Galatasaraylı TUGAY!



Tugay Kerimoğlu yarın Blackburn Rovers'ta son maçını oynayarak futbola veda edecek..

Tugay ile birlikte benim için de bir sayfa kapanacak.. 

Prekaziler, Tanjular, Uğurlar, Kovaçeviçler, Rambo Yusuflar, Simoviçler, Deli Hayrettinler, Metin-Ali-Feyyazlar, Ulviler-Kadirler-Recepler, Şifolar, Sergenler, Rıdvanlar, Oğuzlar, Aykutlar.. Daha onlarcasını sayabileceğim, o Türk futbolunun yükselişinin aslında ilk kıvılcımını çakan 80'lerin ortasından itibaren o güzel yılları yaşatan, benim futbola gözümü açtığım, bana futbolu sevdiren neslin, o zamanlar genç, şimdi ise yaşlı ve son kalıntısı olan Tugay ile birlikte, futbolun benim çocukluğuma dair son sayfası da kapanacak..

Tugay Kerimoğlu ismi benim için farklıdır. Tugay 22 senedir delicesine takip ettiğim Galatasaray'ın tüm spor branşlarında mücadele etmiş sporcular içerisinde en çok sevdiğim 2-3 sporcudan biridir.. 

Tugay ismiyle ilk tanışmam, 8-9 yaşlarında her sabah Galatasaray'la ilgili haberleri okumak için erkenden kalkıp gazete bayiine koştuğum dönemlere rastlar.. O dönemlerde okuduğum gazetelerden kalma bir fısıltıydı benim için Tugay.. Derlerdi ki, Prekazi antrenmanlar sonrasında genç Tugay'ı çalıştırıyor.. O'nun çok büyük futbolcu olacağını söylüyor.. Bunu okuduktan sonra, Tugay'ı merak etmeye başlamıştım.. İlk sezonlarında genç futbolcu kontenjanından az da olsa oynamaya başlayan Tugay, Sigi Held'li tarihimizin en kötü sezonunda daha fazla şans bulmaya başlamıştı.. 1990-91 sezonuna geldiğimizde ise başımızda Mustafa Denizli vardı.. Çocuk hafızam bana Mustafa Denizli ile Tugay'ın yıldızının o sene barışmadığını söylüyor.. Taa ki, benim Tugay'ın tam olarak büyük futbolcu olacağına inandığım ve hala dün gibi hatırladığım maça kadar..


1990-91 sezonu Türkiye Kupası Finali.. Ankaragücü ile İzmir'de oynuyoruz.. Mustafa Denizli enteresan bir kararla (hala örneklerini bugün de gördüğümüz sürprizlerinden biri) ligde pek de oynatmadığı Tugay'ı liberoda oynatmak üzere ilk 11'e koymuştu.. Ki Tugay'ın geç takımlarda libero oynadığını biliyorduk, ancak A takımda hep orta sahada oynamıştı.. Maça fena başlamamamıza rağmen ilk dakikalarda Ankaragücü Cengiz ile 1-0 öne geçti.. O Cengiz sonraki yıllarda Fenerbahçe'ye transfer olmuş, pek de başarılı olamamış, Fenerbahçe'nin 1990ların klasik transfer hamlelerinden biri olarak kayıtlara geçmişti.. Sonrasında Tanju ile beraberliği yakaladık; ancak maç uzatmaya gitti.. Uzatmada o dönemki en sevdiğim oyuncu olan Uğur Tütüneker ile öne geçmiştik.. 

Tugay liberoda mükemmel oynamıştı ve hala gözlerimin önünden gitmeyen verkaçlarla ceza alanına girip golünü attığı anda dakikalar 120'yi gösteriyordu.. 3-1 galiptik, 21 yaşındaki Tugay ilk kez libero oynamış, golünü atmış ve kupayı kazanmıştık..

Tugay benim için artık yeni favoriydi..


Sonrasındaki sezon takıma iyice oturan bir Tugay.. ve nihayet 1992-93 sezonunun başında Kalli'li Galatasaray'da kaptanlığa getirilen Tugay.. Yanlış hatırlamıyorsam, Galatasaray tarihinin, en azından profesyonel zamanların en genç kaptanı olmuştu Tugay 22 yaşında bu görevi üstlenerek.. Bu O'nun sadece saha içindeki yeteneği değil, saha dışı liderlik vasıflarını da gösteren bir olguydu..

1992-93 sezonu, Galatasaray tarihinin en parlak sezonlarından biri.. Keza Tugay'ın da.. Takımın genç kaptanı olarak, hem bir maestro gibi takımını yönetiyor, hem de mücadelesiyle arkadaşlarına örnek oluyordu.. Sezon 4 kupayla kapatılırken, 10-12 yıla damgasını vuracak Galatasaray'ın temelleri atılıyor, önderi de Tugay oluyordu.. Bu seneye dair benim için Tugay'a dair aklımda kalan kareler, Kadıköy'deki  10 kişiyle 4-1'lik Fenerbahçe galibiyetinde attığı 2 gol; hele ki bunlardan frikik olanında topun ağlara girdiği andaki sesin hala kulaklarımda oluşu.. Öylesine bir bazukaydı.. Sonrasında sezon sonunda Ankaragücü maçı sonrası şampiyonluk kutlamalarında, üstlerinde sadece beyaz külotları kalmış halde Falco Götz ile saha ortasındaki dansları..

1993-94 sezonuna geldiğimizde Kalli yoktu, Hollman vardı.. Ama kaptan takımının başındaydı.. 3-3'lük maçın rövanşında, Manchester United ile 0-0 berabere kalınan maçtaki performansı ile doruğa taşıyordu.. Kendisi de hüngür hüngür ağlıyordu o maçtan sonra.. Hala unutmadığım karelerden biri olarak; tribündekiler de.. İngiliz basınında da Galatasaray'ın genç kaptanı konuşuluyordu maçtan sonra.. O yıllarda henüz Türk futbolcusu kapalı kutu olduğundan, o zaman böylesine beğendikleri Tugay için hamle yapmayan İngilizler, yıllar sonra Tugay'ın kapısını İskoçya'dayken çalacaklardı..

Bu sezona dair bir diğer unutulmaz Tugay anısı da, son şampiyonluk maçı olan Bursaspor maçında geliyordu.. Galatasaray'ın şampiyonluk için son maçta Bursaspor'u mutlak yenmesi gerekiyordu.. Bir gece önce benzer bir durumda, İspanya'da ligin son maçı oynanmıştı.. Deportivo La Coruna, galip gelmesi durumunda tarihinde ilk kez şampiyon olacağı maçta Valencia'ya karşı 90. dakikaya kadar gol bulamıyor ve ancak 90. dakikada penaltı kazanıyordu.. Topun başında Djukic vardı ve golü atarsa Deportivo şampiyon olacaktı.. Lakin kaçırdı Djukic.. 
ve şampiyon Cruyff'un Barcelona'sı idi.. 

Bu görüntüleri izleyen tüm Galatasaraylıları stres basmıştı içten içe.. ve maç başlasın, bir de penaltı kazanmayalım mı? Stres sanırım ikiye katlanmıştı.. Topun başına gelen Tugay, nefeslerin tutulduğu anda, topu kaleciye nişanlıyor ve adeta korktuğumuzu başımıza getiriyordu.. Neyse ki, Deportivo kadar şanssız değildik.. Sonrasında bir duran topta aynı Tugay Hakan Şükür'e asistini yapıyor, ikinci yarıda da Ljung ile bir gol daha bulup şampiyonluğa uzanıyorduk.. Kaptan ikinci şampiyonluğuna da ulaşmıştı artık..

Tugay için böylesine pozitif giden herşey, 1994-95 sezonunda, Saftig'li o uğursuz sezonda bozulmaya başladı.. Ligin ikinci yarısında tepetaklak olan takımda, basın tarafından Tugay kumarbaz olarak günah keçisi ilan ediliyor ve yönetim de 22 yaşında kaptan yaptığı oyuncusundan 25 yaşında kaptanlığı alıyor, bu görevi uzun yıllar sürdürecek olan Bülent Korkmaz'a devrediyordu.. Bu kaptanlık devrini her zaman Tugay'a saygıda kusur etmeden karşılayan Bülent Korkmaz, kazanılan ilk kupayı tek kaldırmak yerine, Tugay ile beraber kaldırıyor ve hem Türk belki de Dünya futbolunda, ilk kez kupaların tek kaptan yerine iki kişi tarafından kaldırılması uygulamasını başlatıyordu.. Sonraki yıllarda, Bülent bu uygulamaya devam etti ve Suat'la kaldırdı kupaları.. ve daha şimdi adını hatırlayamadım niceleriyle..

Tugay burulmuştu; Galatasaray'ı delicesine seven Tugay'ın kalbinden bir şeyler kopmuştu eminim.. Ama devam etti Tugay.. 

Bir sonraki sezon Souness'in en güvendiği isimlerden biri olarak yine Galatasaray orta sahasının beyniydi Tugay.. Yıllar sonra devam edecek işbirliklerinin temeli o sene atılmış oluyordu.. Koskoca Liverpool tarihinin Kenny Dalglish, Steven Gerrard ve John Barnes'tan sonra en büyük oyuncusu olarak kabul edilen usta futbolcusu Souness, teknik adamlığında gördüğü bu yeteneği tabii ki atlamayacaktı ve atlamadı da..

Sonrasında Fatih Terim'li sezonlar..İlk sezonda Hagi'nin gelişiyle elbette geri plana düşmesine rağmen, yine de 30'un üzerinde maç oynuyor ve 2 şampiyonluğa daha imza atıyordu..Fatih Terim'li üçüncü sezonda ise işler terse gitmeye başlıyordu.. Tolunay Kafkas gelmişti Galatasaray'a artık ve Fatih Hoca Milli takımdan talebesi olan bu isme de şans vermeye başlamıştı.. Tugay'ın oynadığı dakikalar giderek azalmaya başlıyordu..O sene de elde edilen şampiyonluktan sonra, 1999-2000 sezonuna gelindiğinde, ikili arasındaki sorunlar giderek ayyuka çıkıyor, Tugay'ın devre arasında klüpten ayrılacağı konuşuluyordu..

Ama nereye gidebilirdi ki Tugay? Yıllar sonra genç Arda tarafından taklidi yapılacak, ben burda doğdum, burda öleceğim hareketini Sami Yen'de yapmış, kalbi Galatasaray için çarpan bu isim Türkiye'de başka takımda oynayabilir miydi? 

Tabii ki hayır.. 

Nitekim, teklif İskoçya'dan geliyor, Tugay da devre arasında 30 yaşındayken Glasgow Rangers'a transfer oluyordu.. 



Sonrası malum.. Hertha Berlin maçında attığı golle 4-1 skorda ve UEFA Kupasına kalınmasında payı olan bu güzel insan, en çok hakeden insan, o sene UEFA Kupasının alındığı kadronun içinde olamıyordu.. O finale dair en büyük burukluğumdur, Tugay'ın orda olmaması.. Tugay o kupayı kaldırmayı hakeden 1990lar Galatasarayının temel taşıydı.. Ama maalesef orda olamadı.. Burukluğumu azaltan bir etken olarak, Tugay'ın 10 sene daha Ada'da futbol yaşantısına devam ettirmesi ortaya çıkarken, daha da arttıran ise sevinç gösterilerinde Tugay'ın olmaması idi.. Bunu zaten söyledin, neden tekrar yazıyorsun derseniz, burdaki sevinç gösterilerinde Tugay'ın olması kavramının başka bir şey olduğunu söylemek isterim.. 


22 senedir izlediğim Türk futbolunda bana göre Tugay Kerimoğlu, şampiyonluklar sonrası, zaferler sonrası, en güzel sevinen, en coşkulu sevinen, en ortamı neşeye boğan oyuncu olmıştur.. Bu yüzden Tugay'sız bir sevinç, bence eksik bir sevinçtir.. Finale dair bir burukluğum da budur..

Tugay'ın sonraki senelerine pek değinmeyeceğim.. Onları bırakalım da Rangers ve Rovers'lı taraftarlar yapsınlar.. Ki yarın Tugay'a yapacakları seromoni ile alasını yapacakları haberlerini alıyoruz.. Bilindiği üzere, yarın tüm Blackburn'lü taraftarlar sahaya Tugay maskeleri ile gelecekler ve de belki hepsi olmasa da önemli bir kısmı şu t-shirtle:


Bana göre Tugay'ın yurtdışında kalıcı olacağı, Rangers'taki ilk maçında oyuna sonradan girdikten sonraki pozisyonda, gol olmayan bir şutu sonrasında haykırdığı Fuck! kelimesinde saklıdır. Tugay üç gün olmasına rağmen gideli, o küfrü etmeyi akıl edecek kadar adaptasyona açık bir isimdir.. Seccade aramak yerine, Fuck demiştir, ben burda kalıcı olacağım demiştir, sonra da bana şunları yapanlara içten bir FUCK diyeceğim demiştir:
  • Galatasaray'da yıllarca oyunu yavaşlatıyor, yana pas yapıyor diye hedef gösterenlere..
  • Türk futbolunda o dönem ilahlaştırılan Oğuz ve Sergen kadar iyi, hatta belki daha iyi olmasına rağmen asla onlar kadar değer vermeyenlere..
  • Kötü geçen bir sezonda kaptanlığını alıp O'nu günah keçisi haline getirenlere..
  • Posası çıkmış Tolunay'ı kendisine tercih edenlere..
  • Nihatlı Real Sociedad, Tuncaylı Middlesborough, bilmemkimli bilmemnespor maçlarını her daim yayınlayıp, bu isimleri sürekli ön plana çıkartan, ama 10 senedir efsaneleştiği İngiltere'deki hayatını yeterince irdelemeyen medyaya..
  • Onu Milli takımdan kesip, 100 kez Milli olan ilk oyuncu olma fırsatını elinden alanlara..
Tugay yarın bırakıyor.. Hedefini de O'ndan beklediğim gibi çizmiş durumda.. Ben acele etmeyeceğim takım elbise giymek için diyor.. Bir süre teknik adamlık stajımı yapacağım.. Sindire sindire bir yerlere geleceğim ve asla Türkiye'ye dönmeyeceğim diyor Tugay..

Bugün kendisini zamanında Mark Hughes'u uğurladıkları gibi uğurlayacak olan Rovers'ın, bir kaç sene sonra başına Tugay'ı getireceğinden eminim..

İşte o gün.. Tugay daha bir kıymete binecek.. Tugay hocam diyen yalakalar peşini kaplayacak..

Ama o zaman dahi.. sakın gelme Tugay.. Gelirsen de, bizden başkasına gelme Tugay..

Çünkü biliyorum ki, geçen 10 senede daha bir profesyonel oldun, daha bir Galatasaray sevgisinden uzaklaştın.. Yine de ne olursa olsun, burda doğdun, burda öl Tugay.. 

Galatasaraylı büyük futbolcu Tugay olarak seni her zaman anlatacağım..

Yaşattıkların için teşekkür ederim..!
Devamı

Wahiba Ribery


Bayan Ribery Madrid'de ev bakıyor diyor Bild..

Ne kadar tanıdık değil mi? 

Metz'deyken İstanbul'da..

Galatasaray'dayken Marsilya'da..

Marsilya'dayken Münih'de..

ve Münih'deyken Madrid'de..

Her zaman ev bakıyor Wahiba hanım..




Frank Ribery sanırım giderse Real Madrid'de de bir-iki sezondan fazla kalmayacaktır.. Karakteri zayıf, futbolu büyük bu genç adam cebini doldurmaya devam ediyor hayatın çocukluk yaşlarda ona getirdiklerine inat.. 


O cebini doldururken büyük aşkı, uğruna dinini değiştirdiği biricik karısı Wahiba da boş durmuyor.. Kendini yenilemeye devam ediyor.. Sanırım iki fotoğraf arasındaki fark da başka söyleyecek söz bırakmıyor...
Devamı

Bazı Kişiler Şanslıdır..


Şu ülkede bir çok alanda, hangi yeteneklere sahip olduğunuzdan çok kimleri tanıdığınız, kimlere yakın olduğunuz önemlidir hepimizin bildiği gibi.. İlişkiler, çoğu zaman insanların kariyerlerine yön verir.. 

Tıpkı Mehmet Atalay gibi..

2003 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne getirilip yaklaşık 6 sene bu görevi ifa eden Atalay'ın döneminde Türk sporunun en ufak bir gelişme kaydetmediği, şu da Mehmet Atalay döneminde yapıldı denebilecek bir adet atılımın dahi olmadığı konusunda herkes hemfikir. Nitekim Atalay da eleştirilere daha fazla dayanamayıp Pekin Olimpiyatları sonrasında istifa etmişti..

Kendisini en son 20 Mayıs'ta Shaktar Donetsk - Werder Bremen UEFA Finalinin kupa seromonisinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tam arkasında gördüm.. Yakında bir yerlere atanır diye geçirmiştim içimden..

Nitekim zaman beni yanıltmadı. Bugün gazetelerde politika kulislerinde, RTÜK Başkanı Zahit Akman'ın 14 Temmuz'da görevi bırakmasının ardından Mehmet Atalay'ın bu göreve getirileceğinin konuşulduğu yazıyordu. 

Henüz gerçekleşmiş bir şey yok. Ama buraya notumuzu düşelim. Temmuz ayı geldiğinde döner bakarız; bu sayın bürokratımız yine bir kaç sene en güzel yerlerde arz-ı endam edeceği pozisyonu kapabilecek mi ilişkileri sayesinde diye..

Devamı

Galatasaray Yarı Finalde: Beşiktaş 102 Galatasaray 115

Enteresan bir maç oldu. İki takımın bu seneki istikrarsızlıklarının zirve yaptığı ve adeta sezonlarını özetleyen bir oyundu bugün oynanan.. 

Beşiktaş, bir önceki maçtaki 42 sayı farklı kazandığı maçın yansıması olarak daha fazla seyirciyi toplayabilmişti Akatlar'a ve maça da iyi başladılar.. İlk yarının sonuna doğru yakaladıkları 38-26'lık avantajı eritip, devreyi 43-39 kapamaları belki de maçı kaybetmelerindeki anahtar oldu.. derdim, ama demiyorum, çünkü maçın ikinci yarısında ve uzatmalarında o kadar çok hatalar ve karşılıklı seriler yakaladı ki iki takım da; hangisinin anahtar olduğunu karar veremiyorum. 

Üçüncü çeyrekte çok iyi oynayan Hüseyin - Tolliver ikilisi ile Galatasaray maça daha sıkı sarıldı. Dördüncü çeyrekteki rezil Atkins performansı olmasa, son 30 saniyeye 5 sayı önde giren takımın maçı uzatmaya götürmesine gerek bile kalmayacaktı. Ben 5 sayı fark yakalamış bir takımın, 2 saniye içinde bomboş üçlük yedirmesi rahatlığını anlayamıyorum. Tamam, yine yersin abuk subuk bir üçlük; ama 30 saniye kaldı ve sen 5 sayı fark yakaladın diye maç bitti havasına bu derece profesyonel oyuncuların girmemesi lazım.. Çünkü 2 saniye sonra üçlük yersen, o 5 sayılık farkın hiç bir anlamı kalmıyor..

Dördüncü çeyrekte çok kötü oynayan Atkins, uzatmalardaki performansı ile ise maçı koparan adam oldu.. Uzatmalara kadar 5/7 üçlük isabetiyle oynayan Tolliver, Milojevic'in 3. çeyrekte 5 faul alıp çıkmasından sonra iki uzatma da dahil olmak üzere maçın sonuna kadar aslanlar gibi mücadele eden Hüseyin Beşok ve Beşiktaş seyircisiyle girdiği diyalogla daha da hırslanıp kritik sayılar bulan Graves maçı getiren isimler oldular..

Galatasaray 3-1 ile seriyi kazandı belki, ama bu istikrarsız performansı ile Efes Pilsen'den bir galibiyet alsa dahi başarıdır. O manada sezonu kapatan Beşiktaşlılar üzülmesin; kısa zamanda biz de aralarına katılacağız.
Devamı

1 Saniye


Yaş ilerleyince, iş güç sahibi olunca eskiden yaptığınız bazı şeyleri pek yapmıyorsunuz. Bunlardan biri, uzun zamandır gece yarısı kalkıp NBA maçı izlememekti. 

Dün gece nedense hem Hidayet'in Konferans Finallerindeki performansına tanık olmak, hem de LeBron'ı izlemek için uzun zaman sonra öğrencilik yıllarına dönüp kalkayım dedim.. Sonuç itibariyle, NBA'in efsane maçları listesine giren bir maçı izlemiş olmanın verdiği huzurla yattığım için çok keyifliyim. 

Haberlerde okumuşsunuzdur zaten; Orlando Magic deplasmanda tam 23 sayı geriden geldiği maçta, son 1 dakika içinde önce Hidayet'in üçlüğü ile 93-93 beraberliği yakaladı; sonrasında ise sadece 1.0 saniye kala yine Hidayet'in iki sayılık basketiyle 95-93 öne geçti. Orlando iki maçı da deplasmanda kazanıp 2-0 öne geçmeye o kadar yakınken, 1.0 saniye kala sahneye LeBron James çıktı ve üçlüğü ile maçı 96-95 Cleveland'a getirdi. 

2002 Batı Konferansı finallerinde Robert Horry'nin Lakers formasıyla Kings'e attığı bir üçlük vardır; serinin gidişatını değiştiren ve şampiyonluğu Lakers'a getiren.. Bu üçlük de muhtemelen öyle olabilir.. 

Maçla ilgili kısaca bir iki not vermek gerekirse; 

  • Hidayet'in geldiği yerin inanılmazlığını insan izlerken daha iyi anlıyor. Bazı şeyleri zaman içinde kanıksıyoruz, Hidayet'in başarısı da bunun gibi.. Ama dün akşam konferans finalinde son 30 saniyede son topu kullanacak adamın Hidayet olması, O'na o sorumluluğun verilmesi bile inanılmaz bir nokta.. Son topu her zaman süperstarlar kullanır NBA'de ve Hidayet o noktaya gelmiş gözüküyor..Her ne kadar son saniyedeki savunmasıyla "heroes become villain" sözünü gerçeklese de..
  • Cleveland bu sene 66 galibiyet almış. İlk kez gözlerimle izledim; inanamadım. James haricinde çok sıradan bir takım görüntüsü verdiler bana.. O yüzden James'in ne kadar büyük bir basketbolcu olduğunu daha iyi anladım.. Böyle bir takım sezonda 66 galibiyet alabiliyorsa, büyüksün James!
  • Yukarıda üçlük seriyi döndürebilir dedim, ama benim dün izlediğim Magic, Cavs'dan çok daha iyi takım. Demoralize olmazlarsa seriyi rahat kazanmaları lazım aslında..
  • Kaan Kural'ın LeBron'ın son saniye basketinden sonraki eleştirisi komikti. Hidayet'i maçı 95-93'e getiren son saniye basketinde yeterince zamanı iyi kullanmamakla eleştirdi. Yahu adam 1.0 saniye kala topu elinden çıkardı; 0.5 saniye kala çıkarayım diye dahi ayarlayamaz ki, saliselerden bahsediyoruz. Hadi 4 saniye kala filan olsa anlayacağım; ayarlayabilirdi kendisini diye.. Ama 1.0 saniyeden daha azını zaten istese de ayarlayamaz. Kaan Kural'dan abuk bir eleştiri olarak notlara geçsin. 
  • Son saniye üçlüğünde bana göre suçlu maçı aldık diye rahatlayan Magic koçu Stan van Gundy'dir. LeBron gibi adama resmen yardım gitmedi, Hidayet yalnız başına önlemeye çalıştı. Orda ben olsam diğer tüm oyuncuları riske eder ve LeBron'a baskı yapardım. 1 saniye yahu.. Orda sıkmayacaksan savunmayı nerede sıkacaksın?
  • Bu maç bana NBA izleme keyfini yeniden getirdi; muhtemelen bu gece de Denver Nuggets - LA Lakers maçını izlemeye kalkacağımdır efendim..
Devamı