Denizlispor 1 Galatasaray 2


Korktuğum gibi, çok zor maç oldu. Bunda öngördüğüm gibi, Denizlispor'un son barutunu sıkmak adına müthiş mücadelesinin yanısıra, Galatasaray'da hep konuştuğumuz zaafların, eksiklerin de etkisiyle iyice ortaya çıkışı etkili oldu.

Sürekli hücuma transfer yaparak, iyi transfer yapmış sayılmazsınız. Galatasaray'ın 2 senedir yapıp, kendini kandırdığı budur. Dengeli bir takım yaratmak yerine, bazı mevkiilerde çok kuvvetli, diğer bölgelerde "idare eder" 2-3 adam barındırır durumda kalmak, transfer başarısı değildir. Kağıt üzerinde, çok gol atacak gibi bir takım oluşturursunuz bu şekilde, ama realitede bu varsayım ancak halısahalarda gerçekleşir. Çok golü, nicel ve nitelik anlamında çok forvet oyuncusu olan takım atmaz; çarkının tüm dişlileri uyum içerisinde işleyen takımlar atar. Örneğin, Lucescu'lu Galatasaray'ın 2.senesi buna bir örnektir. Defansif oynadığı iddia edilen takım, en çok gol atan takımlardan biri olmuştur.

Galatasaray'ın oluşturulan bu dengesiz kadrosunun yanında, yıllardır süre gelen hastalıkları da hala çözülememiş durumda. Kontratak yapamaz Galatasaray örneğin. Yıllardır böyledir; kontratak yapacak pasları bir türlü doğru atamaz, son hamleleri yapamaz, yeterince iyi ve hızlı çoğalamaz hücumda. Nitekim deplasmanlardaki derbi başarısızlıklarının temelinde de bu eksiklik yatar. Giovani Dos Santos'un tam kontratak oyuncusu olarak bu hastalığı tedavi etmede ilaç olabileceği söylenebilir; ancak daha önce izlediğim ve bugün gördüğüm Dos Santos'u da, tüm yeteneklerine rağmen bir üst kademeye taşıyamayan, zaten son hareketlerindeki istikrarsızlığıdır. Tıpkı genç Ronaldo gibi, nasıl O bir zamanlar Manchester United'da her türlü akrobatik hareketi yapmasına rağmen, doğru düzgün gol ve asist olarak tabelaya adını yazdıramıyorduysa, Giovani de öyle bir oyuncudur. Nitekim bugün, kontratakta bomboş giderken, soldaki Arda'yı göremeyişi de, işte Giovani, bu özelliklerini geliştiremediği için burdadır dedirtmiştir bana. Yazılarımı takip eden bilir. Ben basit oyunu seven biriyim, 10 tane çalım atıp, sonuç getirmemekten ziyade, boş kaleye 10 tane gol atan adamları tutarım. O manada örneğin kimsenin bir türlü beğenmeye yanaşmadığı Alex de Souza, benim için çok büyük futbolcudur. Senelerdir de Fenerbahçe, Alex önderliğinde, basit oyunu benimsemiş, iyi kontratak yapabilmiş ve Galatasaray'dan genel olarak daha çok gol atıp, kendi yarı sahasında kabul ettiği derbilerin bir çoğunu da kazanmıştır. İşte bir takımın liderinin takıma kattığı karakter bu kadar önemlidir. Ben bu manada Arda gibi bir yıldızın basit oynayamamasından hareketle liderliği basit ve efektif oynayan Elano'nun almasını ümit ederken, Elano'nun daha pasif role soyunduğu belli oldu. Bunun üzerine takıma umut olarak katılan Giovani'nin de Alex değil de Arda ekolünde olması, Galatasaray'ın efektifliği yüksek bir takım olarak ortaya çıkmasına dair hayallerime pek yardımcı olmayacak gibi gözüküyor.

Maça dönersek, son dört maçının yıldızı Caner'i, özelliklerini yansıtamadığı sol beke kaydırmak zorunda kalmış, Jo ile ilk kez beraber oynayacak, son iki maçını zor koşullarda karda kışta yapmış bir takımın zorlanacağı aşikar. Ancak yine de, Galatasaray'ın oyunun hiçbir anında, korkulan taraf imajı sergileyemesi kabul edilemez. Hissiyat olarak bahsedersek; Denizlispor'un her akınında bu akın bir şey getirebilir düşüncesi ve coşkusu hakimken izleyiciye, Galatasaray'ın yavan, hücumda çoğalmaktan uzak akınları, bu takım nasıl gol atacak düşüncesini beraberinde getiriyor. Aslında futbol işte bu kadar basit. ve aslında futbolun iyi oynanıp oynanmadığını irdelemek de öyle. Bu satırları okuyan ve maçı izlemiş herkesin benzer hissiyatlarla ekran karşısında yer aldığını düşünüyorum. Peki neden öyle? Neden Galatasaray'ın ne yaptığı anlaşılmıyor? Kimin nerde ne yaptığını biliyor musunuz maçı izlerken? Bu maçta Emre Çolak nerede oynadı? Arda nerede oynadı? Bunları direk söyleyebilir misiniz? Evet, saha üzerinde belli maç öncesi yerleri. Ancak o kadar dağınık oynuyor ki Galatasaray, çoğu zaman kimin nerede oynadığı belli değil. Hatlar birbirine karışmış durumda.

Durum böyleyken, orta saha defansif savunması da bir tek Mustafa Sarp'a kalmışken, savunma oyuncularının rakibe çok kolay top aldırışı da eklenince üstüne, Galatasaray'ın Denizlispor'a bile çok pozisyon vermesi kaçınılmaz hale geliyor. Farkettiniz mi bilmiyorum; Galatasaray savunmasında kimse ilk topa basmıyor. Öncelikle rakibin topu alması bekleniyor, sonra markaj yapılıyor. Bu sayede ceza sahasında topla cirit atan forvetler izliyoruz. Bunları Angelov, Youla affeder, Aguero, Forlan affetmez. En basitinden, Alex, Semih affetmez.

Kalenizde de, hiç lafı uzatmaksızın bostan korkuluğu olarak adlandırılabilecek, kaleyi tutan her topu içeri alan bir özelliksiz kaleciniz olunca, Galatasaray'ın dişli rakipler karşısında sürekli gol yiyen bir takım olacağını düşünmek karamsarlıkla açıklanamaz sanırım.

Galatasaray'a dair bu maçta olumlu olarak ifade edilebilecek nadir hususlar:

1. Mustafa Sarp'ın, o yalancı mücadele eder görüntüsünden ziyade, bana göre ilk kez, pozisyon pozisyon, adam adam, mücadele edişi ve mevkiisini dolduruşu.

2. Jo'nun istekli oyunu; uzun boyuna rağmen tekniği, top tutuşu, çok faul alabilmesi ve bir de güzel gol atıp moral bulması.

3. Barış'ın Keita'nın yokluğunda bir maçta daha takıma her şeyini vermiş olması ve skora asistle de olsa katkısı.

Çok iç karartıcı yazdım farkındayım; ancak şu devre arası yaşananlar sonrasında benim içim cidden kararmış durumda. Devre arasında bu kadar neredeyse sil-baştan yapan bir takımın, şampiyon olduğunu görmedim hiç. Devre arasında bir tane kritik katkı yaparsınız, o da tutarsa size başarıyı getirebilir. Ancak sakatlıklar mecbur bırakmış dahi olsa, ikinci devre başında yeniden birbirine alışması gereken futbolcular topluluğu oluşturmuş olursanız, bir an önce herkesin en iyi futbolunu oynaması için dua etmekten başka çareniz kalmaz.

Kayserispor maçı, bir çok şeyi gösterecek. Kötü oynadığı iddia edilen, ancak bizden çok daha takım gibi olduğunu düşündüğüm Fenerbahçe, şu dönemde farkı açarsa, yakalamamız zor olabilir. O yüzden, Galatasaray'ın nicedir yapamadığı bir şeyi yapması gerek: Zor bir maçı, zor bir deplasmanda, gidip kazanıp geri dönmek. Umarım haftaya bugün, çok daha mutlu bir yazı yazıyor olurum.
Devamı

Denizli maçından korkulur mu?


Soru: Bu sene hükmen kazandığı Ankaraspor maçı hariç, galibiyeti olmayan; yoğun kış koşullarının yaşandığı günlerde, maç yapılabilecek en güzel zeminlerden birine sahip olan, taraftarı aşırı ateşli olmayan Denizlispor'a karşı yarın oynayacağımız maç öncesi korkulur mu?

Cevap veriyorum. Evet, ben korkuyorum. Bir Galatasaray klasiği olan, rahat maçlarda takılmaktan öte, beni korkutan, bu hafta boyu yaşadığımız transfer çılgınlığı ve konsantrasyon kaybı. Kimse Denizlispor maçını konuşmadı; kim sakat, kim kimin yerinde oynayacak ilgilenilmedi. Varsa yoksa yeni gelen/gelecek isimler. Taraftarın yaşadığı bu kafa karışıklığını, hafta boyu Galatasaraylı futbolcuların da hissettiğine inanıyorum.

Bir de elbette, rakibi küçük görme klasiğinin yaşanacağından emin olabiliriz. Nitekim hafta içi Caner Erkin, GSTV'ye verdiği röportajda, "Denizlispor'u çok rahat yeneceğimizi düşünüyorum" dedi. Çok tehlikeli sözler bunlar ve umarım bütün 11 bu fikri taşımıyordur kafasında.

Bütün bunlara, takımın yeni bir forvet Jo ile belki ilk kez maçın başından beri oynayacak olması, Keita'nın dönmemesi, Dos Santos'un hazır olmaması ve Denizlispor'un da ligde kalmasını sağlayacak seriyi yakalayabilmek adına son kurşununu atacak olması gibi etkenler de eklenince, ben oldukça zorlu bir mücadele bekliyorum.

Umarım kazanırız; ancak ciddi olmakta fayda var.
Devamı

Erdinç Sezertam


Yan hakemliğin yüz karası bu ismi hatırlarsınız. Geçen sene ikinci yarının başlangıcındaki(aslında devrenin son maçı, geçen sene ligin ikinci kısmında oynanmıştı) meşhur buzlu sahadaki Sivasspor maçında, Ümit Karan'ı, futbolcunun arkası kendisine dönükken yerdeki su kitlesine vurduğu tekmeden sıçrayan su üzerine gelince oyundan attırıp, tepkiler büyüyünce küfür etti şeklinde yalan söyleyen, ancak kamera görüntüleriyle bu yalanı ortaya çıkmış bir Pinokyo..

O kararla maçı kaybeden Galatasaray'ın tüm dengesi bozulmuş; bir daha da toparlanamamıştı camia.

İşte bu Sezertam'ı şu anda Antalyaspor-Beşiktaş maçında izliyorum. Beşiktaş lehine bir penaltı çaldırdı Sezertam. Görüntüleri izleyince güleceksiniz. İki Antalyalı ve bir Beşiktaşlı, kornerde beraber topa yükseliyorlar.. İbrahim Toraman'ın vurduğu kafa, 20 cm önünde beraber yükseldiği Orhan Ak'ın koluna çarpıyor.. Orhan Ak'ın sırtı dönük ve topun farkında bile değil.. İşte Sezertam bu pozisyonda penaltı çaldırıyor ve bir maçın daha kaderiyle oynuyor..

Yaptırım mı? Yaptırım yok...Sezertam daha nice maçlarda can yakmaya devam edecektir. Çünkü her ne olursa olsun, yalancı bir adamdan işini doğru yapmasını beklemek hayalcilik olur..

Maçı orta hakemi mi dediniz? O'nu değerlendirmek dahi istemiyorum; zira Türk hakemliğinin kakılmışı, yıllar önceki Anelka'nın Konya'da elle attığı golü veren hakem Özgüç Türkalp'in yerinde olsam ben çok uzun zaman önce kendim bırakmıştım bu mesleği..
Devamı

Milliyet.com.tr ve iki haber..


Milliyet'in dillere destan internet sitesinde, bugün Galatasaray ile ilgili iki haber var. Gerçi, ilki tamam yalan haber, ama yine de Galatasaray'la ilgili diyebiliriz. İkinci ise, ancak sevgili bir dostumun dediği gibi, "vay vay, çok ince görmüş Milliyet" ile özetlenebilir.

İlk habere bakalım önce: http://www.milliyet.com.tr/caner-ben-fenerbahceliyim-/spor/sondakika/26.01.2010/1190871/default.htm?ver=96

Haberi yazanın temennisi ile şekillenmiş bir üfürük haber olduğu çok belli aslında. Son maçlarda müthiş performans gösteren Caner'in, Fenerbahçeli olduğunu söylediği ve buna dayanarak Fenerli yöneticilerin "harekete geçtiği.." Haberi yazanlar, Caner'in bonservis opsiyonunun Galatasaray'da olduğunu; Galatasaray o opsiyonda belirlenen rakamı verirse, başka bir takıma gitmesinin legal olarak mümkün olmadığını bilmiyorlar muhtemelen. Ya da biliyorlar da, dediğim gibi temennilerine, ya da işlerine gelmiyor. Klasik bir, şu oyuncu çok iyi oynamaya başladı, dur bakalım kafasını karıştıralım mantığı güdülmüş. Bunun yanında başlığa "Caner: Ben Fenerbahçeliyim" çıkarılmış ki, bu sayede taraftarın da kafası karışsın ve Caner'i sevmesin. Çok takdir ettik bu haberi. Şak şak şak..

İkinci haber ise, hakikaten, tam ince görmelik: http://www.milliyet.com.tr/neill-in-yedegi-tecavuzden-tutuklandi/spor/sondakika/26.01.2010/1190882/default.htm?ver=26

Linkten de görüleceği üzere, diyarın birinde, bir adam; bir futbolcu, bir kıza tecavüz etmiş. Peki Galatasaray'la alakası ne bunun? Bu futbolcu zaman zaman, Neill'ın yedeği olarak milli takıma çağrılıyormuş. O zaman başlık hazır: "Neill'ın yedeği, tecavüzden tutuklandı". Vay mendebur; yedeği bunu yaparsa, aslı ne yapar acaba? Değil mi? Yerse..

Sözün özü; bu mantıktaki Laleli tüccarları gazete yapıyorlar, biz de okuyoruz. Yazıklar olsun.
Devamı

Penaltı atışı rehabilitasyon için kullanılmaz!


Galatasaray'da bir klasiktir penaltı atışlarının kaçması. Genelde bunun sebebi, takımın bir penaltı atıcısının belli olmaması, belli olsa dahi, takımın liderleri tarafından, konjonktüre göre penaltı atışının, o dönemi zor geçiren futbolculara bir nevi rehabilitasyon seçeneği gibi sunularak, "hadi bu golü atsın da, kendine gelsin" şeklinde değerlendirilmesidir.

Geçmişte uzun dönem gol atamayan nice Galatasaraylı futbolcu, en kritik maçlarda beyaz noktanın başına geçirilmiş, nice Hakan Şükür'ler, Arif Erdem'ler, Necati Ateş'ler, Ümit Karan'lar bu şekilde penaltı kaçırmış, olan ise saçını başını yolan taraftarlara olmuştur.

Bu anlamda penaltı, çalındığı noktada Galatasaraylı taraftar için kabustur. Zira muhtemelen kaçacaktır, ya da 10 atışın 9'unu gol yaptığını gördükleri bir futbolcuları olmadığı için her şekilde tedirginlikle izleyeceklerdir atışı. Üç büyükler içinde penaltıdan en çok çekenin Galatasaray olduğunu herkes kabul edecektir sanırım.

İşte bu noktada, daha geçen gün, Denizli Belediye maçında Emre Çolak'a penaltı attırıp, "abiliğini" yapan Arda Turan, Brezilya Milli takımında penaltı kullanan Elano varken, penaltıyı kendine gelsin diye Nonda'ya attırmış. İşte bu kimsenin haddi değildir! Eğer Mustafa Sarp'ın golü olmasa ve maç berabere bitse ve giden 2 puan şampiyonluğu kaybettirse, bunun hesabını Arda Turan verebilir miydi? Galatasaray zor durumdaki oyuncuların moralini düzeltme şeklinde bir misyon mu üstlenmiştir?

Abarttığımı düşünmeyin. Senelerdir bildiğim kadarıyla bir tek kere penaltı kaçırmış Alex gibi müthiş bir penaltıcıya sahip Fenerbahçe'nin 2 sene önce kaçırdığı şampiyonlukta Ankaraspor maçında, Alex yerine kendini kötü hisseden Kezman'ın moral bulma çabasıyla attığı ve kaçırdığı penaltının büyük bir önemi yok mudur? İşte şampiyonluklar böyle küçük ayrıntılarla belirlenir.

O yüzden, sayın Rijkaard, bir an önce Elano'yu penaltıcı ilan ediniz ve bu kararınızı saha içinde çoluk çocuğun değiştirmesine imkan vermeyiniz!
Devamı

Türk Futbolunda bir yıldızın doğuşu: Caner Erkin ve Galatasaray 1 Gaziantepspor 0


Bugün herhangi bir televizyon kanalında herhangi bir yorum dinlerseniz veya yarın herhangi bir gazetede herhangi bir yorum okursanız ve o yorumlar Galatasaray'ın bu maçta bir dakika olsun kötü oynadığını söylüyor veya ima ediyorsa, o televizyon kanalını kapatınız, o gazeteyi buruşturup çöpe atınız!

Galatasaray, oldukça zorlu şartlarda, ayakta durmanın zor olduğu zeminde, isteğiyle, ayağa top oynama çabasıyla, son derece formsuz bir forvetle oynamasına rağmen, maçı kazanmak adına her şeyi yaptı; bunun yanı sıra göze hoş gelen futboldan da örnekler sundu.

Bu futbolun oluşmasında, belki bir Robben, belki bir Overmars, belki bir iyi zamanlarında Capel; aklınıza gelebilecek en iyi sol açık performanslarından daha iyi bir performans gösteren Caner Erkin başrolü oynadı. Caner'in maç içinde yaptıklarını, maçı izlemeyen bir kişiye anlatmak mümkün değildir. Ortaları, çalımları, gereğinde basit oynaması, her tarafa basması, sürekli koşması, didinmesi, istemesi..İnanılmaz bir oyun oynadı Caner Erkin. Sol önde oynadığı son üç maç, Türkiye Kupası karşılaşmaları olduğu için çok önemsenmemişti Galatasaraylı taraftarlarca. Oysa bu performansını şu maçta da sürdürerek, futbolun o iç acıtıcı gerçeklerinden birini gözler önüne serdi: Her şerde bir hayır vardır! Kewell'ın sakatlığı ile formayı en azından bir ay daha elinde tutması kesinleşen Caner Erkin'in bu belirleyici performansı, sıkışan maçlarda şampiyonluğu getirebilecek kadar öne çıkabilir.

Caner'den sonra, maçın en iyi oyuncusu Elano idi. Galatasaray'a geldiğinde forvet arkası oynayacağı düşünülen Elano, tamamen bambaşka bir role soyundu Arda'nın o pozisyonu istemesi yüzünden. İşte bu yeni pozisyonunda defansın önünde oynayan Elano, hem müthiş futbol zekası ve tekniği ve basit oynama yetisiyle Galatasaray'ın kalitesini orta sahada arttırıyor, hem de defansif anlamda mücadelesi ile bu kadar yıldız bir oyuncu daha fazlasını yapamaz dedirtiyor. Elano, umarım hakettiği değeri görür Galatasaray'da. Zira beklenti, Hagi olmasıydı, oysa o Lampard'lığa oynuyor, hem de en iyi şekilde.

Galatasaray'ın bu maçtaki bütün olumsuzluklara, golün geç gelmesine, penaltının kaçmasına rağmen, hala sakin oynamasında, hala topu şişirmemesinde bir numaralı etkenin Lucas Neill olduğunu söylemeden geçmek de olmaz. Takıma müthiş katkı yapacak, nokta bir transfer olduğunu daha ilk maçında gösterdi Neill. Maç sonrası açıklamalarıysa, eminim ki, şu anda Türkiye'nin dört bir yanında özel fanlarının oluşmasına sebep olmuştur.

Galatasaray'ın bu ışıldayan oyununda ve sol kanattaki Caner'le, sağ kanada Keita, Nonda'nın yerine de Jo'nun gelmesiyle gol yollarında kağıt üzerinde çok heyecan verici bir ön grubun oluşacağını söylemek zor olmaz. Ancak Galatasaray'ın şampiyon olup olmayacağını yine orta sahasının defansif gücü belirleyecek. Bugün gol atmasına rağmen Mustafa Sarp, titrek oyunuyla Mehmet Topal, Elano'ya partnerler yapacak seviyeden uzaklar. Şu anda dos Santos'un yerine orta sahaya şöyle zamanın Appiah'ı tadında bir defansif orta saha alınabilse, sevinçten sabaha kadar uyuyamazdım herhalde. Umarım transferi yapanlar da kısa sürede bunu görebilirler.

Tekrar isteğiniz, mücadeleniz ve oyununuz için teşekkürler çocuklar..
Devamı

Gönüllü elçilikten, illallah gelmişti noktasına: Roberto Carlos


Gidenlerin sallaması, Galatasaray'da bir kuraldı. Gün geçmiyor ki, eski futbolcular Galatasaray'la ilgili olumsuz şeyler söylemesinler.

Bu koroya Fenerbahçe'den ayrılan oyuncular da katıldılar son zamanlarda. Önce Ümit Özat, sonra Edu ile devam eden sert açıklamalara, Roberto Carlos'un Brezilya'nın Estadao gazetesine verdiği röportaj eklendi. Kavgada söylenmeyecek sözler sarfetmiş Carlos. Şu röportajdaki cümleler, Fenerbahçe taraftarının Roberto Carlos'lu geçen 2.5 senelerine lanet ettirir.. Zira bir futbolcu bir klubü bundan öte aşağılayamaz.

Öte yandan, Fenerbahçe'ye geldiğinde, ben bu klüpte bıraktıktan sonra da Valdano misali Genel Menajer olarak devam edebilirim ya da Fenerbahçe'nin gönüllü elçisi olabilirim diyen Carlos'u 2.5 sene sonra bu açıklamaları yapmaya itenleri, Fenerbahçe camiası iyi irdelemeli bence; salt küfretmek yeterli olmayabilir!

Yazının orjinaline ulaşmak için: http://www.estadao.com.br/estadaodehoje/20100117/not_imp497005,0.php

"F.Bahçe organize bir ekip değil. Ödemeler hiçbir zaman günü gününe yapılmadı. Eğitim açısından seviye çok düşüktü. Türkiye dışında hiçbir kariyeri olmayan bir takımda, daha fazla dünyayı kandıramazdım"
Devamı

Galatasaray 5 Denizli Belediyespor 1


Derin derin analizlerin yapılacağı bir maç değil. Rakip takımın gücü belli. Ancak yine de, en zayıf takıma karşı da, en güçlü takıma karşı da Galatasaray'ın zaaflarının aynı olduğunu görmek hem aydınlatıcı, hem de üzücü. Nedir bu zaaflar?

1. Duran top savunmasını iyi yapamamak.
2. Defansta bir türlü uyumlu ve dengeli bir ikili bulamamak; Servet Çetin'in olağanüstü kötü bir sezon geçirmesi ve zaten senelerdir problem olan geriden oyun kuramamanın, artık "geriden oyun kuramazken gol yemek" şekline dönüşmesi.
3. Orta sahada ön libero mevkiinde, etliye sütlüye karışmayan, boşu boşuna saha içinde dolanıp duran defansif orta saha oyuncularıyla oynamak.
4. Gol yüzdesi çok düşük forvet oyuncularına sahip olmak.

Bu basit maçı dahi düşünürsek; Denizli Belediye'den gol yedik; çünkü [1] ve [2]. Denizli Belediye'ye karşı karşıya pozisyonlar verdik; çünkü [2] ve [3]. Denizli Belediye'ye karşı en az 5-6 net pozisyon kaçırdık; çünkü [4].

Bu sorunlardan sadece ikincisine yönelik bir hamle yapmış durumdayız devre arasında çözmek adına. Lucas Neill'ın bu soruna ve belki de savunmanın liderliğini Servet'ten alarak birincisine çözüm getirebileceğini umuyorum. Öte yandan, sorunlardan üçüncünün sorun olarak bile görülmemesi, Galatasaray'ın ikinci yarıda her ciddi maçta, her orta sahasını kalabalık tutan takıma karşı çok zor maç kazanacağı hissiyatını bana veriyor. Öte yandan, Nonda'nın bugün dökülmesi, 4. soruna yönelik süren transfer çalışmalarını daha da hızlandırması açısından aslında olumludur.

Peki takımda hiç mi olumlu şeyler yok? Var elbette. Madem Ahmet Çakar gibi, listeleyerek başladık, bunda da o şekilde devam edelim:

1. Caner Erkin'in her geçen maç yükselen form grafiği. Tekniği, ortaları, şutları ve her şeyden önemlisi hırsı ile Caner, şu anda ilk 11'deki yerini garantilemiş durumda. Eğer, olur da yedeğe düşerse dahi, senelerin gamsız yedeği Aydın Yılmaz'dansa, Caner'in kulübeden girecek olması bile takım adına çok önemli bir artı.

2. Arda Turan'ın, ilk yarıda beni oldukça rahatsız eden komplekslerinden sıyrılmış ve oyununa odaklanmış görüntüsü. Şu haliyle bir Arda, takıma şampiyonluk getirebilir.

3. Keita ve Sabri'nin yokluğunda, Barış ve Uğur'un sağ kanatta doksan dakika boyunca ileri geri beygir gibi çalışmaları ve iyi oyunları.

4. Elano'nun takımın yenisi havasından sıyrılması.

5. Emre Çolak'ın, 1. Lig için çok zayıf gözüken fizik problemini halledebilmesi halinde, takım içinde gelecek senelerde yer bulabilme ihtimali. Kendisi açısından bu fizik problemi, bir numaralı sorun. Eğer çözerse, belki Arda Turan olmaz ama, İlyas olur ve senelerce Anadolu'dan ekmek yer.

Sonuç olarak, bu kadar noktayı söyletmişse bize, hazırlık anlamında iyi bir maç olduğu aşikardır. Bu önem vermediğimiz maça, bu soğuk havada göreceli olarak yoğun ilgi gösteren taraftara da ayrı bir teşekkür etmek gerekir.
Devamı

Digiturk'e Öneriler


Rekor fiyatla sonuçlanan son futbol yayın hakları ihalesinden sonra, Digiturk'un stratejisinin ne olacağına dair ilk ipuçlarını, bugün Haberturk gazetesindeki röportajında Genel Müdür Ertan Özertem vermiş. Buna göre, Digiturk ilk etapta, şu anda 850 bin seviyesinde olan Lig Tv abone sayısını arttırmaya çalışacak stratejiler uygulayacak. Bu manada yakın zamanda, fiyatların çok uçuk artmayacağı, hatta agresif kampanyalarla, abone sayısının arttırılmaya çalışılacağını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Özertem'in satır aralarında söylediği, bir de dolaylı strateji var ki, bu da ligin negatif yanlarını törpüleyerek, satın aldıkları ürünün değerini arttırmaya çalışmak. İlk bakışta doğru gibi gözüken bu hamleye yönelik, Özertem'in nasıl yapacaklarını ifade ettikleri bölüm, bende biraz soru işaretleri yarattı açıkçası. Özertem, artık Turkcell Super Ligin sahibi gibi davranacaklarını, daha çok topa gireceklerini, hiçbir şekilde kötü görüntülerin ekrana gelmesine izin vermeyeceklerini söylüyor. Eğer söyledikleri bunlardan ibaretse, kısa zamanda şampiyonlukları belirleyen, şampiyonluktan büyükler kopmasın diye dalavereler çeviren "şirket" olarak daha sesli bir şekilde anılmaları yakındır. Ayrıca, lige değer katılması, Musa Çözen'in keyfe keder bir şekilde kimi küfürlerde sesi kısmasıyla da elde edilemez.

Tam 10 yıllık bir Digiturk üyesi olarak bu noktada benim yeni bir beyaz sayfa açacak olan kuruluşa, futbol yayınları konusunda bir kaç tane önerim var.

1. Yüzü eskimiş, kimse tarafından sevilmeyen, gerginlik yaratmaktan öte faydası olmayan, hakemlerin yıllardır dengesini bozan ve artık inandırıcılığını kaybetmiş Erman Toroğlu'ndan kurtulmak.

2. Maç yayınlarını çok iyi yaptığı şekilde bir efsane uyandırılan, oysa tribünlerdeki kızları ya da yakın arkadaşlarını göstermeyi marifet sayan, hala maçlarda ofsayt kameralarını doğru yere koyduramayan, çizgiye bir kamera koyamayan, kimi maçlarda yapılan bir hatayı maç boyunca 4-5 kez gösterirken, bir başka takıma yönelik benzer hatanın bir tekrarını bile yapmamaktan çekinmeyen Musa Çözen'den kurtulup, bu işi daha Batı çizgilerinde yapabilecek bir başka yönetmene yönelmek.

3. Ligin yurtdışına pazarlanabilmesi için, naklen yayınlanan maçlar dışındaki maçların en az 4-5 kamera ile çekimini sağlayarak, hala 2010 yılında Anadolu'daki bir maçta atılan golleri yer - kale arkası kamerasından izletme utancından kurtulmak.

4. Hasbelkader muhabir olmasa, Laleli'de dericilik yapabilecek olan, kültürü, birikimi, soru sorma kabiliyeti olmayan, ahbap-çavuş ilişkileri ile hala yerinde duran, 1980lere ait muhabir tipi Bahri Havadır ve benzerlerinden kurtularak, hem izleyiciyi maç sonrasında gerçekten maça yönelik sorularla bilgilendirmenin önünü açabilecek, hem de "performansının yüzde kaçındasın" kalıplarının dışına çıkabilerek, ülkemize gelen yabancı hocalara bu adam bana ne soruyor yahu dedirtmeyecek genç muhabirlere iş sağlamak.

5. Maç içinde, maçtan daha çok şey alınmasını sağlamak adına istatistikleri güçlendirmek. Örneğin, on yıllarca Serie A'da yapıldığı gibi, bir futbolcu gol attığında, altında bir şeritte, Turkcell Super Lig'de tüm zamanlarda yaptığı maç 175, attığı gol 37 veya bu sene oynadığı maç 8 attığı gol 1 gibi, çeşitli bilgilendirici istatistikler verebilmek. Bu manada Futbol Federasyonunun bilgi bankasından yararlanabilirler.
Devamı

Anelka'dan Gökhan Ünal'a..


Hayır, Gökhan Ünal'ın abartıldığı kadar kötü bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum. Hatta, Trabzonspor'daki bu seneki rezil performansının gerekçesinin de çoğunlukla psikolojik olduğunun da farkındayım.

Bu manada bakılınca, sanılanın aksine, Gökhan Ünal'ın arkasındaki Alex ile çok da etkisiz olmayacağını düşünüyorum. En nihayetinde, Turkcell Super Lig'de 172 maçta 79 gol atmış bir golcüden bahsediyoruz. Şutları iyi olan, gerektiğinde iyi kafaya çıkabilen, driplingi de hızlı ve direk kaleye inebilen bir isim Gökhan formda olduğunda.

Ancak, bu değil benim meselem. Benim meselem, forvete devre arasında takviye olarak Anelka alınan günlerden, Gökhan Ünal'ın alındığı günlere gelinmesi. Senelerdir Aragones, Maldonado, Güiza, Emre Belözoğlu, Kezman, Lugano, Edu gibi transferlere yüz milyon Euronun üzerinde para harcayıp, hala bizim borcumuz yok, maddi durumumuz süper masallarının sürdürülemeyeceğinin kanıtı. Galatasaray'ın tarihinin en sıkıntılı döneminde, kadro ve başarı olarak fark atamamanın kanıtı.. ve Aslantepe'nin bitişiyle birlikte resmin tam tersine döneceğinin işareti..

O manada Gökhan Ünal transferi, arkasında çok daha başka mesajlar taşıyor.

Gökhan Ünal'ın performansının nasıl olacağına gelince. Bence en önemli kriter, Galatasaray'ın bir kaç gün içinde yapacağı forvet transferi olacak. Bilindiği gibi, Fenerbahçe taraftarı için, sükse yapmak çok önemlidir. Bazıları için nerdeyse başarılardan, şampiyonluklardan daha önemlidir. En başarısız senelerinde dahi, bizim çok paramız var, en bomba transferleri biz yaparız, stadımız harika diyerek tatmin olan bir taraftardır. İşte bu taraftar için, bir diğer önemli kriter de, karşı yakadaki klübün ne yaptığıdır. Fenerbahçe Gökhan Ünal'ı alırken, Galatasaray söz gelimi Ruud van Nistelrooy'u getirirse örneğin, Kadıköy'de sinirden intiharlar yaşanabilir!

Elbette abartıyorum; ancak dediğim gibi, Gökhan'ın başarılı olup olmamasını tayin edecek psikoloji bu şekilde belirlenecek. Zira şu anda Galatasaray'ın bir transferi yokken dahi, Fenerbahçeliler arasında kaşlar kalkmış durumda. Bir de üstüne flaş transfer gelirse Galatasaray'dan, Gökhan Ünal'ın ilk gol kaçırmaya başladığı maçta Allah yardımcısı olsun!
Devamı

Angola 4 Mali 4


İçinizde uzun yaz tatili sonrası, ertesi gün okula başlayacakmışcasına bir yumru dolaşır ya.. İşte öyle bir his bu.

Maçı 79. dakikaya kadar, Juventus-Milan ve Tenerife-Barcelona maçlarıyla dönüşümlü de olsa izledim. Sonrasında 4-1 olduktan sonra maç, nedense kanal değiştirdim ve devamına bakmadım.

Sonrasıdır işte yukarıda bahsettiğim hisse neden olan. 4-0'a kadar Angola tarafından sürklase edilen Mali, maçı 88, 93 ve 94. dakikalarda attığı gollerle 4-4'e getirmiş. Böylesine unutulmaz bir maç, benim adıma kaçtı.

Açıkcası, ülkesinde olan son Togo olayındaki ölümlere rağmen, 4-0 olduğunda, bacaklarına vurup vurup dans eden Angola Devlet Başkanı'nın eşini gördükten sonra, bu sonuca sevinmedim dersem yalan olur.
Devamı

Orduspor 0 Galatasaray 3


Galatasaray, 24 sene sonra Ordu'da. Maç öncesi izlediğimiz 1985-86 sezonuna ait 0-0'lık maça dair görüntüler, hem Ordu stadının o zamanki topraktan bozma içler acısı halini gözler önüne seriyor; hem de o sezonu namağlup ikinci bitiren Galatasaray'a yönelik, neden bir sezonu namağlup bitiren takım şampiyon olamamış sorusuna yönelik cevaplar taşıyor. Galatasaray belli ki, gol yollarında çok etkili bir takım değilmiş o sene. Ligin en az gol yiyen takımı olmalarına rağmen, 36 maçın 16'sını berabere bitirmelerinin gerisinde yatan en önemli etken de bu sanırım. Yine de şampiyonluk, puan farkıyla değil, averajla kaçırılmış. O sene küme düşen Orduspor'a kaptırılan bu puan da, şampiyonluğu götüren puanlardan biri olmuş.

24 sene önceden bugüne dönersek; her iki takımın kalesinde, bir kaç sene aralıklarla benzer umutlarla Galatasaray'a gelmiş iki kaleci dikkatimizi çekiyor hemen. Orduspor kalesindeki Fevzi Elmas, Galatasaray'a Ümit Milli takımı kalecisi olarak geldiğinde, kendisinden umutlar çok fazlaydı. Refleksleri çok iyi, boyu kısa olduğundan yan toplarda zayıf bu kalecinin, Galatasaray'da oynadığı sınırlı sayıdaki maçta bir eksiği daha dikkati çekmişti: Heyecanı. İşte o heyecan, Mondragon'un gidişi sonrasında verdiği demeç ve yaptığı hareketle de kendini gösterdi. Mondragon ayrılınca, yabancı kaleci aranmasına tepki duydu ve bu tepkisini çocukca gösterdi. Öyle olunca da, kendisini Antalyaspor'da buldu. Antalya'da da kaleyi devralamadı bu Galatasaray'ın kalesi benim olmalı iddiasındaki genç adam. Bir sene içinde Bank Asya Ligi'ne kadar düştü ve şu anda da bir daha toparlayamayacağı ve muhtemelen 2. veya 3. lig topçusu olarak bitireceği kariyerine ağlamakla meşgul. Fevzi Elmas'ın ve daha önce Kerem İnan'ın bu durumu, tüm Galatasaray ve ya diğer büyük takımlarda yedek bekleyenlere örnek olmalıdır. Büyük takımda yedek beklemek dahi, küçük bir takımda direk oynamaktan iyidir. Ayrıca, şansın ne zaman geleceği belli olmaz. Bir bakarsınız, Engin İpekoğlu'nun en formda dönemde ayağı kırılır ve Rüştü Reçber gibi kaleye geçer bir daha da bırakmazsınız.

İşte Ufuk Ceylan da benzer umutlarla gelip, benzer dersleri alması gereken bir kaleci. Ufuk'un son demeci ise bu dersi aldığını gösteriyor: Oynamamak benim için problem değil; bir kaleci oynamıyorsa da yapabileceği şeyler vardır; ben de şu an daha çok ağırlığa girerek o eksiğimi tamamlıyorum diyor Ufuk. Bu yönde giderse, bulduğu şanslar bir gün O'na istediğini verir.

Maça dönersek, 15 bin Orduluyu şok eden bir hareketle başladı maç. Henüz 5. dakikada, Arda Turan'a yapılan harekete; bundan önce bu sene Gaziantepspor ve Fenerbahçe maçlarında Galatasaray ve Arda ile oldukça fazla uğraşan Bünyamin Gezer, nasılsa maç önemli değil, Galatasaray ve Arda ile bu maç barışayım bari düşüncesiyle direk kırmızı kart gösterdi. Sanırım Arda'nın acı içindeki kıvranışını gören herkes, yıllar önce Okan Buruk'un yine bir gündüz kupa maçında Trabzonsporlu Soner tarafından ayağının kırılışını hatırlamıştır. Neyse ki, Arda oyuna devam edebildi ve 5 dakika sonra da, gerçek bir sol ön oyuncusu gibi oynayan Caner'in güzel ortasında Galatasaray'ın golünü buldu. Bu gol Arda'nın Türkiye Kupası'nda bu sene 3. golü. Tüm sezondaki ise 7. golü.

Sonrasında Galatasaray oyunu rölantiye aldı. Rölantiye almasında en büyük etken, bana göre başta Gana'lı oyuncuları Jerry Akaminko'nun dengesiz ve sert oyunu ile birlikte, kötü zemin ve yine Orduspor'lu oyuncuların aşırı heyecanlarıyla ne yapacaklarını bilmeksizin saldırmalarından ötürü, sakatlıktan kaçınma düşüncesiydi. Maç boyunca, toplu - topsuz, sürekli Galatasaraylı oyunculara vuran Akaminko'nun, ancak 86. dakikada sarı kart görmesi bir Bünyamin Gezer başarısıdır! Aynı Gezer, yine bir klasik olarak Arda Turan'a, Akaminko'nun hareketlerine tepkisinden ötürü sarı kart vermekten kaçınmaz. Maç boyunca, Arda'yı çıldırtan sertliğe göz yumup, sonrasında, çocuk artık kanayan ayaklarından, kırılmaktan kurtulan bacağından tepki verince, haklı (!) sarı kartına abanmak bir Bünyamin Gezer klasiğidir!

Bu şekilde Galatasaray'ın rölantisinde geçen ilk yarı boyunca, Galatasaray'ın verdiği iki pozisyon, aslında takımın tüm sezonun ilk yarısı boyuncaki sorunlarını gözönüne seriyordu. İlkinde defanstan çıkarken Servet tarafından kaptırılan top İrfan'la pozisyona dönüşüyor; sonrakinde ise yine orta sahada Ayhan tarafından kaptırılan top, yine aynı oyuncunun sarı kartlık faulüyle ve frikikle ancak durdurulabiliyordu. Galatasaray'ın defansın göbeğine ve/ve ya defansif orta sahaya oyunu geriden kurabilecek bir isim alma zorunluluğu artık bas bas bağırıyor. Defansif orta saha mevkiinde Mustafa Sarp, tüm zamanların en etkisiz eleman performansını sergilerken, hala sene başında attığı sürpriz goller ve "Galatasaraylı" imajı ile tribünlere oynadığı demeçleriyle taraftardan tepki çekmiyor. Ancak bu futbolcunun maç içinde ne defansif, ne de ofansif anlamda yaptığı hiç bir şey yok! Bu oyuncuyu savunanların da, dikkatle izlemelerini salık veriyorum kendisini. Pozisyonunu koruma çabası dışında, ne etliye ne sütlüye karışıyor. İkinci yarıda da Galatasaray'ın ön liberosu takımı resmen 10 kişi oynatan Sarp olacaksa, şampiyonluk Kaf Dağı'nın arkasında kalabilir.

İkinci yarıda Galatasaray'ın 10 kişi kalan rakibi karşısında farkı daha da arttıracağı aşikardı. İlk yarı boyunca rakibinin sert futbolundan ötürü oyun içinde kendini saklayan Kewell'ın yerine giren Nonda, bu sene güçsüz rakiplere yaptığını yine yaptı ve 2 golü ağlara bıraktı. Nonda'nın bu sezondaki 16. resmi golü oldu; 7 Avrupa Kupaları, 7 Turkcell Super Lig ve 2 de Ziraat Türkiye Kupası olmak üzere.

İlk yarıdaki asisti dışında, bu iki golün de yaratıcısı, ikinci golde topu kapıp 70 metre sürüp, asisti yapacak olan Barış'a çıkaran ve üçüncü golde de iki oyuncuyu ekarte edip topu Arda'ya çıkaran Caner'di. Caner maç boyunca, uzun yıllardır izlemediğimiz, gerçek sol ön oyuncusu nasıl olur'u gösteren bir performans sergiledi. Önce Trabzonspor, sonra da Orduspor maçlarındaki bu mevkiideki performansıyla Caner, bence sol ön için Kewell ve Arda da dahil olmak üzere birinci alternatif konumuna yükselmiştir.

Maçın Galatasaray adına Caner dışındaki pozitif unsurları olarak, çok top gelmemesine rağmen, en azından Aykut gibi çizgi kalecisi olmadığını gösteren ve sürekli ceza sahası içinde gezen Ufuk, sakatlığının izlerinden tamamen sıyrılmış gözükerek, Galatasaray'ın geriden hücum zenginliğini arttıran Uğur Uçar ve Arda Turan'ın yediği tekmelere rağmen, sahada fark yaratan performansı sayılabilir.

Sonuç olarak, Galatasaray kupada 2'de 2 yaparak ve ciddi bir hazırlık maçı yapmış olarak Antalya'ya dönüyor.

Maçın adamı: Caner Erkin
Devamı

KANgola!


İnanlmaz bir şey bu. Bir kaç gün önce bir gazetede, Drogba, Essien, Eto'o gibi oyunculara klüplerinin özel koruma tuttuğunu, oysa Abdul Kader Keita'nın sadece Angola polisine kaderini bıraktığını okuduğumda, gülüp geçmiştim. O kadar da olamaz demiştim.

Ancak, bugün anlaşılan, korkulan olmuş durumda. Togo Milli takımı, Angola sınırını geçtikten 5 dakika sonra, önünde ve arkasında Polis otobüsleri olmasına rağmen tam 20 dakika otomatik silahlarla tarandı. 9 yaralı var; ikisi futbolcu. Kurtulanların anlattığına göre, hayatta kalmalarını, saldırganların malzemelerini taşıyan öndeki otobüsün içinde olduklarını düşünüp, oraya daha çok sıkmalarına borçlu oldukları anlaşılıyor.

Futbolcuların yaşadığı şok kelimelerle anlatılamaz muhtemelen. Afrikalı sıradan insanlar, çatışma bölgelerinde bunu her gün yaşıyor diyebilirsiniz. Lakin burda 35 milyon Euro'ya transfer olmuş bir isimden bahsediyoruz: Adebayor. Afrikalı oyuncuların hayat çizgileri, her zaman ilgimi çekmiştir. İşte 35 milyon Euro ile bir kurşun arasında bu kadar kısa bir çizgileri var. İlginç olan da, buna rağmen, her şeyi göze alıp, çıktıkları ülkenin Milli takımına hizmetten kaçmamaları.

Elbette, şimdiye dek aldıkları riskler, sakatlığa veya hastalığa yakalanma, yokluklarında takımlarındaki yerlerini kaybetme gibi daha insani risklerdi. Şimdi ise ölümün de bunların arasında olduğunu gördüler.

O manada zaten Avrupa Klüplerinin, oyuncularını belirli periyotta kullanamamalarından ötürü büyük tepkisini çeken Afrika Uluslar Kupası'nın yıldız oyuncuları çekmek anlamında son Afrika Kupası olabileceğini düşünüyorum. Her geçen yıl, buraya gelecek isimler azalacaktır.

Hatta bu kupadan dahi çekilmeler söz konusu olabilir. Togo anlaşıldığı kadarıyla, zaten turnuvaya devam edebilecek durumda değil. Aslında mantıklı olan, turnuvanın kökten iptal edilmesidir. Şu anda Togo'lular dışında da, hiç bir turnuva oyuncusunun aklının yerinde olduğuna inanmıyorum. 2010 Dünya Kupası'nın, Angola'ya göre daha medeni bir yer olsa da, yine de aynı kıtada oynanacak olmasından ötürü, Afrika Futbol Federasyonu, meydana gelebilecek bir hadisede dahi, 2010 Dünya Kupası'nı da kaybedebileceğini de gözönünde bulundurmalıdır.

Hepsinin Allah yardımcısı olsun. Özellikle de Keita'nın.
Devamı

Manchester United 0 Leeds United 1



Çok güzel bir skor bu. FA Cup'ın finalinde iki tane amatör takımın oynamasından hoşlanan romantiklerden değilim; ama en azından iki küme alttaki köklü bir takımın, Manchester United gibi ezeli rakiplerinden birini yendiği ve kupa dışına attığı bir maç, benim gibi futbolseverler için doruk noktasıdır.

Manchester United - Leeds United maçı, futbol kalitesi olarak çok üst düzey olmasa da, bu ruhla izleyince, oldukça güzel sahneler ortaya çıkardı. Maç öncesinde, Alex Ferguson, iki takımın rekabetine yönelik söylediği sözler ve bir nevi futbolcularına bu maçın kolay geçmeyeceği işaretini vermesiyle haklı çıktı.

İngiltere'nin Kuzey'indeki iki futbol şehrinin rekabeti, Leeds United'ın Premier Lig'den düşmesiyle sekteye uğramıştı. İki takımın rekabeti lig ayrımına bakmaksızın oldukça ünlü maçlarla dolu.

1965 yılında FA Cup yarı finalde karşılaşıyorlar. Manchester'ın başında efsanevi, Matt Busby var; Leeds'de ise bir başka efsane: Don Revie. Maç o kadar sert geçiyor ki, 0-0 biten maçın sonunda oyuncular soyunma odasında yumruklaşıyorlar. Tekrar maçı da aynı sert havada geçiyor ve maçı son dakikada efsanevi kaptanı Billy Bremner'ın golüyle 1-0 kazanan Leeds United oluyor. Bu sene vizyona giren, Brian Clough'ın Leeds United'dan kısa sürede kovuluş hikayesini anlatan the Damned United filmini izleyenler, hırçın kaptan Bremner figürünü rahatlıkla hatırlayacaklardır. O Bremner'ın bir heykeli, halen Elland Road stadının dışında bulunuyor. Aşağıdaki resim ise 0-0'lık ilk maçtan sonraki formasının haliyle Denis Raw:



İki takım, 1970 yılında yine yarı finalde eşleşiyorlar. İlk maç 0-0 bitiyor. Tekrar maçı, yine 0-0 bitiyor. Üçüncü maçı, yine aşağıdaki resimdeki Bremner'ın tek golüyle kazanıp, finale çıkan Leeds United oluyor.



Bir sonraki ünlü maç, 1978'de. O dönemin ünlü oyuncularından Gordon McQueen, Leeds'den Manchester United'a geçmiş durumda ve eski stadındaki ilk maçı. McQueen'e Figoya yapılan tepkiler misali bir çok tepkinin gösterildiği bir başka gergin maçı, bu sefer kazanan taraf 3-2'lik skorla Manchester United oluyor. Hem de McQqueen'in kafa golüyle.

1994 yılındaki maç ise, yine bir dönüşe sahne oluyor. Bu sefer dönen, bir Kral. Eric Cantona. 1992 yılındaki Leeds'in şampiyonluğuna büyük katkısı olan Cantona, kalkık yakalı formasıyla yine Elland Road'da. Bir de gol atıyor maçta eski takımına; ancak 2-1 mağlubiyetten kurtulamıyor Manchester United.



İki takım taraftarı birbirinden o kadar nefret ediyor ki, 2000 yılında malum iki Leeds'linin öldüğü olaydan sonra, Old Trafford tribünlerinde "MUFC Istanbul Reds" ve "Galatasaray Reds" pankartları açılıyor. Bunun gerekçesi ise, Manchester United'ın yıllar önceki Münih uçak kazasına yönelik yıllarca Leeds'lilerin yaptığı saygısız tezahüratlar.

Bir başka unutulmaz maç ise 2002 yılından. Manchester United, 4-1 öne geçtiği deplasmandaki maçı, ancak 4-3 kazanabiliyor, lakin ecel terleri dökerek.

2004 yılında Leedsli taraftarları hayal kırıklığına uğratan bir başka transfer oluyor. "Koyu Leedsli" Alan Smith, takım küme düşünce, Manchester United'a geçiyor ve Leeds'liler bir kez daha bir hainden nasiplerini almış oluyorlar.

İşte bu listeye, 2010 yılından bir maç daha katılmış oldu bugünkü skorla. Leeds United, maçın başından sonuna dek hakeden taraftı. Son 3 maçta, 5. golünü atan forvetleri Beckford, biraz şanslı olsa, direkten dönen frikikleri gol olsa, nerdeyse 3 farklı galip ayrılacakları maçtan, 1-0'lık unutulmaz bir skorla döndüler. Bu Alex Ferguson'ın 1986 yılında geldiği Manchester United'da, 3. turda, yani büyük takımların oynamaya başladığı ilk turda, ilk elenişi. Ayrıca Manchester United'ın 1984 yılında 3.Lig ekibi Bournemouth'a elenişinden beri de ilk kez bu kadar alt ligden bir takıma bu turda elenişi.

Alex Ferguson, Old Trafford'da Beşiktaş'a yenildikleri maçtan sonra, yine basına klasik kızgın haliyle, şu demeci vermişti:

"That same journalist will be wanting articles of them when they are stars, what an idiot! He'll be going cap in hand, begging for interviews in a few years, mark my words!"

"..(bu soruyu soran) aynı gazeteci bu isimler yıldız olduklarında onlarla ilgili makaleler yazacak, ne gerizekalı ama! Bir kaç sene içinde, bir elinde şapkası, onlardan röportaj alabilmek için yalvaracak.. Bu sözlerimi de bir yere yazın!"


O günkü Beşiktaş maçı 11'inden tam 6 isim vardı ilk 11'inde Manchester United'ın bugün. Bu isimlerin yer aldığı kadroların Old Trafford gibi, Manchester United'ı yenmenin çok zor olduğu bir stadyumda, aynı sene içinde ikinci mağlubiyetlerini almaları Ferguson'ın yukarıdaki iddiasının geçerliliğini biraz şüphede bırakıyor. Ayrıca bu isimlerden hiçbirinin, henüz bir Giggs, Beckham, Scholes etkisi yaratmadığı aşikar.

Öte yandan, Ronaldo'suzluğu da sorgulamak gerek Ferguson'ın takımı için. Geçen sene Manchester United şampiyon olurken, son 10 sıradaki takımlardan alınabilecek 60 puanın 58'ini almıştı. Bir çoğunda kötü oynarken, Ronaldo'nun olağanüstü golleri veya asistleriyle. Bu sene daha ligin ilk yarısı geride kaldığında, Manchester, kendisinden daha aşağıdaki takımlara geçen senenin tümünde kaybettiği puanın iki katını kaybetmiş durumda. Bir de üstüne Chelsea ve Liverpool'a kaybettiklerini unutmayalım. Dolayısıyla, Cantona sonrası Beckham, Beckham sonrası Ronaldo formülüyle yeni bir Manchester United kuran Ferguson, 24 sene içinde belki de ilk kez, yeni bir Manchester United kuracak projenin temellerini sağlam atamamış durumda gözüküyor. Önümüzdeki Perşembe 68. yaşını kutlayacak Sir; belki de bu sefer emekliliğine iyice yaklaşmış olacak.

Futbolla yaşayan kentlerden biri olan Leeds şehri muhtemelen bu gece uyumayacak. Bulundukları konum, son yıllarda çektikleri düşünülürse, tarihlerinin en önemli gecelerinden birini yaşıyorlar. Yolları açık olsun!
Devamı

İngiltere'nin en çok puan kazanan takımı


Bilgi yine 4-4-2 dergisi İngiltere versiyonundan..

Malum, Manchester United ve Liverpool arasında, kim daha büyük tartışması yıllardır süre gelir. 1990'dan beri şampiyon olamayan Liverpool, bu dönemde Alex Ferguson ile şaha kalkan Manchester United'a yakalandı ve iki takımın da 18 şampiyonluğu var. İlginç şekilde iki takım da aynı zamanda 13 kez ligi ikinci bitirmişler.

İşte bu tartışmaya son vermek amacıyla, Allan Kemp adlı bir vatandaş, 1888'den itibaren tüm birinci liglerdeki puanları toplamış. Şaşırdığım, dergide bunun daha önce yapılmamış gibi sunulması. Zira biz Türkiye Ligi gibi istatistik anlamda yerlerde sürünen bir ligde bile "Ezeli Puan Cetveline" alışığız..

Velhasıl-ı kelam, sonuçlar aşağıdaki gibi çıkmış; işte ilk 10:

Takım Maç Puan Maç başına Puan
Liverpool 3712 4946 1.33
Arsenal 3796 4938 1.30
Everton 4138 4829 1.16
Man United 3398 4641 1.36
Aston Villa 3804 4428 1.16
Chelsea 3018 3591 1.18
Tottenham 3014 3578 1.18
Newcastle 3160 3514 1.11
Man City 3240 3452 1.06
Sunderland 3036 3188 1.05


Dergi, burdan hareketle Liverpool'u birinci ilan etmiş. Lakin bana bu kadar maç sayısında, maç başına kazanılan puana bakmak daha mantıklıymış gibi geliyor.. Bu manada, bu liste dördüncü sıradaki Manchester United, birinci sırada benim mantığımda. Öte yandan, Everton'ın oynadığı maç sayısı da şaşırtıcı. İlk 10'da 4000 maçı geçen tek takım. Büyük ihtimalle tüm İngiltere'de de öyledirler.

Not: Resimdeki takım, 1888'deki ilk şampiyon Preston North End.
Devamı

Talihsiz Stoke City'nin futbolun kurallarına katkısı


Her İngiltere seyahatimde aldığım Four-Four-Two (British edition) dergisi uçak yolculuklarımın değişmez dergisidir..

Derginin Ocak sayısında, bir okuyucu mektubuyla Tuncay Şanlı'nın şu andaki klübü Stoke City'nin futbolun kurallarına istemeden de olsa, hatta kurban olarak da olsa, yaptığı katkıya yönelik bilgi sahibi oldum ve paylaşmak istedim.

Stoke City'nin İngiltere'nin en eski ikinci klubü olduğunu biliyordum. 1863 yılında kurulmuş bu takım, Notts County'den sonra ülkenin en eski ikinci klübü aynı zamanda. İşte futbola penaltının girmesi, bu iki klübün 1891 yılında FA Cup çeyrek finalindeki mücadelelerinden sonra oluyor. Notts County'nin o zamanki sol beki, Stoke City'nin topu ağlara gidecekken, çizgide eliyle topu engelliyor. O zaman penaltı olmadığından hakem, çizgi üzerinde free-kick veriyor. Sonuçta kaleci kurtarıyor ve Notts County 1-0 kazanıp, finale kadar gidiyor. Bu olay, daha önce de yaşananların üzerine tuz biber oluyor ve FA futbola penaltı kuralını getiriyor.

Bir sonraki sezon, bir başka kural değişikliği yine Stoke City'nin kurban olduğu bir maç sonrasında geliyor. Stoke City, Aston Villa'ya karşı 1-0 mağlupken bitime 2 dakika kala penaltı kazanıyor. O anda Aston Villa kalecisi, topu stadın dışına vuruyor. Top gelene dek 2 dakika geçiyor ve 2 dakika bittiği anda da hakem düdüğünü çalıp maçı bitiriyor penaltı kullanılamadan. Bu olay büyük tartışmaları beraberinde getiriyor ve penaltılar için ekstra süre eklenmesi Stoke City'nin kaybettiği bu maçtan sonra meydana geliyor.

Son zamanlarda, futbolun kurallarının değişimine yönelik çeşitli denemelere şiddetle karşı çıkan biriyim. Örneğin, insan olarak da, antrenör olarak da hiç sevmediğim Arsene Wenger, geçen hafta, taçların ayakla kullanılması gerektiğini belirten bir açıklama yaptı; çıldırdım. Bu tarz, futbolun, yukarıda bahsettiğim iki olaydaki gibi, deneme yanılma yöntemiyle oluşturulmuş ve bence mükemmelliğe erişmiş temel kurallarıyla oynamak, en fazla futbola bizim gibi aşık kitlelerin soğumasına sebep olacaktır. Bu nedenle, temel kurallardaki tüm değişikliklere karşıyım.

Ofsayt kuralının kaldırılmasından mı bahsediyorsunuz? Bunu savunan biriyle arkadaşlığımı bitiririm, o kadar söyleyeyim..

Not: 4-4-2 dergisindeki bilgileri yazan okur: Stephen Shaw, County Dublin'den..
Devamı

Guy Ritchie'nin Sherlock Holmes'u


Guy Ritchie'nin filmlerini genel olarak severim; arada Revolver gibi bana göre insanların beğenmek zorunda hissettiği, ancak birinin Kral Çıplak diyerek, gayet kötü bir filmdi demesiyle belki de kötü bir film olduğu ortaya çıkarılabilecek ürünler ortaya çıkarsa da.. Birbirine çok benzer olsa da; Lock, Stock and Two Smoking Barrels ile Snatch filmleri favorilerimdir.

Bu nedenle, Sir Arthur Conan Doyle'un hepimizin bildiği Sherlock Holmes karakterini sinemaya yansıttığını duyduğumda mutlaka izlemeliyim diye düşündüm. Film belki kötü olabilirdi; ama yine de Guy Ritchie'nin yorumuyla eğleneceğimden emindim.

Bu ruh haliyle gittiğim filmden çıktığımda hiç yanılmadığımı gördüm. Sherlock Holmes'ü canlandıran büyük oyuncu Robert Downey Jr. o kadar iyi oynamış ki, bundan sonra Sherlock Holmes hikayesi okursam, kafamda canlanacak kişi O'dur. Yine Dr. Watson'ı canlandıran Jude Law da döktürmüş. Bu iki aktörün oyunculuğuna, Sherlock Holmes'ün ana hikayesinden çok da sapmadan, Guy Ritchie yorumu eklenince seyrine doyulmaz bir film ortaya çıkmış. Örneğin, Robert Downey Jr.'ın dövüş sahnelerini izlerseniz, hiç bilmediğiniz halde bu film Guy Ritchie'nin elinden çıkmış diyebilirsiniz; ki örneğin o dövüş sahneleri benim Sherlock Holmes'ü hiç içinde düşünmediğim sahnelerdi.

Film, Watson'la Sherlock Holmes'ün tanışıklıklarının Watson evlenmeden önceki dönemine denk geliyor. Lord Blackwood'un büyü yoluyla Londra üzerinde hakimiyet kurma çabası ve Holmes ile Watson'ın O'na karşı duruşu filmin ana konusu. Hemen belirteyim, kötü adam Lord Blackwood'u da Mark Strong oynuyor. Mark Strong kim derseniz; Body of Lies filminde bana göre en başarılı oyuncu olarak Ürdün Gizli servisi'nin başı Hani Salaam'ı oynayan İngiliz aktör derim; o zaman bu tarz filmleri sürüklemesi gereken kötü adam karakterinin de ne kadar iyi canlandırıldığını anlayabilirsiniz.

Senaryosu gayet eğlendirici, akıcı olan; oyuncu tercihleri son derece yerinde olan bu filmin belki de tek yanlış tercihi bana göre Rachel McAdams olmuş. Küçük bir kız çocuğuna benzeyen McAdams'ın oyunculuğu bana itici geliyor.

O kadar kusur kadı kızında da olur diyelim ve 15 Ocak'ta Türkiye'de de vizyona girecek bu filme çok beklentiniz olmaksızın eğlenceli vakit geçirmek istiyorsanız gidin diye bitirelim..
Devamı