Bazı pankartlar şampiyonluk simgesi olur..


Galatasaray taraftarı, belki Beşiktaş taraftarı kadar çok ses çıkarmaz, Fenerbahçe taraftarı kadar sağı-solu şampiyonluk sonrası kornalarıyla inletmez ama çok kritik anlarda hep takımının arkasında durur, küçük mesajlarla, kah zaman zaman takımın mücadelesine destek amacıyla gök gürültüsü gibi birden çıkardığı, ortak kültürün ürünü Re-re-re Ra-ra-ra tezahüratıyla, kah 10 hafta gol atamayan oyuncusunu değil yuhalamak, sürekli adını haykırıp alkışlayarak itmesiyle, kah da zeka ürünü, camianın psikolojik olarak kenetlenmesini sağlayan pankartlarıyla, Galatasaray'ın büyük başarılarının arkasındaki önemli güçtür.

Galatasaraylı olmayan anlayamaz. O tribünü, o camiayı koklamayan anlayamaz. Resimde gördüğünüz pankart, bence Galatasaray'ın sezon sonu şampiyonluğundaki ilk kıvılcımdır; tarihte yerini alacaktır.

Ne dersiniz? Sizce de bir ihtimal daha yok mu? :)
Devamı

Oh! Sonunda Alex atıldı!

Senelerdir söylerim. Blogumda da 31 Mayıs 2009'da yazmışım: http://gianinsesi.blogspot.com/2009/05/klasik-alex-hareketi-bu-sefer.html

Her sene, özellikle zorda giden maçlarda, bu tarz hareketleri yapar. Direk rakiplerinin futbol hayatına tecavüz etmeye yeltenir. Ancak, nedense, çok centilmen, çok kibar oyuncu olarak değerlendirilir.

Oysa Alex'in gerçek yüzü budur.

İkinci yarının başında, futbol teröristi Christian Baroni'nin Serhat'ın bacağını kırmaya yönelik hareketine kırmızı kartı pas geçse de, Fırat Aydınus'a tebrikler.
Devamı

Fenerbahçe'nin önündeki gerçek tehlike


Ligin ilk 8 haftasında çok kötü maçlar çıkarıp, puan kaybetmeyen Fenerbahçe, son 3 maçta görece olarak rakiplerinden daha iyi oynamasına rağmen 7 puan kaybetti. Sezon sonunda şampiyonluğu kaçıracaklarsa, en çok hayıflanacakları dönem bu olacak.

Ancak henüz ne onların çok dertlenmesine, ne de rakiplerinin çok sevinmesine gerek olmayacak kadar çok hafta ve az puan farkı var lider Galatasaray'la. Bu manada, önlerindeki iki maç, Lille ve Belediye maçları sezonun gerikalanına yönelik çok şey söyleyecek.

Bu maçlar öncesinde Fenerbahçe'nin önündeki en büyük tehlike ne sizce?

Defansta Lugano'nun sakatlığıyla, yetersizliği daha da gözönüne çıkan Bilica ve beraberinde gelen defans hataları mı?

Kaleci Volkan'ın o maç kurtaran kaleci görünümünden uzaklaşması mı?

Güiza'nın psikolojisinin çökmüş olması mı?

Semih'in artık sadece kendini yere atıp, faul bekleyen, taraftarı hakeme karşı tahrik eden bir yetersiz forvet haline dönüşmesi mi?

Uğur Boral ve Mehmet Topuz'un eksikliğine, Özer'in de eklenmesiyle kanatlardaki alternatiflerin azalması mı?

Öncelikle Güiza ve Bilica'yı yuhalayan, sonrasında Daum'u Güiza tezahüratıyla taca atan, huzursuzluğunun doruğundaki Fenerbahçe taraftarı mı?

Hayır, bana göre bunların hiçbiri Fenerbahçe'nin önündeki gerçek tehlike. Asıl tehlike maç sonrası, Emre B. ve Volkan'ın röportajları sırasında ortaya çıkan bir detaydaki gerçek.

Emre B. diyor ki; çok iyi oynuyoruz, şanssızız, bunda en büyük etken de defansif anlamda sürekli hata yapmamız. Her maç en az iki gol yiyoruz, böyle olmaz.

Sonrasında söz alan Volkan Demirel'e göre ise, takım iyi oynuyor, ama çok gol kaçıyor, hücumda etkisizler.

İşte Fenerbahçe'nin önündeki asıl tehlike, kayıp puanların gerekçesini bir diğerinde arayıp, bölünmeye başlayan, gitgide takım ruhundan uzaklaşabilecek futbolcu grubudur. Bu anlamda, Lille ve Belediye maçları takım bütünlüğünü ya tam anlamıyla koparacak, ya da onaracak maçlar olacak.

Elbette dileğim, bir Galatasaraylı olarak, her ne kadar Gervinho sakat, Cabaye cezalı da olsa, Lille'in Fenerbahçe'ye bir darbe daha vurması. Sonrasında bu sene bir tek Fenerbahçe'den puan alamayan Abdullah Avcı'nın Belediye'si ne yapar, hep birlikte göreceğiz.
Devamı

Aynı sezonda iki rakip sol bek'in yüzüne vurmak: Abdul Kader Keita


Hayır, Keita'nın yaptıklarını savunmuyorum. Ancak, ne olursa olsun, oyunun profesyonel yönünü bir kenara bırakırsak, bir Galatasaraylı olarak, senelerin çirkef futbolcuları Roberto Carlos ve İbrahim Üzülmez'in, birinin suratına yumruk, birinin yüzüne dirsek geçirerek, bunların sinsi, çirkef hareketlerinden senelerce çekmiş tüm futbolcuların intikamını aynı sezonda almış olan Keita'nın o hareketleriyle içimin yağını erittiğini söylemek istiyorum.

Öte yandan, profesyonel açıdan bakarsak, Keita'nın böylesine Allah vergisi yetenekleriyle, bu kadar sinirlenmesine gerek olmadığını, kendisine yapılan faulleri daha iyi göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Fenerbahçe maçında Carlos'a yumruk vurup atılmasa, muhtemelen maç dönüyordu. Beşiktaş maçında ise İbrahim'e attığı dirseği hakemlerin pas geçmesi, zaten bir sürü eksikle boğuşan takımı gelecek maçlarda yalnız bırakmaması adına büyük şans.

Senelerdir içimden geçenleri yaptığın için eline sağlık; ama takıma zarar verdiğin için koca bir kırmızı kart Keita.. Sana farklı alanlarda ihtiyacımız var; bu son olsun.

(Belki bir tane de Lugano'nun ağzının ortasına ha?) :)
Devamı

Şubat ayını en az hasarla kapatmak


Galatasaray'ın ister yanlış transfer politikası, ister şanssızlık; hangi sebepten olursa olsun, kolsuz kanatsız bırakan bol sakatlıklarla dolu döneminde, Şubat ayı en kritik dönemeçti. Şampiyonluk yolundaki en büyük rakip, sıralamanın son dördünde bulunan takımlardan Denizli ve Diyarbakır ile içeride ve Manisaspor ile Sivasspor'la dışarıda oynarken, Galatasaray kendi sahasında Gaziantepspor'la oynadıktan sonra, üst üste deplasmanda zorlu maçlara çıkacaktı. Son barutunu atmaya çalışan Denizlispor, üst sıraların adayı Kayserispor ve Beşiktaş..

İşte bu dönemi, Galatasaray'ın rakipleriyle arasını açmadan kapaması çok önemliydi. Hele ki, bu maçların arasında, Atletico Madrid eşleşmesinin de takımı yıpratacağı düşünülürse..

Gelinen noktada, Galatasaray bu süreçten, yenilmeden çıktı. Fenerbahçe'nin muhtemel galibiyeti sonrası, yarın 1 puan geride girecek Şubat'ın son haftasına. Ancak yine de, sadece iyileşen bir futbolcu, Jo'nun, bugünkü 30 dakikalık katkısı düşünülürse, 24. haftadan itibaren Baroş'tan da yararlanabilecek takımın, ligin son 10 haftasında çok daha elinin kuvvetli olduğunu atlamamak gerek.

Bu anlamda, Beşiktaş maçında yenilmemek çok önemliydi. 83. dakikada yenilen bedava golle, 3 puanı kaçırmak üzücü de olsa, olaya bu açıdan bakmak hepimizi rahatlatıyor. Galatasaray'ın gerek Atletico Madrid, gerekse de Beşiktaş maçında, yenilmemeye yönelik oynarsa, çok kolay kaybetmeyeceğini görmek de, takımın sertliğini sezon başından beri sorgulayan bizler için çok önemli bir gelişme.

Peki nedir bu direnci arttıran?

1. Savunmada Lucas Neill gibi bir beynin takıma katılmış olması. Hatasıza yakın oyunu dışında, savunmaya pozisyon oyunu anlamında akıl katmış durumda. Çok çabuk adapte olarak, takımın gerideki liderliğini de ele geçirmiş durumda.

2. Savunmada Neill'in partnerliğine, daha dengeli, hamle zamanlaması çok daha kuvvetli ve oyunu topa sokuşlarda Servet'in son zamanlardaki savrukluğundan çok daha iyi durumda olan Emre Güngör'ün soyunması.

3. Orta sahada Elano Blumer'in, müthiş oyun zekasına, 70 metre attığı nokta paslara, müthiş mücadelesini ve isteğini katması; takım ruhunun içine girmesi ve hatta gerek Madrid'de Arda'ya faul yapanlara, hemen faul yapıp üzerlerine yürüyerek, gerekse de İnönü'de Mehmet Topal'ın koluna kaptanlık bandını takarak, o ruhun bayraktarlığını yapması.

Bu üç oyuncunun geriden Galatasaray'a akıl ve direnç katmasıyla, forvet yokluğunda dahi ileri uçta mutlaka bir şeylere yapmaya muktedir Galatasaray, kolay yenilmeyen bir takıma dönüşmeye başladı.

Bu ritmin ve direncin iyice artması, orta sahada Mehmet Topal'ın yumuşaklığından sıyrılması ve forvete Baros tadında mücadeleci bir forvetin gelmesiyle daha da artabilir.

Başta söylediğimizi sonda söylemek gerekirse, Galatasaray'ın kabus dönemini, karaya oturmadan, gemiyi tekrar okyanusa açılabilecek duruma getirebilecek şekilde geçmesi çok önemli. Bundan sonrası; son 12 hafta, bütünleşen camia, iyileşen sakatlar ve birazcık şansla gelir. Önemli olan, farkı bu seviyede tutabilmekti. Bu başarabilmiştir; bunu başaran takım ve teknik kadroya tebrikler.
Devamı

Bu resim poster olur..


Arda'nın önünde daha en az 10-12 senelik kariyer var. Ancak bundan etkileyici bir fotoğrafını daha emeklilik günlerine taşıyabileceğini sanmıyorum. Hemen dev bir versiyonunu alıp, evine çerçeveletsin. Tebrikler Arda golün için.

Öte yandan, bu sevinç gösterisinin hemen arkasından kendisini yere bırakıp çıkmasında, acaba zorlayarak o reklam panosuna çıkmasının da etkisi var mıdır diye de sorguluyorum. Zira Arda çıkmasa, büyük ihtimal maç, Jo ile birlikte 2'ye gidecekti. Neyse, sağlık olsun, şampiyonluk getiren puan olsun.
Devamı

Bilica'nın hakemleri her maç aldatan hareketi


Fabio Bilica'nın sertliğin ötesinde, çirkef futbolu son maçlarda iyice ön plana çıkmaya başladı. Neredeyse her maç kırmızı kartın sınırından, hakemlerin hoşgörüsü (!) ile kurtuluyor Bilica. Hemen hepimiz, tarafsız gözle bakan Fenerbahçeliler dahi bunu gözlemliyordur.

Öte yandan, benim dikkat çekmek istediğim bambaşka bir hareketi Bilica'nın. Son 5 maçtır dikkat ediyorum, sürekli bir sonraki satırlarda anlatacağım hareketi tekrarlıyor Bilica..

Malum, bir defans oyuncusu, rakip oyuncunun önüne atılan topa daha önce yetişip, vücuduyla oyuncuyu toptan uzak tutmak, mümkünse topun kendisine değmeden auta veya taca çıkmasını sağlamak, eğer kendisine değmişse de, bir şekilde topa vurarak uzaklaştırmak ister. Bilica genellikle bu iki yöntemi değil, üçüncüsünü uyguluyor. Nedir o? Önce rakiple top arasına girilir ve rakibe kalça dayandırılır; sonra beraber ilerlerken, birden darbe almışcasına yalpalayarak düşülür. Herhangi bir darbe olmasa dahi, hakemlerin yüzde 99'u bu pozisyonlarda faulü çalacaktır ne de olsa. Nitekim çalıyorlar da..

Anlatmaya çalıştığım pozisyonlara, Bilica'nın Sivasspor'da oynarken Fenerbahçe karşısında bir maçta çekilmiş bu resmi en güzel örnek aslında.

Lütfen herkes bu harekete dikkat etsin; hakemler de ağır Bilica'nın topu kaybedeceği pozisyonlarda kendilerini aldattığı bu pozisyonu daha iyi süzmeye çalışsın!
Devamı

Mehmet Güven ve gençlere şans vermek


Blog ömrüm çok uzun değil. Ama yaklaşık 10 senedir internette çeşitli ortamlarda yazıyorum. Yazdığım tüm ortamlarda da, son 5-6 senedir, Galatasaray'da oynamanın ölçüsünün Galatasaraylılık ya da PAF'tan gelmek olmadığını, başta yeteneğin, sonrasında da o milyonların rüyası olan formayı sırtından çıkarmamak için çaba göstermenin ana kriter olması gerektiğini dile getiriyorum. Buna bağlı olarak, 5-6 senedir karşımıza nice örnekleri çıkan, efendim genç PAF oyuncuları neden oynatılmıyor vs. gibi söylemlerle hocaları yıpratanların karşısında duruyorum.

Hocaları yıpratmak deyince açmak lazım. Zira unutkan bir milletiz. Galatasaray'ı tarihinin en buhranlı döneminde şampiyonluğa oynatan, yakın tarihinin tek 5 gollü Fenerbahçe galibiyetini yaşatan, uzun yıllar sonra ilk kez bir sezonu derbi şampiyonu olarak kapattıran Hagi'nin temel eleştirilme yönlerinden biri o dönem PAF'tan çıkmakta olan Cafer Can, Mülayim, Zafer gibi isimleri oynatmamasıydı. Gün geçmiyordu ki, televizyon programlarında malzeme yapılmasın bu durum. Sonrasında aynı hikaye, Gerets döneminde de devam etti.

Oysa ben hep aynı şeyi savundum. Futbolcunun yaşı yoktur, futbolcunun tuttuğu takım yoktur. Önemli olan, yetenektir, istektir. Bir genç oyuncuya, sırf genç diye forma "vermezsiniz". O genç oyuncu formayı hakediyorsa "alır". Kimse de karşısında duramaz. En büyük örnek Arda Turan'dır. Arda gibi bir yetenek, kiralansa da, sakatlansa da, ne olursa olsun, isterse formayı alır. Hiçbir hoca da buna engel olamaz.

Hal böyleyken, Galatasaray'da senelerce abuk subuk futbolcular, sırf PAF ürünü diye kadroda tutuldu. Bu satırları, şu anda izlediğim Manisaspor-Fenerbahçe maçının devre arasında, Mehmet Güven'i izledikten sonra yazıyorum. Bu oyuncunun senelerce Galatasaray'da bir kişilik kadro yeri işgal etmesi, sırf PAF'tan diye, hakettiğinden fazla şans verilmesi, laubaliliğine kayıtsızlığına tahammül edilmesi, anlaşılması çok zor bir durumdur. Şu anda Manisaspor gibi kötü bir takımda dahi sırıtan bu oyuncu, senelerce Galatasaray'da oynadı. Bu tüm Anadolu'daki futbol sevdalısı genç oyunculara yönelik yapılmış bir ayıptır aslında. Hadi Aydın Yılmaz gibi bir isme, sırf Konya'ya attığı unutulmaz golün hatrına bir sene daha fazla şans verin; ya Mehmet Güven? Nasıl Galatasaray'da bu kadar kalmıştır, yıllar sonra bile cevaplanamayacak bir husustur.

Türk halkının her konuda olduğu gibi, bu konuda da sloganlarla konuşmasından çok etkilendiğimiz açık. "Aman da genç oyunculara şans verelim" sloganı ile haketmeyen isimler, doğal seleksiyondan kurtulabiliyorlar.

Mehmet Güven bu konuda bir simge olsun. Bir daha hiçbir haketmeyen "genç" oyuncu, sırf genç kimliğiyle bu formanın ciddiyetiyle oynayamasın.. diye dilerim..
Devamı

Mustafa Sarp'la ilgili ikinci yazım ve transfer komedisi


İlki 12 Mayıs 2009'da.. İlgilenenler, http://gianinsesi.blogspot.com/2009/05/mustafa-sarp.html adresinden okuyabilirler..

Henüz Sarp'ın transferinin gerçekleşmesinden önce yazdığım bu yazıda, Mustafa Sarp'ın benliğinde Galatasaray'ın vizyonuna yönelik göndermelerde bulunmuştum. Bugün geldiğimiz noktada, üzülerek görüyorum ki, Galatasaray hızla Fenerbahçe'nin meşhur olduğu alanlarda ilerleyen, yani vizyonunu yitiren bir noktaya ulaşmıştır.

Nedir Fenerbahçe'nin yıllarca transfer anlamında ün kazandığı başarısız iki çizgi?

1. Mevkiiye göre adam değil, isme göre adam almak ve buna bağlı olarak dengesiz kadrolar oluşturmak.
2. Anadolu'da yıllarca oynadıktan sonra, parlayan oyuncuları çok fazla irdelemeden transfer etmek.

Bugün Galatasaray, bu iki adımla, onca transfere rağmen dengesiz ve yetersiz bir kadroya sahip olmuştur. Birinci maddeye yönelik, artık herkes konuşuyor zaten, özellikle bir sakatlıkla forvetsiz kalabilecek kadar kötü planlamanın nasıl yapılabileceği ayyuka çıkmışken.. Benim asıl değinmek istediğim, ikinci maddedir.

Galatasaray futbolculuğu ayrı bir haslettir. Herkes taşıyamaz o formayı. Herkese giydirmeye başlarsanız, o formanın tarihi değeri kalır sadece. Anlık değeri kalmaz. Mustafa Sarp'a Galatasaray orta sahasını teslim ederseniz, Ankaragücü'lü Hürriyet benim eksiğim ne der. Hatta şu an 38 yaşında Bucaspor'da oynayan eski Ankaragücülü Yılmaz, daha ileri gider, o formayı istiyorum! der.

Mustafa Sarp'ın ileri çıkışlarıyla bir iki gol atmasından, taraftara yönelik verdiği Galatasaraylı imajından gözü boyananlara sesleniyorum: Ya bu göz boyamasından bir an önce sıyrılın, ya da bir an önce futbol bilginizi gözden geçirin. Mustafa Sarp Bank Asya seviyesinde bir oyuncudur. Objektif gözle izleyenler, bu adamın çok iyi yaptığı söylenen koşmak işini dahi aslında doğru düzgün yapamadığını kolaylıkla söyleyebilirler. Mehmet Topal gibi bir başka KRAL ÇIPLAK diyerek, BU FUTBOLCU OLDUKÇA SIRADAN, HATTA KÖTÜ diye bağırılması gereken bir ismin yanında, akıllı bir futbolcu olması itibariyle, damardan girerek, kah rakip başkanlara çatarak, kah formasını öperek, kah ne kadar Galatasaraylı olduğunu haykırarak taraftar nezdinde kredi kazanmıştır.

Zaten en büyük problemlerden biri de bu değil midir? Galatasaray son 10 senedir, hep en Galatasaraylı olduğunu iddia eden oyuncularından çekmiştir..Ancak taraftarı akıllanmamakta ısrar etmektedir..

Oldukça dağınık olarak devam eden bu yazıya artık bir son vermek gerek. Lakin bugün sabah 9'da işe gidip, gece 1'de çıkmış biri olarak, yatağa girmeden önce Mustafa Sarp'a yönelik içimi dökmek isteyecek kadar enerji bulabilmem, bu konuda ne kadar sinirli olduğumu anlatmaya yetecektir herhalde..O manada beni mazur görünüz.
Devamı

Trabzonspor'a dikkat


Son 3 maçta izlediğim Trabzonspor bana şu anda ligde en çok zevk veren takımlardan biri haline geldi. Şenol Güneş'in gelişi sonrası, suni bir yükselme süreci, kendi sahalarında çok kötü bir oyun sonrası Fenerbahçe'ye ligin ilk yarısının son maçında yenilmişler ve şampiyonluk yarışından resmi olarak uzaklaşmışlardı.

Ancak devre arasını çok iyi hazırlanarak geçirdiler ve ikinci yarıya fırtına gibi girdiler.. Neydi bu yükselişin arkasında yatan sebepler?

1. Nokta transferler yaparak kadrolarının derinliğini arttırdılar. Önce transfer sezonu öncesi Ankaraspor'dan boşta kalan Ömer Aysan'ı sağ beke yerleştirdiler. Sonra orta sahalarında Selçuk ve Ceyhun'a alternatif olarak Sivasspor'un son 2 sezondaki başarısında pay sahibi Sezer Badur'u alarak alternatifleri çoğalttılar. Sonrasında Kolombiya Milli takımında da oynayan, Teofilo Gutierrez'i getirerek forvet pozisyonundaki bitirici golcü eksikliğini kapamaya çalıştılar. Ayrıca bu bölgeye Murat Tosun'u da ekleyerek, yedek forvet gereksinimlerini ortadan kaldırdılar. Aynı bölgeye son olarak Burak Yılmaz'ı eklediler ve camiayla yıldızı barışmayan Gökhan Ünal'dan 3.5 milyon euro kazanarak kurtuldular..

2. Şenol Güneş'in yukarıdaki akılcı transferlerin fikir babası olması yanında, takıma ve camiaya kazandırdığı hava önem kazandı. Çoğunlukla aşağılanan, ancak söylemleriyle bana göre Türk futbolunun en akil, en futbolu bilen, en düzgün isimlerinden biri olan Şenol Güneş'in doğru tespitleriyle önce kadro dışı kalan oyuncuları affetmesi, Song'u kaptan yapması, Tjikuzu gibi bir problem oyuncuyu göndermesi, güvenini kaybetmiş oyuncularına yeniden bir başlangıç sağlaması ile takım hüviyeti yakalanması, kısa süreli başarının arkasındaki temel etken.

3. 1 ve 2. numaralı maddelerdeki gelişmelere paralel olarak, Gutierrez ile yedeklenen Umut Bulut'un daha çok çalışması ve bir anda gol makinesi haline dönüşmesi, Ömer Aysan sağ bekte oynayınca, asıl yeri sağ ön içte oynayarak yıllar önce futbolcu olarak isim yaptığı günlerdeki formuna dönen Serkan Balcı, kendisine sürekli şans veren hocasıyla psikolojisi düzelip skora katkı yapmaya başlayan Alanzinho ve problem ancak müthiş yetenekli çocuk Engin Baytar'ın yükselişi, takımın dinamik futbolunda temel taşlar oldular.

Bugün Trabzonspor'un kadrosunun her mevkiisinde çok yetenekli oyuncular bulunmakta. Belki de tek eksik yerleri hala tam oturmayan kaleci mevkiisi.

Sol bekte Hırvat Milli takımında da oynayan, son derece yetenekli Cale ve yedeği eski Galatasaraylı Ferhat.
Stoper mevkiinde ligin kalburüstü stoperleri Egemen ve Giray ile tecrübeli Song.
Sağ bekte Ömer Aysan, Tayfun Cora ve hatta Serkan Balcı.

Orta sahada çeşitli mevkiilerde oynayabilecek Selçuk İnan, Alanzinho, Colman, Engin Baytar, Serkan Balcı, Sezer Badur, Ceyhun Gülselam ve sakatlıktan dönebilecek Yattara.

Forvette Umut Bulut, Gutierrez, Murat Tosun ve Burak Yılmaz ile bu kadro kaleci, stoper ve orta sahaya birer takviye ile gelecek sezonun en ciddi şampiyonluk adaylarından biri olabilir.

Şu andaki haliyle de Trabzonspor'un zirveyle 8'e indirdiği puan farkını daha da kapayıp, en azından Şampiyonlar Ligi'ni kovalamasını bekleyebiliriz. Elbette bunun için en önemli gösterge bu hafta deplasmanda oynayacakları Bursaspor maçı olacak. Trabzonspor, Bursaspor'u deplasmanda yendiği an, işte yeniden o eski Trabzonspor olma yoluna iyiden iyiye girdiğini haykıracak.

Şampiyonluk mu? Hala çok uzak. Ancak, yine de Olimpiyat stadına bu halde 30 küsür bini toplayacak heyecanı yaratan Trabzonspor'un Şenol Güneş'in arkasında durması halinde güzel günlere doğru yürüyeceğini tahmin etmek, hiç de zor değil.
Devamı

Türkiye Kupası önemsiz bir kupa mıdır?


Bu soruya evet cevabını ilk verecek taraftar grubunun Fenerbahçeliler olması gerekir. Zira eşyanın tabiatı gereği 1983 yılından itibaren, 27 senedir kazanamadığınız bir şeyi, önemsiz göstermeniz gerekir. Sadece 27 senedir kazanamamak değil, bu kupayı sadece 4 kez kazanabilmiş olmak da, Fenerbahçelilerin kupayı önemsiz gösterme çabalarını kendileri açısından meşru kılabilir.

Lakin, bu kupayı tam 14 kez kazanarak, açık ara en fazla kazanan takım olan, tıpkı Türkiye Liginde olduğu gibi, bu kupayı 4 kez üst üste kazanan tek takım olan, yılların kupa beyi Galatasaray'ı destekleyenlerin, son yıllarda görüldüğü üzere, bu kupa da nesi, ne önemi var elensek vs. duygularla kupaya bakması son derece anlamsızdır ve bence anlaşılabilir değildir.

Kupaya verilen önemin camia olarak azalması sonucu, Galatasaray'ın 2000'li yıllardaki tek kupa şampiyonluğunun 2005 senesinde 5-1'lik Fenerbahçe galibiyetiyle geldiğini görüyoruz. (2000 yılında Antalyaspor'a karşı kazanılan kupayı bir önceki 10 yıla ait olarak değerlendiriyorum.) Bu benim için kabul edilemez. Galatasaray çocukluğumuzdan itibaren, kupa formatındaki tüm organizasyonlarda en iddialı takım olmuştur. Hal böyleyken, örneğin Antalyaspor maçına amaan bu maç da nerden çıktı modunda çıkılıp kaybedilmesi, Galatasaray'ı Galatasaray yapan özelliklerden birine aykırıdır. Ayrıca unutmayalım ki, 27 senelik seriler, aynen bu şekilde 5 senelik serilerle başlar..

Bu hafta içi, bu bağlamda, Galatasaray'ı çok önemli bir sınav bekliyor. Hem kupaya olan isteklerini yeniden gösterebilmek, hem ikinci yarıya plansızlık, talihsizlik, kötü oyunla başlanması sonucu camiayı kaplayan umutsuzluk dalgasının içine daha da gömmemek, hem de ilk maçtaki tavırlarıyla fair-play'i geçtim, ahlaksızlık sınırlarını zorlayan bazı Antalyasporlu oyunculara ders verebilmek adına..

İmkanı olan herkesin önemsemesi ve gitmesi gereken Antalyaspor maçını, Galatasaray'ın 15. kupa şampiyonluğundaki milat maçı olarak görmek istiyorum.
Devamı

Galatasaray en son ne zaman zor bir deplasmanda kazandı?


Bu hafta boyu arkadaşlarla aramızda yaptığımız konuşmalarda, şu soruyu soruyordum: Galatasaray en son ne zaman, kazanmak zorunda olarak gittiği veya o dönemki konjonktür ve oynadığı takımın gücü itibariyle çok zorlanacağı kesin olan bir maçı kazandı? Söz birliği etmişcesine, verdiğimiz cevap son şampiyonluktaki 5-3'lük Sivas galibiyetiydi. Kendimce son iki sezondaki bu tarz maçları derledim aşağıda. Ligin kalbur üstü, Kayseri, Sivas, Eskişehir, Trabzon, Bursa, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi takımlarına karşı 11 maç var aşağıda son 1.5 sezona dair.


Sivasspor 3-5 Galatasaray Turkcell Süper Lig 33. Hafta 04.05.2008

2008-09
Kayserispor 0-0 Galatasaray Turkcell Süper Lig 2. Hafta 31.08.2008
Bursaspor 2-1 Galatasaray Turkcell Süper Lig 6. Hafta 05.10.2008
Eskişehirspor 4-2 Galatasaray Turkcell Süper Lig 8. Hafta 26.10.2008
Fenerbahçe 4-1 Galatasaray Turkcell Süper Lig 10. Hafta 09.11.2008
Ankaraspor 0-0 Galatasaray Turkcell Süper Lig 12. Hafta 22.11.2008
Sivasspor 2-0 Galatasaray Turkcell Süper Lig 17. Hafta 24.01.2009
Trabzonspor 2-2 Galatasaray Turkcell Süper Lig 24. Hafta 15.03.2009
Beşiktaş 2-1 Galatasaray Turkcell Süper Lig 33. Hafta 24.05.2009

2009-10
Fenerbahçe 3-1 Galatasaray Turkcell Süper Lig 10. Hafta 25.10.2009
Bursaspor 1-0 Galatasaray Turkcell Süper Lig 14. Hafta 27.11.2009
Kayserispor 0-0 Galatasaray Turkcell Süper Lig 20. Hafta 06.02.2010


Ki, Sivasspor maçını bir milat olarak alıyorum. Ondan önce de, Galatasaray'ın son 10 senesindeki Saraçoğlu ve İnönü'deki galibiyet yoksunlukları ve önemli deplasmanlardaki kısır futbol ve kayıpları çok farklı değil..

Ben bu durumun nedeni olarak 4 temel sebep görüyorum:

1. Galatasaray'ın bir türlü iyi kontratak yapan bir takım oluşturamaması.
2. Takımın zaman içerisinde giderek "yumuşaklaşması", dış etkenlerden çok etkilenir veya umursamaz oyuncularla dolması.
3. Gol yüzdesi yüksek ve istikrarlı bir şekilde gol atan bir forvet oyuncusuna bir türlü sahip olunamaması.
4. Bu tarz zor maçları çözmekte inanılmaz önem kazanan duran topların bir türlü etkili kullanılamaması.

Bütün bu etkenler ve sonuçlar neticesinde, bugün hiçbir Galatasaray taraftarı, bir zor deplasmana giderken, kazanırız kesin düşüncesiyle hareket edemiyor. Bu psikolojik etki de, her zor maç sonrası daha da ağırlaşarak camianın üzerine çöküyor.

Bugün, iki hafta sonraki Beşiktaş maçını kazanabileceğimizi kim iddia edebilir?
Devamı

Arda'dan Totti olur mu?


Galatasaray'ın forvetsiz kaldığı bugünlerde, anlaşılan o ki, teknik direktör Rijkaard, Arda Turan'ı forvet pozisyonunda oynatmaya devam edecek.

Bu tarz, aslında orta sahada hücuma yönelik oynayan ve fiziği alışageldik geleneksel santrafor oyuncularına benzemeyen isimlerin forvet pozisyonunda oynadıklarında, takıma katkı yapabilmelerinin tek yolu, bitirici vuruşlarındaki ustalık sayesinde, aslında takımı forvet olarak ileriye taşıyamasalar, takımlarının hücum hattında rakiplerine üstünlük sağlamasına imkan tanımasalar da, bolca gol atarak bu eksikliği skora yaptıkları katkıyla giderebilmeleridir.

Bu manada aklımıza gelecek ilk örnekler Roma'daki Totti ve Juventus'daki Del Piero'dur. Orta sahadan bozma bu oyuncular, tek forvet de oynamışlar ve düzinelerce goller atarak efsane isimlerini yaratmışlardır..

Arda Turan bunu başarabilir mi? Bence hayır. Zira, Arda kariyer gelişiminin başından beri sezon boyu hiç de fena olmayan 7-8 gol ortalamasıyla oynarken dahi, bitirici vuruşlarında bir istikrarlı beceri gösteremedi. Arda Turan'ı Arda Turan yapan, ne sert şutları, ne bitirici vuruşları. Bugün ilk yarının son dakikasında Kayserispor'a karşı kaçırdığı gol dahi buna bir örnektir. Ordaki kararsız vuruş tarzı, Galatasaray'ı bir golden etmiştir.

Hal böyleyken, Arda'nın asıl özelliklerini de sergilemekten mahrum kalarak stoperlerin kucağında oynaması, ne Galatasaray'a ne de Arda'ya katkı yapacaktır. Galatasaray'ın forvet pozisyonunda bu manada başka arayışlara girmesi şart gibi duruyor.. İlk aday mı? Herkesin haykırabileceği üzere, neden Keita olmasın?
Devamı