nın bu hamlesinin önüne bence en önce TV yayıncıları geçmeli.. Anna Kournikova gibi bir tenis felaketi dahi yıllardır güzelliğinin sayesinde ekmek yediyse, bırakın 17 yaşındaki Simona'mız da fazlalıklarından yararlansın.. Aksi taktirde çeşitli ülkelerin Romanya büyükelçiliklerine karşı yürüyüşe geçmeye başlayan erkek güruhlarını gözümde şu an bile canlandırabiliyorum!

Şaka bir yana, ATP sıralamasında 258. sırada yer alan bu genç tenisçi, muhtemelen yeteneğiyle asla yer bulamayacağı sayfalarda bu açıklamasıyla yer almış oldu.. Köstenceli, Hagi'nin hemşehrisi bu genç kızımız devamını getirebilecek mi hep birlikte göreceğiz..

Bu vesileyle haftasonu başlayan Roland Garros turnuvası hepimize hayırlı uğurlu olsun efendim. Yoğun iş koşulları nedeniyle pek izleyip yazamayacağım gibi gözüküyor, ancak en azından final maçlarında ekran başında olacağım..
Devamı

Aykut Kocaman: "Ne kokar, ne bulaşır.."

Aykut Kocaman gelecek sene Ankaraspor'un başında olmayacak..

Türk futbolunun nadir adam gibi adamlarından biri Aykut Kocaman. 

Ama hadi artık itiraf edelim; hiç de iyi bir teknik direktör değil Aykut Kocaman.. 

Aykut'un oynattığı futbol konusunda, bugüne kadar bana en doğru gelen tarifi babam yapmıştı: "Ne kokar, ne de bulaşır.." Gerçekten de Aykut Kocaman'ın teknik adamlığını yaptığı takımlar, sürekli pas yapmaya, topu ayağında tutmaya yönelik bir oyun oynamaya çalışsa da, ceza alanı çevresinde etkili olmaktan hep uzak kalmış, topu ayağında fazla tutmanın başarı olduğunu sanmıştır. 

2000 yılından beri yardımcı, 2003 yılından beri de teknik direktör olarak sürdürdüğü antrenörlük hayatında elle tutulur hiç bir başarısı yok. 2003-04 yılında İstanbulspor 1 puan farkla ligde kalabilmişti. Bir sonraki sezon Malatyaspor'a gitti, ancak sezonu tamamlayamadı. Sonrasında aynı senaryo Konyaspor'da da işledi..Daha sonra Ankaraspor'daki başarısızlığından sonra kendini nadasa çekti, tekrar Ankaraspor'a döndü; başarılı başladığı sezonda, ikinci yarıda neredeyse küme düşme potasına girecekti takımı..

Bütün bu başarısız yıllara rağmen, adamlığı sayesinde, Radikal Futbol ekiyle medyamıza hakim olmaya başlayan genç-romantik-futboldan gelmemiş-eski solcu yeni yazar tipleri tarafından hep yüceltildi Aykut Kocaman.. Aykut hocam da hocam dediler.. Başarısızlığından ötürü kendini nadasa çektiği dönemde, bakın öyle diğer antrenörler gibi sık takım değiştirmiyor dediler, ancak prensip nedeniyle ayrıldığı Ankaraspor'a geri gelişine hiç ses çıkarmadılar.. Türk medyasının her şart altında koruduğu adamlardan biri oldu Aykut..

Başka bir ülkede bu performansla hiç bir teknik adamın adı Milli Takım için geçemez örneğin.. Ancak Fatih Terim'in ayrılmasıyla, şimdilerde bile ara ara dillendirildiği üzere, Milli Takıma aday hocalardan biri olarak gösteriliyor Aykut Kocaman.. Hangi başarısıyla, hangi teknik adamlık kabiliyetiyle?

O yüzden, O'nu ön plana çıkaracak, övecek bir dolu yazı arasında, varsın biz de Kral Çıplak! diyelim.. Aykut kötü bir teknik direktör diyelim, "ne kokar, ne bulaşır.." diyelim..
Devamı

Galatasaray'ın Derbi Şanssızlıkları Volume 789508..


Aynı futbolu Fenerbahçe, Beşiktaş'a karşı oynasa, muhtemelen skor 1-5 olurdu..

Galatasaray oynayınca 2-1 oluyor..

Bunu sadece şansla açıklamak da mümkün mü bilmiyorum..

Ancak tüm Galatasaraylılar biliyordu ki, maç 0-0 giderken, topla oynama yüzdeleri 66'ya 34'ü gösterirken, Galatasaray birbiri ardına pozisyona girerken dahi, birazdan abuk subuk olmayacak bir gol yenebilir.. Nitekim yendi de.. Ardından aynı filmi ikinci yarıda bir kez daha yaşadık.. Yine pozisyona giren, oynayan Galatasaray, ancak skoru bulan Beşiktaş..

Sadece şans mı?

Büyük oranda şans olmakla birlikte bence başka bir takım faktörler de var bu senelerin derbiler başarısızlığında..

Öncelikle elbette psikolojik etmenler. Bana göre psikoloji, sporda yetenekten bile önemlidir. Yıllardan beri bunu iddia ederim. (Mustafa Denizli de bu iddiamın benzerini senelerdir dile getirir satır aralarında..) Çok yetenekli oyuncular dahi, o yeteneklerini ön plana çıkaran psikolojik etmenlerden soyutlanınca, yetenek fakiri haline gelebilirler.. 

Galatasaray'ın 10 senedir Kadıköy'de galip gelememesi, 13 yıldır İnönü'de tek bir galibiyetinin olması, öylesine bir psikolojik çöküntü yarattı ki, ne oralara giderken futbolcu tam inanıyor, ne de tam inansa dahi, bir küçük hatada geri düştüğü anda, "ulan yine biz oynayacağız, bunlar kazanacak" psikolojisine girmekten sıyrılamıyor.. Bu da vuruşlarında, kademesinde, oyun konsantrasyonunda hataları beraberinde getiriyor.. 

İkinci etmen olarak, Galatasaray'ın yıllardır hücumda ve savunmada duran toplarda bir türlü başarılı olamaması. Günümüz futbolunda büyük takımlar artık birbirine o kadar yakın ki, çoğu zaman sonucu belirleyen duran toplar oluyor. Lakin Galatasaray bu duran toplardan derbilerde hemen hiç gol bulamamasına karşın, hemen hepsinde de boncuk misali bir tane duran top golü yiyor.. Bu da yukarıdaki psikolojik çöküntüyle iç içe geçiyor..

Üçüncü etmen olarak, Galatasaray taraftarının sahip çıktığı oyuncuların, ya da şöyle diyelim, Galatasaray taraftarının iyi oyun olarak nitelediği futbolcu tipinin tarifi bana göre ön plana çıkıyor.. Örneğin, bu maçta 100 Galatasaray taraftarına sorsanız, 99'u Arda'nın mükemmel oynadığını söyler.. Oysa Arda orta sahada sürekli iyi şeyler yapıyor gözükmesine, her aldığında 2-3 çalım atmasına rağmen, ilk yarıdaki Kewell'a pası hariç en 4-5 pozisyonda pas vermesi, oyunu açması gereken noktalarda bunları yapmamış ve çalım sevdasıyla topu kaptırmıştır. Ancak topu kaptırana kadar yaptığı iki çalım göze hoş gözüktüğünden iyi oynadı olarak değerlendirilir. Oysa sonuca etki anlamında oldukça zayıf kalmıştır. Galatasaray'ın son senelerdeki derbi hüsranlarında orta sahada hakim olup, ceza alanı çevresinde üretkenlik getirmeyen bu tip futbolun ön plana çıkarılması da bence bir başarısızlık nedenidir.

Herşeye rağmen, yine de Galatasaray taraftarı bugün başı dik geziyor; Beşiktaşlının içinde ise adamlar bizden daha iyi oynadı ama şanslıydık düşüncesi var. O yüzden mutsuz yatmıyorum, ama bu derbi ritüelinden de sıkıldım artık..
Devamı

İngiltere'de Küme Düşenler


Son 4 haftaya girilirken Britanya'nın kuzeyinde yer alan 4 takım (Sunderland 36p, Hull City 35p, Newcastle United 34p, Middlesbrough 32p) West Brom'dan sonra küme düşecek son iki takım olmamak için mücadele edeceklerdi. Mücadele de etmişlerdir muhtemelen; Spormax kanalı gereksiz bir şekilde diğer kanallarla ortak yayınla TSL maçlarının önünü yayınladığı için, izleyemedik. 

Lakin bu izleyemediğimiz "mücadele"nin ne kadar kelimenin anlamını doldurduğu tartışılır. 

Çünkü küme düşmemek için oynayan 4 takım da yenildiler. Sonuçlar şöyle:

Sunderland 2 Chelsea 3
Hull City 0 Manchester United 1
Aston Villa 1 Newcastle United 0
West Ham United 2 Middlesbrough 1

Yukarıda verdiğim puan durumu dahilinde, Newcastle United ve Middlesbrough hem küme düşmüş, hem de en az 30 milyon poundluk Premier Lig gelirlerinden mahrum kalmış oldular. 

İngiltere'nin en büyük stadyumlarından birine sahip olan ve sürekli full oynayan Newcastle, şampiyonluk mücadelesi verdiği günlerden bugünlere her sene yanlış kararlar alarak, yanlış transferler yaparak adeta tırnaklarıyla kazıyarak geldi. Sezon ortasında takımı emanetçi hoca Joe Kinnear gibi abuk birine teslim ederek zaten bugünlerin fitilini yakmışlardı..Yedikleri golü, senelerdir hiç bir şey vermeyen Damien Duff'ın kendi kalesine atması da ayrı bir ironi olsa gerek..Düşmek onlar için dip noktasıdır; bundan sonra toparlanabileceklerini öngörüyorum ilk şoku atlatabilirlerse..

Öte yandan, yıllardır boş tribünleriyle, renksiz futbollarıyla Premier Lig'de sırıtan, "Tuncaylı Middlesbrough" mümkünse bir daha yükselmesin lige..

Sunderland ile Hull City de çok sevinmesin; seneye de bu potada yer alacaklardır..
Devamı

Galatasaraylı TUGAY!



Tugay Kerimoğlu yarın Blackburn Rovers'ta son maçını oynayarak futbola veda edecek..

Tugay ile birlikte benim için de bir sayfa kapanacak.. 

Prekaziler, Tanjular, Uğurlar, Kovaçeviçler, Rambo Yusuflar, Simoviçler, Deli Hayrettinler, Metin-Ali-Feyyazlar, Ulviler-Kadirler-Recepler, Şifolar, Sergenler, Rıdvanlar, Oğuzlar, Aykutlar.. Daha onlarcasını sayabileceğim, o Türk futbolunun yükselişinin aslında ilk kıvılcımını çakan 80'lerin ortasından itibaren o güzel yılları yaşatan, benim futbola gözümü açtığım, bana futbolu sevdiren neslin, o zamanlar genç, şimdi ise yaşlı ve son kalıntısı olan Tugay ile birlikte, futbolun benim çocukluğuma dair son sayfası da kapanacak..

Tugay Kerimoğlu ismi benim için farklıdır. Tugay 22 senedir delicesine takip ettiğim Galatasaray'ın tüm spor branşlarında mücadele etmiş sporcular içerisinde en çok sevdiğim 2-3 sporcudan biridir.. 

Tugay ismiyle ilk tanışmam, 8-9 yaşlarında her sabah Galatasaray'la ilgili haberleri okumak için erkenden kalkıp gazete bayiine koştuğum dönemlere rastlar.. O dönemlerde okuduğum gazetelerden kalma bir fısıltıydı benim için Tugay.. Derlerdi ki, Prekazi antrenmanlar sonrasında genç Tugay'ı çalıştırıyor.. O'nun çok büyük futbolcu olacağını söylüyor.. Bunu okuduktan sonra, Tugay'ı merak etmeye başlamıştım.. İlk sezonlarında genç futbolcu kontenjanından az da olsa oynamaya başlayan Tugay, Sigi Held'li tarihimizin en kötü sezonunda daha fazla şans bulmaya başlamıştı.. 1990-91 sezonuna geldiğimizde ise başımızda Mustafa Denizli vardı.. Çocuk hafızam bana Mustafa Denizli ile Tugay'ın yıldızının o sene barışmadığını söylüyor.. Taa ki, benim Tugay'ın tam olarak büyük futbolcu olacağına inandığım ve hala dün gibi hatırladığım maça kadar..


1990-91 sezonu Türkiye Kupası Finali.. Ankaragücü ile İzmir'de oynuyoruz.. Mustafa Denizli enteresan bir kararla (hala örneklerini bugün de gördüğümüz sürprizlerinden biri) ligde pek de oynatmadığı Tugay'ı liberoda oynatmak üzere ilk 11'e koymuştu.. Ki Tugay'ın geç takımlarda libero oynadığını biliyorduk, ancak A takımda hep orta sahada oynamıştı.. Maça fena başlamamamıza rağmen ilk dakikalarda Ankaragücü Cengiz ile 1-0 öne geçti.. O Cengiz sonraki yıllarda Fenerbahçe'ye transfer olmuş, pek de başarılı olamamış, Fenerbahçe'nin 1990ların klasik transfer hamlelerinden biri olarak kayıtlara geçmişti.. Sonrasında Tanju ile beraberliği yakaladık; ancak maç uzatmaya gitti.. Uzatmada o dönemki en sevdiğim oyuncu olan Uğur Tütüneker ile öne geçmiştik.. 

Tugay liberoda mükemmel oynamıştı ve hala gözlerimin önünden gitmeyen verkaçlarla ceza alanına girip golünü attığı anda dakikalar 120'yi gösteriyordu.. 3-1 galiptik, 21 yaşındaki Tugay ilk kez libero oynamış, golünü atmış ve kupayı kazanmıştık..

Tugay benim için artık yeni favoriydi..


Sonrasındaki sezon takıma iyice oturan bir Tugay.. ve nihayet 1992-93 sezonunun başında Kalli'li Galatasaray'da kaptanlığa getirilen Tugay.. Yanlış hatırlamıyorsam, Galatasaray tarihinin, en azından profesyonel zamanların en genç kaptanı olmuştu Tugay 22 yaşında bu görevi üstlenerek.. Bu O'nun sadece saha içindeki yeteneği değil, saha dışı liderlik vasıflarını da gösteren bir olguydu..

1992-93 sezonu, Galatasaray tarihinin en parlak sezonlarından biri.. Keza Tugay'ın da.. Takımın genç kaptanı olarak, hem bir maestro gibi takımını yönetiyor, hem de mücadelesiyle arkadaşlarına örnek oluyordu.. Sezon 4 kupayla kapatılırken, 10-12 yıla damgasını vuracak Galatasaray'ın temelleri atılıyor, önderi de Tugay oluyordu.. Bu seneye dair benim için Tugay'a dair aklımda kalan kareler, Kadıköy'deki  10 kişiyle 4-1'lik Fenerbahçe galibiyetinde attığı 2 gol; hele ki bunlardan frikik olanında topun ağlara girdiği andaki sesin hala kulaklarımda oluşu.. Öylesine bir bazukaydı.. Sonrasında sezon sonunda Ankaragücü maçı sonrası şampiyonluk kutlamalarında, üstlerinde sadece beyaz külotları kalmış halde Falco Götz ile saha ortasındaki dansları..

1993-94 sezonuna geldiğimizde Kalli yoktu, Hollman vardı.. Ama kaptan takımının başındaydı.. 3-3'lük maçın rövanşında, Manchester United ile 0-0 berabere kalınan maçtaki performansı ile doruğa taşıyordu.. Kendisi de hüngür hüngür ağlıyordu o maçtan sonra.. Hala unutmadığım karelerden biri olarak; tribündekiler de.. İngiliz basınında da Galatasaray'ın genç kaptanı konuşuluyordu maçtan sonra.. O yıllarda henüz Türk futbolcusu kapalı kutu olduğundan, o zaman böylesine beğendikleri Tugay için hamle yapmayan İngilizler, yıllar sonra Tugay'ın kapısını İskoçya'dayken çalacaklardı..

Bu sezona dair bir diğer unutulmaz Tugay anısı da, son şampiyonluk maçı olan Bursaspor maçında geliyordu.. Galatasaray'ın şampiyonluk için son maçta Bursaspor'u mutlak yenmesi gerekiyordu.. Bir gece önce benzer bir durumda, İspanya'da ligin son maçı oynanmıştı.. Deportivo La Coruna, galip gelmesi durumunda tarihinde ilk kez şampiyon olacağı maçta Valencia'ya karşı 90. dakikaya kadar gol bulamıyor ve ancak 90. dakikada penaltı kazanıyordu.. Topun başında Djukic vardı ve golü atarsa Deportivo şampiyon olacaktı.. Lakin kaçırdı Djukic.. 
ve şampiyon Cruyff'un Barcelona'sı idi.. 

Bu görüntüleri izleyen tüm Galatasaraylıları stres basmıştı içten içe.. ve maç başlasın, bir de penaltı kazanmayalım mı? Stres sanırım ikiye katlanmıştı.. Topun başına gelen Tugay, nefeslerin tutulduğu anda, topu kaleciye nişanlıyor ve adeta korktuğumuzu başımıza getiriyordu.. Neyse ki, Deportivo kadar şanssız değildik.. Sonrasında bir duran topta aynı Tugay Hakan Şükür'e asistini yapıyor, ikinci yarıda da Ljung ile bir gol daha bulup şampiyonluğa uzanıyorduk.. Kaptan ikinci şampiyonluğuna da ulaşmıştı artık..

Tugay için böylesine pozitif giden herşey, 1994-95 sezonunda, Saftig'li o uğursuz sezonda bozulmaya başladı.. Ligin ikinci yarısında tepetaklak olan takımda, basın tarafından Tugay kumarbaz olarak günah keçisi ilan ediliyor ve yönetim de 22 yaşında kaptan yaptığı oyuncusundan 25 yaşında kaptanlığı alıyor, bu görevi uzun yıllar sürdürecek olan Bülent Korkmaz'a devrediyordu.. Bu kaptanlık devrini her zaman Tugay'a saygıda kusur etmeden karşılayan Bülent Korkmaz, kazanılan ilk kupayı tek kaldırmak yerine, Tugay ile beraber kaldırıyor ve hem Türk belki de Dünya futbolunda, ilk kez kupaların tek kaptan yerine iki kişi tarafından kaldırılması uygulamasını başlatıyordu.. Sonraki yıllarda, Bülent bu uygulamaya devam etti ve Suat'la kaldırdı kupaları.. ve daha şimdi adını hatırlayamadım niceleriyle..

Tugay burulmuştu; Galatasaray'ı delicesine seven Tugay'ın kalbinden bir şeyler kopmuştu eminim.. Ama devam etti Tugay.. 

Bir sonraki sezon Souness'in en güvendiği isimlerden biri olarak yine Galatasaray orta sahasının beyniydi Tugay.. Yıllar sonra devam edecek işbirliklerinin temeli o sene atılmış oluyordu.. Koskoca Liverpool tarihinin Kenny Dalglish, Steven Gerrard ve John Barnes'tan sonra en büyük oyuncusu olarak kabul edilen usta futbolcusu Souness, teknik adamlığında gördüğü bu yeteneği tabii ki atlamayacaktı ve atlamadı da..

Sonrasında Fatih Terim'li sezonlar..İlk sezonda Hagi'nin gelişiyle elbette geri plana düşmesine rağmen, yine de 30'un üzerinde maç oynuyor ve 2 şampiyonluğa daha imza atıyordu..Fatih Terim'li üçüncü sezonda ise işler terse gitmeye başlıyordu.. Tolunay Kafkas gelmişti Galatasaray'a artık ve Fatih Hoca Milli takımdan talebesi olan bu isme de şans vermeye başlamıştı.. Tugay'ın oynadığı dakikalar giderek azalmaya başlıyordu..O sene de elde edilen şampiyonluktan sonra, 1999-2000 sezonuna gelindiğinde, ikili arasındaki sorunlar giderek ayyuka çıkıyor, Tugay'ın devre arasında klüpten ayrılacağı konuşuluyordu..

Ama nereye gidebilirdi ki Tugay? Yıllar sonra genç Arda tarafından taklidi yapılacak, ben burda doğdum, burda öleceğim hareketini Sami Yen'de yapmış, kalbi Galatasaray için çarpan bu isim Türkiye'de başka takımda oynayabilir miydi? 

Tabii ki hayır.. 

Nitekim, teklif İskoçya'dan geliyor, Tugay da devre arasında 30 yaşındayken Glasgow Rangers'a transfer oluyordu.. 



Sonrası malum.. Hertha Berlin maçında attığı golle 4-1 skorda ve UEFA Kupasına kalınmasında payı olan bu güzel insan, en çok hakeden insan, o sene UEFA Kupasının alındığı kadronun içinde olamıyordu.. O finale dair en büyük burukluğumdur, Tugay'ın orda olmaması.. Tugay o kupayı kaldırmayı hakeden 1990lar Galatasarayının temel taşıydı.. Ama maalesef orda olamadı.. Burukluğumu azaltan bir etken olarak, Tugay'ın 10 sene daha Ada'da futbol yaşantısına devam ettirmesi ortaya çıkarken, daha da arttıran ise sevinç gösterilerinde Tugay'ın olmaması idi.. Bunu zaten söyledin, neden tekrar yazıyorsun derseniz, burdaki sevinç gösterilerinde Tugay'ın olması kavramının başka bir şey olduğunu söylemek isterim.. 


22 senedir izlediğim Türk futbolunda bana göre Tugay Kerimoğlu, şampiyonluklar sonrası, zaferler sonrası, en güzel sevinen, en coşkulu sevinen, en ortamı neşeye boğan oyuncu olmıştur.. Bu yüzden Tugay'sız bir sevinç, bence eksik bir sevinçtir.. Finale dair bir burukluğum da budur..

Tugay'ın sonraki senelerine pek değinmeyeceğim.. Onları bırakalım da Rangers ve Rovers'lı taraftarlar yapsınlar.. Ki yarın Tugay'a yapacakları seromoni ile alasını yapacakları haberlerini alıyoruz.. Bilindiği üzere, yarın tüm Blackburn'lü taraftarlar sahaya Tugay maskeleri ile gelecekler ve de belki hepsi olmasa da önemli bir kısmı şu t-shirtle:


Bana göre Tugay'ın yurtdışında kalıcı olacağı, Rangers'taki ilk maçında oyuna sonradan girdikten sonraki pozisyonda, gol olmayan bir şutu sonrasında haykırdığı Fuck! kelimesinde saklıdır. Tugay üç gün olmasına rağmen gideli, o küfrü etmeyi akıl edecek kadar adaptasyona açık bir isimdir.. Seccade aramak yerine, Fuck demiştir, ben burda kalıcı olacağım demiştir, sonra da bana şunları yapanlara içten bir FUCK diyeceğim demiştir:
  • Galatasaray'da yıllarca oyunu yavaşlatıyor, yana pas yapıyor diye hedef gösterenlere..
  • Türk futbolunda o dönem ilahlaştırılan Oğuz ve Sergen kadar iyi, hatta belki daha iyi olmasına rağmen asla onlar kadar değer vermeyenlere..
  • Kötü geçen bir sezonda kaptanlığını alıp O'nu günah keçisi haline getirenlere..
  • Posası çıkmış Tolunay'ı kendisine tercih edenlere..
  • Nihatlı Real Sociedad, Tuncaylı Middlesborough, bilmemkimli bilmemnespor maçlarını her daim yayınlayıp, bu isimleri sürekli ön plana çıkartan, ama 10 senedir efsaneleştiği İngiltere'deki hayatını yeterince irdelemeyen medyaya..
  • Onu Milli takımdan kesip, 100 kez Milli olan ilk oyuncu olma fırsatını elinden alanlara..
Tugay yarın bırakıyor.. Hedefini de O'ndan beklediğim gibi çizmiş durumda.. Ben acele etmeyeceğim takım elbise giymek için diyor.. Bir süre teknik adamlık stajımı yapacağım.. Sindire sindire bir yerlere geleceğim ve asla Türkiye'ye dönmeyeceğim diyor Tugay..

Bugün kendisini zamanında Mark Hughes'u uğurladıkları gibi uğurlayacak olan Rovers'ın, bir kaç sene sonra başına Tugay'ı getireceğinden eminim..

İşte o gün.. Tugay daha bir kıymete binecek.. Tugay hocam diyen yalakalar peşini kaplayacak..

Ama o zaman dahi.. sakın gelme Tugay.. Gelirsen de, bizden başkasına gelme Tugay..

Çünkü biliyorum ki, geçen 10 senede daha bir profesyonel oldun, daha bir Galatasaray sevgisinden uzaklaştın.. Yine de ne olursa olsun, burda doğdun, burda öl Tugay.. 

Galatasaraylı büyük futbolcu Tugay olarak seni her zaman anlatacağım..

Yaşattıkların için teşekkür ederim..!
Devamı

Wahiba Ribery


Bayan Ribery Madrid'de ev bakıyor diyor Bild..

Ne kadar tanıdık değil mi? 

Metz'deyken İstanbul'da..

Galatasaray'dayken Marsilya'da..

Marsilya'dayken Münih'de..

ve Münih'deyken Madrid'de..

Her zaman ev bakıyor Wahiba hanım..




Frank Ribery sanırım giderse Real Madrid'de de bir-iki sezondan fazla kalmayacaktır.. Karakteri zayıf, futbolu büyük bu genç adam cebini doldurmaya devam ediyor hayatın çocukluk yaşlarda ona getirdiklerine inat.. 


O cebini doldururken büyük aşkı, uğruna dinini değiştirdiği biricik karısı Wahiba da boş durmuyor.. Kendini yenilemeye devam ediyor.. Sanırım iki fotoğraf arasındaki fark da başka söyleyecek söz bırakmıyor...
Devamı

Bazı Kişiler Şanslıdır..


Şu ülkede bir çok alanda, hangi yeteneklere sahip olduğunuzdan çok kimleri tanıdığınız, kimlere yakın olduğunuz önemlidir hepimizin bildiği gibi.. İlişkiler, çoğu zaman insanların kariyerlerine yön verir.. 

Tıpkı Mehmet Atalay gibi..

2003 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne getirilip yaklaşık 6 sene bu görevi ifa eden Atalay'ın döneminde Türk sporunun en ufak bir gelişme kaydetmediği, şu da Mehmet Atalay döneminde yapıldı denebilecek bir adet atılımın dahi olmadığı konusunda herkes hemfikir. Nitekim Atalay da eleştirilere daha fazla dayanamayıp Pekin Olimpiyatları sonrasında istifa etmişti..

Kendisini en son 20 Mayıs'ta Shaktar Donetsk - Werder Bremen UEFA Finalinin kupa seromonisinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tam arkasında gördüm.. Yakında bir yerlere atanır diye geçirmiştim içimden..

Nitekim zaman beni yanıltmadı. Bugün gazetelerde politika kulislerinde, RTÜK Başkanı Zahit Akman'ın 14 Temmuz'da görevi bırakmasının ardından Mehmet Atalay'ın bu göreve getirileceğinin konuşulduğu yazıyordu. 

Henüz gerçekleşmiş bir şey yok. Ama buraya notumuzu düşelim. Temmuz ayı geldiğinde döner bakarız; bu sayın bürokratımız yine bir kaç sene en güzel yerlerde arz-ı endam edeceği pozisyonu kapabilecek mi ilişkileri sayesinde diye..

Devamı

Galatasaray Yarı Finalde: Beşiktaş 102 Galatasaray 115

Enteresan bir maç oldu. İki takımın bu seneki istikrarsızlıklarının zirve yaptığı ve adeta sezonlarını özetleyen bir oyundu bugün oynanan.. 

Beşiktaş, bir önceki maçtaki 42 sayı farklı kazandığı maçın yansıması olarak daha fazla seyirciyi toplayabilmişti Akatlar'a ve maça da iyi başladılar.. İlk yarının sonuna doğru yakaladıkları 38-26'lık avantajı eritip, devreyi 43-39 kapamaları belki de maçı kaybetmelerindeki anahtar oldu.. derdim, ama demiyorum, çünkü maçın ikinci yarısında ve uzatmalarında o kadar çok hatalar ve karşılıklı seriler yakaladı ki iki takım da; hangisinin anahtar olduğunu karar veremiyorum. 

Üçüncü çeyrekte çok iyi oynayan Hüseyin - Tolliver ikilisi ile Galatasaray maça daha sıkı sarıldı. Dördüncü çeyrekteki rezil Atkins performansı olmasa, son 30 saniyeye 5 sayı önde giren takımın maçı uzatmaya götürmesine gerek bile kalmayacaktı. Ben 5 sayı fark yakalamış bir takımın, 2 saniye içinde bomboş üçlük yedirmesi rahatlığını anlayamıyorum. Tamam, yine yersin abuk subuk bir üçlük; ama 30 saniye kaldı ve sen 5 sayı fark yakaladın diye maç bitti havasına bu derece profesyonel oyuncuların girmemesi lazım.. Çünkü 2 saniye sonra üçlük yersen, o 5 sayılık farkın hiç bir anlamı kalmıyor..

Dördüncü çeyrekte çok kötü oynayan Atkins, uzatmalardaki performansı ile ise maçı koparan adam oldu.. Uzatmalara kadar 5/7 üçlük isabetiyle oynayan Tolliver, Milojevic'in 3. çeyrekte 5 faul alıp çıkmasından sonra iki uzatma da dahil olmak üzere maçın sonuna kadar aslanlar gibi mücadele eden Hüseyin Beşok ve Beşiktaş seyircisiyle girdiği diyalogla daha da hırslanıp kritik sayılar bulan Graves maçı getiren isimler oldular..

Galatasaray 3-1 ile seriyi kazandı belki, ama bu istikrarsız performansı ile Efes Pilsen'den bir galibiyet alsa dahi başarıdır. O manada sezonu kapatan Beşiktaşlılar üzülmesin; kısa zamanda biz de aralarına katılacağız.
Devamı

1 Saniye


Yaş ilerleyince, iş güç sahibi olunca eskiden yaptığınız bazı şeyleri pek yapmıyorsunuz. Bunlardan biri, uzun zamandır gece yarısı kalkıp NBA maçı izlememekti. 

Dün gece nedense hem Hidayet'in Konferans Finallerindeki performansına tanık olmak, hem de LeBron'ı izlemek için uzun zaman sonra öğrencilik yıllarına dönüp kalkayım dedim.. Sonuç itibariyle, NBA'in efsane maçları listesine giren bir maçı izlemiş olmanın verdiği huzurla yattığım için çok keyifliyim. 

Haberlerde okumuşsunuzdur zaten; Orlando Magic deplasmanda tam 23 sayı geriden geldiği maçta, son 1 dakika içinde önce Hidayet'in üçlüğü ile 93-93 beraberliği yakaladı; sonrasında ise sadece 1.0 saniye kala yine Hidayet'in iki sayılık basketiyle 95-93 öne geçti. Orlando iki maçı da deplasmanda kazanıp 2-0 öne geçmeye o kadar yakınken, 1.0 saniye kala sahneye LeBron James çıktı ve üçlüğü ile maçı 96-95 Cleveland'a getirdi. 

2002 Batı Konferansı finallerinde Robert Horry'nin Lakers formasıyla Kings'e attığı bir üçlük vardır; serinin gidişatını değiştiren ve şampiyonluğu Lakers'a getiren.. Bu üçlük de muhtemelen öyle olabilir.. 

Maçla ilgili kısaca bir iki not vermek gerekirse; 

  • Hidayet'in geldiği yerin inanılmazlığını insan izlerken daha iyi anlıyor. Bazı şeyleri zaman içinde kanıksıyoruz, Hidayet'in başarısı da bunun gibi.. Ama dün akşam konferans finalinde son 30 saniyede son topu kullanacak adamın Hidayet olması, O'na o sorumluluğun verilmesi bile inanılmaz bir nokta.. Son topu her zaman süperstarlar kullanır NBA'de ve Hidayet o noktaya gelmiş gözüküyor..Her ne kadar son saniyedeki savunmasıyla "heroes become villain" sözünü gerçeklese de..
  • Cleveland bu sene 66 galibiyet almış. İlk kez gözlerimle izledim; inanamadım. James haricinde çok sıradan bir takım görüntüsü verdiler bana.. O yüzden James'in ne kadar büyük bir basketbolcu olduğunu daha iyi anladım.. Böyle bir takım sezonda 66 galibiyet alabiliyorsa, büyüksün James!
  • Yukarıda üçlük seriyi döndürebilir dedim, ama benim dün izlediğim Magic, Cavs'dan çok daha iyi takım. Demoralize olmazlarsa seriyi rahat kazanmaları lazım aslında..
  • Kaan Kural'ın LeBron'ın son saniye basketinden sonraki eleştirisi komikti. Hidayet'i maçı 95-93'e getiren son saniye basketinde yeterince zamanı iyi kullanmamakla eleştirdi. Yahu adam 1.0 saniye kala topu elinden çıkardı; 0.5 saniye kala çıkarayım diye dahi ayarlayamaz ki, saliselerden bahsediyoruz. Hadi 4 saniye kala filan olsa anlayacağım; ayarlayabilirdi kendisini diye.. Ama 1.0 saniyeden daha azını zaten istese de ayarlayamaz. Kaan Kural'dan abuk bir eleştiri olarak notlara geçsin. 
  • Son saniye üçlüğünde bana göre suçlu maçı aldık diye rahatlayan Magic koçu Stan van Gundy'dir. LeBron gibi adama resmen yardım gitmedi, Hidayet yalnız başına önlemeye çalıştı. Orda ben olsam diğer tüm oyuncuları riske eder ve LeBron'a baskı yapardım. 1 saniye yahu.. Orda sıkmayacaksan savunmayı nerede sıkacaksın?
  • Bu maç bana NBA izleme keyfini yeniden getirdi; muhtemelen bu gece de Denver Nuggets - LA Lakers maçını izlemeye kalkacağımdır efendim..
Devamı

Yakışmış..!


Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in dün MÜSİAD üyelerini kabulünden bir kare. 

Cemil Çiçek, Fenerbahçe logolu kravat takıyor. 

Özel günlerinizde isterseniz sarı-lacivert şapka, beyaz şort, üstüne de sarı-lacivert çubuklu forma da giyebilirsiniz sayın Bakan. Ancak, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı sıfatıyla bulunduğunuz bir ortamda, Fenerbahçe logolu kravatla yer alamazsınız. İsterseniz sarı-lacivert kravat takın yine, kimse bir şey diyemez. Ama orada göreviniz itibariyle, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil ediyorsunuz, Fenerbahçe Spor Kulübünü değil, dolayısıyla o logolu kravatın boynunuzda yeri olmamalı..

Yıllar önce Mesut Yılmaz Başbakanken özel konutunda, Galatasaray'ın şampiyonluğunu kutlamak amaçlı büyük bir bayrak astırması çok eleştiri almıştı. 

Sonrasında, Fenerbahçe'nin hakkını savunmak pahasına, Trabzon'u karşısına alan, hatta 2004 seçimlerinde Trabzon Belediye Başkanlığını kaybeden, Futbol Federasyonu seçimlerine birebir karışarak kendi arkadaşını başkan seçtiren bir Başbakan'a alıştı Türkiye..

ve 1. Ordu Komutanı iken, demirleri sarı-laciverte boyatan, Genelkurmay Başkanı olduğunda her Fenerbahçe maçında arz-ı endam eden, hatta daha ileriye gidip Galatasaray-Ankaragücü maçına gidip, bugün Ankaragücü'nü destekliyorum deme gereksizliğini gösteren komutanlara da..

Şimdi de resmi görevini ifa ederken Fenerbahçe logolu kravatlı Bakanlar..

Zamanında "Sandıkta görüşürüz Mesut Bey" temalı pankart açanlar, samimilerse, bugün de siyasetin ama Federasyonları kendi eliyle belirlemesine, ama spor kulubü logolu kravatlar takmasına, aynı tepkiyi verebilmelidir. 
Devamı

Takım Olamamak: Beşiktaş 113 Galatasaray 71


Bir önceki maçta eskiye nazaran iyi işaretler verdiğini düşündüğümüz takıma bakın..

Tam 42 sayı yemiş Beşiktaş'tan..

Bu farkı Beşiktaş'ın olağanüstü yüzdesiyle açıklayamazsınız. O eller kalkmazsa atılacak şutlara, o ayaklar gitmezse yardıma bir takıma bu yüzdeyle oynama şansını verirsiniz. 

İki maç üst üste farklı yendiğin rakibinden 42 sayı fark yiyorsun.. Hem de bomboş tribünler önünde; ateşli Beşiktaş seyircisi yerine.. 

Bir koç bir takımı sadece bu boş salon görüntüsüyle bile motive edebilirdi. Bakın çocuklar; seyircisi bile bırakmış, bugün o kadar iyi oynayın, o kadar mücadele edin ki, bir maç daha mücadele etmek zorunda kalmayasınız. Dolayısıyla bugün verdiğiniz mücadele aslında 2 gün sonranız için rahatlık demektir diyebilirdi.. Ki demiştir..diye umut ediyorum..

Ama bunu anlamayan, takım olmanın bilincine varamayan bir sporcu topluluğuna ne desen az.. Yazık bu sene bu takıma akıtılan paralara.. Halil Üner dönemlerinin rezil kadroları dahi bu kadar ruhsuz oynamıyordu..
Devamı

Galatasaray'ın Kronik Korner Sorununun Müsebbibi


Lucescu'dan başladık, Lucescu'dan devam edelim. 

2001 yılında yazdığım bir yazıyı hatırladım dün akşam UEFA Kupası finalini izlerken. Lucescu'nun ilk senesinde O'na en muhalif kişilerden biriydim. Hala da Galatasaray'ın tarihinin belki de en iyi kadrosuna ilk sezonunda oynattığı futbolun daha sonraki başarıları nedeniyle unutulduğunu düşünürüm. Belki o sene nizami olmasına rağmen iptal edilen 7 adet golümüz olmasa, yine de şampiyon olacaktık, ama ligde oynanan futbol tam anlamıyla bir ununu elemiş, eleğini asmışlar oyunu idi..Lucescu saha dışı problemlere çözüm getiremediği gibi (Jardel - Okan/Emre çetesi olayları), saha içinde de Galatasaray'ın yıllar içinde kronikleşmiş bir kaç adet hastalığının yaratıcısı oldu. 

Neydi bunlardan biri? Dediğim gibi dün akşamki maçtan sonra yeniden anımsadığım üzere, kornerleri paslaşarak kullanma hastalığı idi.. Dün akşam hemen hemen bütün kornerlerde, Shaktar'lı oyuncular korneri yanına gelen bir başka takım arkadaşıyla paslaşmak marifetiyle kullandı.. Tıpkı bizde Lucesculu yıllar ile başlayan, önderliğini Hasan Şaş'ın yaptığı, paslaşarak korner kullanma hastalığı gibi. O senelerde de yazmıştım; bu Lucescu'nun duran top organizasyonu sandığı, ancak kornerleri hiç eden bir uygulamadır diye.. Bunun gerçekten öyle olduğunu Beşiktaş yıllarında görmüştüm; şimdi Shaktar'da da gördüm ve emin oldum.. 

Bu yazdığım bir çoğunuza komik gelebilir; ama senelerce kornere gitmiş hiç bir toptan heyecan duymayan Galatasaray taraftarı ne demek istediğimi anlayacaktır. 
Devamı

Bir günde iki galibiyet


Gecesinde UEFA Kupa'sını kaldırdı "adamcağız"..

Sabahında 7 yıl önce kendisini kovanların ayağına gelmesini bekledi ve belki de hayatının en haz aldığı dakikalarını yaşadı, teklifi kabul etmeden önce kalkarken..

Yıllardır Lucescu'nun yeniden Türkiye'ye dönmeyi arzuladığı konuşulurdu. Ben de bunu anlayamazdım.. Bence Lucescu'nun yıllardır istediği bu "an"dı.. O'nu kovanlara, şimdi ayağıma geldiniz, ama artık sizi istemeyen benim diyebilmek.. 

Tebrikler Lucescu..Başardın..


Devamı

Ezilmişlik duygusu


Ezeli rakibinin 2000 yılında 15 kg'lık kupayı havaya kaldırmadan önceki destansı maçının fişek tezahüratı "Dağ başını duman almış"'ı, ne alakaysa bir Ukrayna ve bir Alman takımları birbirleriyle oynarken, söyleyebilmek, bunu matah bir davranış sanmaktır. 

Hatta daha ileri gidip, nasılsa burda fazlayız, bunlar da bağırmıyor, dur şu adamlara nasıl tezahürat yapılır şeklindeki küçük düşünceyle, "Her zaman her yerde, en büyük Fener" diye bağırmaktır. 

O anda yüzündeki çok şey başarmış duygusuyla bu tezahüratı haykıran adam farkında değildir ki, her en büyük Fener deyişinde, daha bir küçültmektedir Fener'i bu hareketiyle.

Çünkü büyük olmak vakur olmayı gerektirir; çoğunluk dahi olsan, iki farklı takımın en özel gecelerine turp sıkmamayı, efendice o gösteriyi takip etmeni gerektirir. Hem bunu anlayabilmek için, bir gün o kupayı kazanmış olmak, ya da finalin taraflarından biri olmak da gerekmiyor.. 
Devamı

Ali Ağaoğlu üzerinden reklam savaşları


Takip ettiniz mi bilmiyorum. Yayın hayatına kısa bir süre önce başlayan ve benim çok başarılı bularak her gün aldığım Habertürk gazetesi, Ağaoğlu İnşaat'ın görgüsüzlüğüyle dikkat çeken sahibi Ali Ağaoğlu hakkında, Ataşehir'deki bir araziye hangi yollarla sahip olduğuna dair bir haber yaptı. Gazetenin genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı aynı gün bu haberi şu şekilde aktardı ve bir nevi Ali Ağaoğlu'na açtıkları savaşı ilan etmiş oldu:


Habertürk gazetesinde bugün de, Ali Ağaoğlu'nun son model iki farklı otomobiline aynı plakanın takılmasıyla ilgili açılan soruşturmaya yönelik bir haber daha var. 

Fatih Altaylı'nın yazısında görebileceğiniz üzere, Ağaoğlu Habertürk'ün haberlerini, kendilerine değil de Hürriyet'e reklam verdiklerinden ötürü yaptıklarını söylüyormuş yakın çevresine. Sanki bunu doğrularcasına, Hürriyet Gazetesi'nde de aynı gün Rahmi Turan tarafından kaleme alınmış, şu yazı dikkatimi çekti:


Tesadüftür, değildir bilmiyorum, ancak basında yer alan son günlerdeki haberlere hiç değinmeden, Ali Ağaoğlu hakkında pespembe övgü dolu bir portre çizilmiş yazıda. Acaba Hürriyet gazetesi de inceden inceye bu reklam savaşında pozisyon mu alıyor?

Bilmeyenler için belirteyim, Habertürk sadece diğer gazetelerden daha pahalı fiyatı değil, aynı zamanda reklam ücreti olarak Hürriyet'i baz alan fiyatlarıyla sahne aldı. Örnek vermek gerekirse, aynı reklam için Hürriyet 6 alıyorsa, Sabah 3, Habertürk 5,5 talep ediyor. Yayın hayatına yeni başlamış bir gazete için bunu çok bulanlar oldu. Ancak, Habertürk kısa sürede tiraj rakamını 250-300 bin arasına oturtmayı başarmış gözüküyor.

Bu nedenle, Habertürk'ün reklam alabilmek için agresifleşmesi de, gazetenin beklenenden başarılı olduğunu görüp alacağı reklamların önünü kesmeye çalışmak da olası stratejiler.. ve görünen o ki, bu rekabetin her iki tarafı da bu oyunu yaşamaya başladı. Öncelik, Ali Ağaoğlu üzerinden olmak üzere..
Devamı

Galatasaray 80 Beşiktaş 66 - Notlarım


Bu serinin galibi, büyük bir ihtimalle "mağlup sayılır bu yolda galip" olacak. Zira, turu geçen takım Efes Pilsen'le eşleşecek ve Efes Pilsen'in bu seneki formlarıyla her iki takımı da geçmesine kesin gözüyle bakılıyor.. 

Buna rağmen, Galatasaray'ın bu sene özellikle Hosley ve Tolliver'ın transferinden sonra kaybettiği takım havasını ve mücadele arzusunu yeniden kazandığını ve de sakatlıktan dönen oyuncularıyla geniş kadrosunu daha dengeli kullanma olanağı bulduğunu gördük bu maçta. İlk yarıyı 45-30 önde kaparken yapılan savunma muhteşem olmasa dahi, oldukça arzuluydu, ki bu takımın bir ay önce sezonu sadece 3 galibiyetle bitiren Casa Ted Kolejliler'e mağlup olacak kadar savunmadan uzaklaştığını unutmayalım..

İlk yarıdaki bu güzel savunma ve istekli oyun, her ne kadar ilk yarının sonu ve ikinci yarının başında 16-1'lik seriyle gölgelense de bu dakikada sonra takımın dağılmayarak Beşiktaş'a yine cevap verebilmesi ve rezil geçen üçüncü çeyrek sonrasında maçı son çeyrekte çevirebilmesi de yine de olumlu diyelim. Ancak örneğin Efes Pilsen'e karşı yaşanabilecek böylesine bir travma dakikaları serisi, muhteşem oynanan bir maçı dahi çevirmeye yetmeyecektir. O yüzden, ne kenardaki koç, ne de sahadaki oyuncular bu kadar uyumamalı. Bir takım 8 dakika boyunca sayı bulamıyorsa, hiç kusura bakmayın saha kenarındaki hocası bence yetersizdir. 

Maçla ilgili diğer notlarım:

  • Tolliver gün geçtikçe takıma daha bir uyum sağlamış durumda, maçı double-double yaparak bitirdi ve herşeyden önemlisi, O ve Hosley'nin gelişini pek de olumlu karşılamadıkları belli olan takım arkadaşları da her ikisini kabul etmiş gözüküyor. Hosley ilk yarıda çok iyiydi, ancak ikinci yarı başında üst üste yanlış şut seçimleri ve top kayıpları sonrasında kenara alındı ve bir daha da oyuna girmedi. Umarım Koray hoca burdan bir "Lincoln" krizi yaratıp, Hosley'i kritik maçlar öncesi kaybetmez..
  • Hüseyin Beşok 1.5 çeyrek kadar 4 faulle oynadı ve maçı o şekilde bitirdi. Hem kritik ribaundları hem de üçlüğü ile bu dönemde takıma önemli katkıda bulundu.
  • Koray hoca Milojevic'i benchte çok uzun süre unuttu. Oysa ilk maçın oyuncusu Dejan'dı ve bu maçta bu kadar soğutulmamalıydı.
  • Tufan'ın gelişi kadro derinliği açısından çok önemli, ancak hiç hazır değil. Üç tane bomboş üçlük kaçırdı, ki bunlardan birinin çembere dahi değmediğini söyleyeyim.
  • Cemal Nalga 2 senedir kendisinden beklenen çıkışı yapamadı ve yapamayacak gibi.. Bir yanda 2 sene önce Fenerbahçe'ye gelmiş Oğuz Savaş, Semih Erden, geçen sene gelen Ömer Aşık ve sende alternatif Cemal Nalga.. Bu iki takım arasında aslında çok da farklı olmayan kadro derinliğinde, oyun kurucu pozisyonuyla birlikte en önemli farkı oluşturan unsurlardan biri..
  • Guard demişken, Cüneyt de Atkins de yedek guard pozisyonunda çok faydalı olabilirler; ancak ne yazıkki bu takımı bir üst seviyeye taşıyacak, şampiyonluk getirecek Solomon tadında oyuncular olmadıklarından muhtemelen çok da kötü olmayan bu kadro Efes Pilsen'e elenecek Beşiktaş'ı geçtikten sonra.. O serinin sonunu aslında ilk maç belirleyecek; eğer Galatasaray galip gelip 1-1'i yakalarsa, seri sonuna kadar mücadele eder.. Yok maç kaybedilir ve 2-0 geri düşülürse, muhtemelen bir sonraki de kaybedilip tur 3-0 ile verilecektir..

Oyun kurucusu Mehmet Yağmur olan Beşiktaş'tan hiç bir şey olmaz dedikten sonra  kendilerine dair var olan üç notumu paylaşayım; ki üçü de teknik değil.
  • Cevher her zaman kariyerinin en iyi maçlarını bize karşı oynamak zorunda mısın?
  • Burak Bıyıktay, DSP Eski Başkanı Zeki Sezer tadında, "iyi ama her zaman kaybeden adam" profilinde bir elektrik veriyor bana.
  • Beşiktaş bench'inin hemen arkasında oturan ve sürekli ekrana gelen Natalia Vodianova tadındaki hanımefendiyi takdir ettim.
Devamı

Turkcell Süper Lig 32. Hafta Notlarım

  • Beşiktaş, bana göre son 3 haftasının en zor maçını, şampiyonluk maçını kazandı. Gelecek hafta bize (Galatasaray) karşı rahat galip geleceklerini düşünüyorum. Sivasspor ise bu hafta bizim yenerek iyice ateşe attığımız Gençlerbirliği ile daha zor bir maç oynayacak. Dolayısıyla gelecek hafta sonuçlara göre şampiyonluklarını ilan etme şansları bile mevcut. 
  • Beşiktaş'ın maçı kazanmasındaki en önemli etken, erken buldukları golde, maç öncesi büyük kavga çıkarıp kendi oyuncularının konsantrasyonunu bozan ve strese sokan Ankaragücü taraftarının etkisi büyüktü. Ankaragücü bu lige yıllardır yakışmıyor, düşmelerini temenni ettiğim bir takım, lakin bu sene düşseler de, yine bir Kayserispor-Erciyesspor isim değişikliği misali Ankaraspor'la isim değiştirip ligde kalacaklardır, o yüzden çok önemsemiyorum. 
  • Ceyhun Eriş'in artık beyaz deli gömleğine sokulması vakti geldi de geçiyor. Her oyuncu sinirlenebilir, çıldırabilir, ama her pozisyonda hakeme bu şekilde galiz küfürlerle tepki gösteren bir oyuncunun ciddi psikolojik tedaviye ihtiyacı vardır demektir.
  • Trabzonspor, Bursaspor'u Gökhan Ünal'ın son dakikadaki frikiği ile yenerken (ilk frikikte aslında faulü yapan Gökhan Ünal'dı, dolayısıyla yanlış bir karar söz konusu), golde top Mustafa Keçeli'ye çarpıp içeri girdi. Mustafa bildiğiniz gibi 14 Mayıs 2006'da Galatasaray'a şampiyonluğu getiren Denizlispor-Fenerbahçe maçında Denizlispor'un golünü atarak bir nevi Galatasaray'a şampiyonluk yolunu açan oyuncuydu. Burdaki hamlesiyle de Galatasaray'a gelecek sene Europa Ligi'nde temsil yolunu açabilir. Seni hiç unutmayacağım Mustafa!
  • Maçın bitimiyle, güya centilmen olan, ancak benim senelerdir söylediğim gibi, spor sahalarının en sinsi pislik futbolcu ve sonra teknik adamlarından Ertuğrul Sağlam'ın hakeme yönelik tepkisi görülmeye değerdi. Yine 1990 doğumlu, bayağı havalanmış gördüğüm Sercan'ın hakeme saldırışı umarım gözlerden kaçmamıştır. Bu oyuncu tipik 1990'lar golcülerinden; adı Fenerbahçe ile geçiyor. Yakışır..
  • Ertuğrul Sağlam'ın maç sonrası açıklamaları da sanki Europa Ligi yarışına havlu atmış gibiydi; hala büyük şansları olmasına rağmen, iyi takım olduklarını ama bu tarz son noktada başarılı olabilmeye tam hazır olmadıklarını, gelecek sene en az 4-5 kaliteli oyuncuya ihtiyaçları olduğunu söyledi, ki bu ruh halindeyse çok zor iki maç oynayacak ve 0 puanla iki maçtan çıkma olasılığı dahi olan Galatasaray'a gün doğar.
  • Maç sonunda Trabzonsporlu Egemen, sahadan çıkmak bilmedi; orta yuvarlakta taraftara üçlü çektirdi, şov yaptı ve yıllarca kaptanlığını yaptığı, 16 numaralı formayı giyerek gönderme yaptığı Bursa'ya büyük ayıp etmiş oldu. Bursaspor seyircisi artık Egemen'i maçlarda rahat bırakmayacaktır.
  • Galatasaray'da adam gibi adam Harry Kewell yine yedek bırakılmasına küsmedi, yine mücadelesini etti, golünü attı, attırdı; tribündeki eşi ve çocuklarını da Galatasaraylıları da sevindirdi. Keşke seneye Arda yerine O'nu kaptan yapsalar.. Her anlamda gençlere örneksin Harry.. Bugün attığı gol Kewell'in ligdeki 7. golü oldu. 
  • Galatasaray'in benim tabirimle "boncuk" yemeden maçı bitirmeyeceğini düşünüyordum; nitekim yine son dakikada golü yemeyi başardık. Bir beş dakika önce yeseydik, büyük ihtimalle 2-2 biterdi maç. 
  • Koca Kral Tanju, Telegol'de Antalya'dan bağlantı yapan muhabir pozisyonundaydı. Ali Bilgin'in peşinden koştu ropörtaj için, Şifo ile muhabir-hoca ropörtajını ise gerçekleştirdi. Üzüldüm Tanju adına. Bir insan ne kadar yetenekli olursa olsun, akıllı olmayınca bu hale gelebiliyor.
  • Fenerbahçe'de Lugano sezonun 7. golünü atarken, Güiza yine inanılmaz bir gol kaçırdı. Gelecek sezon Aziz Yıldırım Deivid'in ikinci yılında yaptığı çıkışı bekliyor kendisinden, ancak bence Fenerbahçe taraftarıyla yıldızı pek barışmayan bu oyuncu için gelecek senenin başlangıcı inanılmaz önemli. Eğer kötü başlarsa, seyirci tahammül etmeyecektir ve Güiza'nın Küçük Emrah modeli günlerine dönmesi kaçınılmaz olur. Gelecek sene iyi de oynasa, kötü de oynasa, bu futbolcu için bonservisi 14 milyon euro olmak üzere toplam 30 milyon euro harcanması tam anlamıyla Fenerbahçe tarihinin en büyük kazıklarından biridir.
  • Eskişehirspor'da Batuhan sezonun 9. golünü attı. 1991 doğumlu aslında yetenekli olan bu oyuncunun BJK'ye döneceğini, karakter sorunları nedeniyle bir-iki sene sonra kopacağını, sonra tekrar bir büyük takım şansı yakalayacağını, ancak genel olarak Anadolu'da ekmek yiyerek Saffet Sancaklı misali bir futbol kariyeri olacağını öngörüyorum.
  • Haftanın en güzel golleri, Eskişehirsporlu Engin, Kocaelisporlu Julio Cesar, Gaziantepsporlu Ivan de Souza, Beşiktaşlı Ernst ve ikinci golüyle Bobo, Trabzonsporlu Gökhan Ünal ve Konyasporlu Veysel'den..
Devamı

Ertuğrul Özkök'ün yeni yazarı: Ahmet Arsan


Belki takip etmişsinizdir, Ertuğrul Özkök dün yazısında Hürriyet Pazar ekinde İslami kesime değişik gözle bakan yeni bir yazarın yazmaya başlayacağını, bayağı görkemli bir duyuruyla ilan etti. 

Söz konusu Ahmet Arsan takma isimli yazar da, bugün yazılarına başladı. 

İlk yorumum; bu kişinin bu minvaldeki yazıları 3-4 sene önce dikkat çekebilir ve ilgi uyandırabilirdi; ancak bu işi layıkıyla yapan Ahmet Hakan varken ve Ahmet Hakan gücünün zirvesine ulaşmışken, kalemi pek de kuvvetli izlenimi vermeyen bu zata neden gereksinim duyulmuştur? Ahmet Hakan bugün yazısında espriyle değinmiş, Ertuğrul Özkök beni yedeklemek istiyor demiş. Her şakada bir gerçek payı vardır; ancak kötü bir Ahmet Hakan taklidi gibi duran bu kişinin Hürriyet'te çok uzun ömürlü olmaması gerekir diye düşünüyorum. Kendini takdim ettiği giriş yazısı dahi, bir gün önce Ertuğrul Özkök'ün yazdığı kendisini tanıtan yazıyla aynı doneleri içeriyor; Ertuğrul Özkök ne demişse, o cümleyi almış birinci tekil şahıstan yazmış. Ya tanıtılacak gerçekten başka yönü yok, ya da yazı kabiliyeti bu kadar.  Ya da bu kişi Ertuğrul Özkök'ün ta kendisi; ki Özkök zeki adamdır, iki farklı kişi olarak yazmak istese dahi iki tanıtım yazısını bu kadar birbirine benzetmeyecek bir yolu bulur.

Ahmet Arsan, Ertuğrul Özkök'ün Fatih Terim modunda, ben buldum, ben keşfettim tarzında egosunu tatmin edebilmek için denediği bir yazar olarak Hürriyet'te yerini almış gözüküyor. Bakalım bir 20 sene sonra Ertuğrul Özkök "Ahmet Arsan gazeteciliği" adında bir yazı yazabilecek mi? (Yanlış anlamayın, Ertuğrul Özkök tabii ki 20 sene hatta 76 sene sonra da Hürriyet'in başında olacak; endişem belirttiğim üzere Ahmet Arsan üzerinedir.)
Devamı