Tarafsız (!) Rıdvan!

Maç bitmiş; klasik bir şekilde Rıdvan'ın yüzünde gülücükler açıyor.. O kadar heyecanlanmış ki, heyecandan konuşamıyor, nefes alıp verişi bile farklı..

Başlıyor Rijkaard'a sallamaya.. B planı yokmuş, C planı yokmuş. Burası İspanya'ya benzemezmiş.. Hele Rotterdam'a hiç benzemezmiş.. (İki haftadır sürekli Rotterdam vurgusu yapıyor, Rijkaard'ın bir takımı küme düşürdüğünü yeni öğrenmiş olmalı ki, Rijkaard ezikliğini böyle kusuyor..) Baksınmış Rıza Hoca'ya, nasıl takımın taktiğini maç içerisinde değiştirebiliyormuş..

Buralara kadar anladık; klasik skor yorumcusu olarak, teypten çıkardığı maç sonucuna göre yaptığı klasik yorumlardan biri.. Maç kötü bittiyse, B planı yok, C planı yok hadisesi..İşte dön 4-4-2'ye.. Orta sahanı azalt.. Ya da tersi bittiyse; orta sahanı güçlendirmeliydi vs.. Alıştığımız, klasik, Rıdvan yorumları..

Ama ne zamanki ağzından salyalar akarak, nefesi hızlanarak aşağıdaki yorumu yapıyor, o zaman film kopuyor bende de.. Aynen şöyle diyor bu herkese tarafsız olduğunu yutturmuş şeytan:

"Galatasaray şöyle iyi, böyle iyi.. Ne oldu ha? Kötü oynayan Fenerbahçe 21. İyi oynayan Galatasaray 19. Ha?"

Hani vurguyu anlamadıysanız, bu söylemin sonunda o vurguyla ancak bir de malum el-kol hareketi yapılır; o derece..

Bu adamın hala tarafsız olduğuna inanan varsa, yazık saflığına diyorum..

Ve bu adamın yanında yıllardır oluşturduğu sporun akil adamı kimliğini yokeden Güntekin Onay'a da yol yakınken Rıdvan'ın gölgesinden sıyrıl; orası sana yakışmıyor diyorum..
Devamı

Nick Hornby'nin yeni kitabı Juliet, Naked

İlk olarak Fever Pitch ile tanıştığım, High Fidelity ve About a boy ile daha da çok sevdiğim Nick Hornby'nin son kitabının çıktığını Londra'da billboard'larda görünce, hemen ilk koşu gidip aldım. Kitabın adı, Juliet, Naked. En sonda söyleneceği, ilk başta söyleyeyim: Yukarıdaki üç kitabı filme çekilen Nick Hornby'nin bu kitabı, senaristlerin ilgisini çekmez ve tozlu raflarda kalır.

Hornby bu kitabında, Kuzey İngiltere'nin küçük bir sahil kasabasında yaşayan ve Amerikalı Tucker Crowe adındaki bir şarkıcının hayranı olan looser bir adamla, O'nun daha hayatın gerçeklerine hakim hayat arkadaşının Crowe'a uzanan hikayelerini anlatıyor.

Tucker Crowe, 20 yıl önce, tam da çok başarılı bir albümü sonunda çıkarmışken, bir gün turneleri arasında yolculuk yaparken girdiği bir bardaki tuvalete gittikten sonra, bir anda müziği bırakıyor ve 20 yıl boyunca hiç bir şekilde ne röportaj veriyor, ne müziğe dönüyor, ne de hatta görülüyor.. Bunun üzerine, küçük çapta bir Crowe efsanesi başlıyor az sayıdaki fanatikleri arasında. Tuvalette gördüğü ve müziği bırakmasına sebep olan olay, son 20 yılda yaptıkları ve son albümüne adını veren, Juliet adlı model sevgilisine dair onlarca efsane üretiliyor. İnternet ortaya çıktıkça bu durum daha da çılgın bir hal alıyor ve adına siteler kuruluyor. İşte, kitabın ana karakterlerinden Duncan, Croweologist olarak tabir edilen bu manyaklardan biri ve son 20 yılını Crowe'un şarkılarını tekrar tekrar dinleyip, arkasındaki farklı anlamları araştırmakla, Amerika'ya ziyaretler yapıp, o tuvaleti görmek, Juliet'in şu anda yaşadığı evi görmekle geçiren ve eşi Annie'yi de beraberinde sürükleyen bir kişi.

Bu döngü, taa ki, Duncan bir gün posta kutusunda Tucker Crowe'un yapımcısından gelen, sizi İnternetteki yorumlarınızla takip ediyorduk, o yüzden 20 yıl sonra Crowe'un müziğe dönüş albümünün deneme sürümünü ilk size dinletmek istedik şeklinde bulduğu bir mektup ve CD'ye kadar sürüyor. Juliet, Naked adlı bu CD'yi dinlediklerinde, Duncan kendinden geçerken, eşi Annie nefret ediyor ve o andan itibaren yaşamının Duncan ile geçen son 15 yılının nasıl da boş ve kayıp olduğunu sorgulamaya başlıyor.. Bu Naked versiyon, aslında bir nebze metaforla beraber geçirdikleri son 15 yılı gözler önüne çırılçıplak seriyor..

Bundan sonra hikaye, başta hiç sanmasam da, Tucker'ın da olaya müdahil olması ve Annie-Tucker-Duncan arasındaki duygusal çözümlemelerle akıp gidiyor.

Kitabın ilk bölümü oldukça akıcı ve kendinizi kaptırıyorsunuz. Lakin olay ne zaman ki bu iç sorgulamalara giriyor, bir yere kadar Hornby'nin aşk, yalnızlık, mutluluk, hayat üzerine saptamalarından etkileniyor ve devam ediyorsunuz. Ancak bir noktadan sonra bu çözümlemeler o kadar kendini tekrar ediyor ki, aslında 100 sayfa önce bitebilecek bir romanın 100 sayfa sonrasında size ve hikayeye hiç bir şey katmadan devam ettiğini farkediyorsunuz. Sonuna geldiğinizde, küçük dünyalarında yaşayan ve herkesin/hepimizin hayatının belli bir dönemine geldiğinde geriye dönüp baktığında yaşayabileceği pişmanlıkları duyan insanların yeniden hayata sarılma, aşık olma, kaybolan yıllarının acısı çıkarma güdüleriyle hareket ettiklerini ve aslında yeni kararlarının da gelecekte yeni pişmanlıklar getirebileceğini farkediyorsunuz.

Sonuç olarak Hornby'nin bu kitabı diğer okuduğum üç kitabına göre oldukça sıkıcı. Hikaye bence çok başarılı başlayıp, farklı bir noktada ilerleyebilecekken, aslında üzerine oturtulan kurgu çok orjinal ve de başarı vaadederken, Hornby'nin sadece 3 karakterin içsel düşüncelerine yönelmiş olması bence yanlış bir tercih olmuş.

Kitabı, Nick Hornby hayranıysanız, yine de tavsiye ediyorum. Belki hayatınızda unutulmaz bir kitap olarak kalmaz; lakin yine de kendinize dünyanın farklı köşelerindeki, farklı altyapıdaki insanlarının nasıl da benzer sorunlarla boğuştuklarını ve insanın özünde belirli defolarıyla aynı insan olduğunu hatırlatmış olursunuz..
Devamı