Futbol Tanrısı Mourinho
Inter'den nefret ederim. Bunda küçük bir çocukken bana futbolu sevdiren iki takımdan birinin tek aşkım Galatasaray'la beraber, Gullit-van Basten ve Rijkaard'lı Sacchi'nin Milan'ınının olması kadar, 2001 yılında Bosman kurallarından faydalanıp Emre B. ve Okan'ı ayartıp hem bizi büyük gelirden mahrum bırakan, hem de üst üste 5. şampiyonluğumuzu engelleyen takım olmalarının payı büyüktür.
Devamı
Mourinho'yu ise 22-23 senedir izlediğim tüm Teknik Adamlar içinde en ön sırada severim. Herkesin aksine iddialı kişiliğini, zaman zaman terbiyesizlik seviyesine varan küstahlıklarına dahi bayılırım. Çünkü teknik adamın işinin sadece 90 dakika içinde 3 değişiklik yapmaktan ibaret olmadığını, bir maçın, bir sezonun hikayesinin çoğunlukla teknik direktörlerin oyuncu grubunu, medyayı, hakemleri, rakip takımları ve tüm unsurların psikolojisini nasıl yönettiği ile şekillendiğini düşünürüm. İşte Mourinho muhteşem bir taktisyen olmasının ötesinde, oyunun tüm yönlerini layıkıyla oynayan bir liderdir.
İşte bu karmaşık hislerimle izlemeye başladığım müsabakada, Inter'in muhteşem savunma oyununu gördükçe her dakika Mourinho'nun başarması için heyecanlanmaya başladım. Öylesine bir alan savunması yaptı ki Inter, eğer benim gibi futbolun sadece gol atılınca, pozisyon bulununca zevkli olduğunu düşünenlerden değilseniz, eğer iyi yapılan savunmadan da, en az güzel atılmış bir gol kadar zevk alıyorsanız, mest olmamanız mümkün değildi. Tüm Inter 11'i, adeta Camp Nou'nun her bir metrekare çiminde her adımda ne yapacağını ezberlemiş hissi uyandırarak oyunun gelişim yönüne göre blok halinde hareket ediyor ve Barcelona oyuncularına boş alan bırakmıyordu.
İşte bu resimde, Barcelona'nın sene başında yaptığı İbrahimoviç tercihinin, hele ki tek forvet olarak oynayacaksa, ne kadar doğru olduğunu sorgulamaya başladım. İbrahimoviç olağanüstü bir yetenek, ancak bana göre tüm heybetli fiziğine rağmen, en uç santrafor tipi değil. Genelde kendini dışa atan, daha çok en uçtaki forveti destekleyen forvet tipi olarak başarılı olabilecek bir oyuncu. Samuel ve Lucio duvarına çarptıkça, kendini geriye doğru atmaya başladı, bu şekilde belki de kanatlardan Pedro ve Messi'yi kaçıracaklardı, ancak bunda da son derece güçlü kademe sezgileriyle Maicon ve Zanetti duvarlarına çarptılar. Geriden bekler Milito ve Dani Alves'in beklenen katkısı ise bir türlü gelmedi, gelemedi. Zira onları çıkarmayan Milito ve Eto'o insanüstü mücadele ediyorlardı. Dani Alves'in bu anlamda maç boyu tek katkısı 10. dakikada Motta'ya gösterttiği ilk sarı kartı oldu.
Dakikalar 28'i gösterdiğinde ise Inter'lileri sıkıntıya sokan an gerçekleşti. Bu an tüm Türk futbol seyircisine - Fenerbahçeliler hariç, onlar da iyi yapıyorlar bunu- bir tribün nasıl bir hakeme bir kararı aldırır dersini verdi. Barcelona tribünleri belki Galatasaray seyircisi gibi seeeen var ya seeeen şarkısı söylemiyorlardı ama, Motta'nın Busquets'e çarpan eline öylesine gök gürültüsü gibi toplu tepki verdiler ki, hakemin elinin eşyanın tabiatı gereği kırmızı kartına gittiğini söylemeye gerek yok. Bence o anda o kararı veremeyecek hakem yok gibidir. İşte bu andan itibaren, aklıma hemen Lucescu'nun sözleri geldi. Lucescu rakibi 10 kişi kaldığında çok korkardı her zaman ve eğer rakip iyi savunma yapan bir takımsa, 10 kişi kalması sanıldığının aksine 11 kişiyle oynayan takıma avantaj sağlamaz, aksine 10 kişilik takım daha bir ciddiyetle savunma futboluna sarılır derdi. İşte bu sözleri Inter'le birleştirince, o dakikadan itibaren Barcelona için her şeyin çok daha zor olmasını bekliyordum. Nitekim maçın geri kalanı da öyle devam etti..
Belki de ilk yarının kırılma anı denilebilecek tek pozisyon Messi'nin klasik sağdan sola deplase olurken köşeye çıkardığı sert şutta, bana göre şu anda dünyanın en iyi kalecisi olan Julio Cesar'ın yaptığı muhteşem kurtarıştı. Barcelona'yı girdiği derin bunalımdan ancak böylesine bir gol çıkarabilirdi, ama defansının nadir boş bulunduğu anda, Cesar ön plana çıktı, tıpkı böyle savunma yapan her takımın iyi bir kalecisinin de olması gerektiği gibi..
Aynı Cesar 34. dakikada zaman geçirmekten sarı kart gördü. Bu da Türk futbolseverleri şaşırtmıştır sanırım. Zira bizde biliyorsunuz, hakemler tüm maçtan 6-7 dakika çalan Ömer Çatkıç, Serdar, Hasagiç gibi kalecilere ancak 90.dakikada sarı kart gösterirler. O gösterdikleri anda da zamanı yemiş olurlar ve aslında o kalecilerin ekmeğine yağ sürerler, ama nerde onlarda bunu ölçebilecek akıl!
Her neyse, tekrar maça dönecek olursak, ilk yarıda Milito'nun sol bekteki performansından memnun kalmayan Guardiola beklenen hamleyi yaparak Maxwell'i oyuna aldı. Ancak bu da kanat akınlarında fayda sağlamayacaktı. 63. dakikada iki değişiklik daha yaptı Guardiola. İbrahimoviç ve Busquets'in yerine, Bojan ve Jeffren girdi.
Maxwell-Bojan-Jeffren..
İşte aslında bu 3 değişiklik, benim 3-4 senedir Barcelona hakkında söylediğimi en güzel özetleyen isimler. Barcelona o kadar güzel futboluna rağmen, bir türlü o parasının, büyüklüğünün hakkını verecek geniş kadroya sahip olmayan bir takım. Şu 3 oyuncuyu siz nasıl bilirsiniz bilmem ama ben açıkçası Galatasaray'da istemem. Böylesine bir kadro derinliğiniz varsa - kabul Puyol ve Iniesta sakat- bana kalırsa son senelerdeki bu yoğun trafikteki bu başarılarınız, zaten mucizedir ve bir yerde takılınır, kalınır.
Maç bu değişiklerden sonra da aynı şekilde devam etti. Görüntüde Barcelona Inter'i tek kaleye hapsetmiş, ancak aslında Inter Barcelona'yı kelepçelemiş.. Nasıl görmek isterseniz.. Taa ki, Mourinho'nun bu maçta yaptığı belki de tek hataya kadar. Milito'yu alıp, Cordoba'yı soktu Mourinho 81. dakikada. Bunca yıldır futbol izlerim, eğer iyi iş çıkaran savunmanıza, son dakikalarda bir tane daha savunmacı ekliyorsanız, mutlaka oyuncuların kafasını karıştırıyorsunuz. Kim nerde duracağını tam bilemiyor ve mutlaka hata geliyor. Nitekim hemen değişiklik sonrası Bojan'ın kaçırdığı yüzde yüz gol ve 2 dakika sonrasında Pique ile gelen gol bunun ispatı. Ama ne gol.. Ofsayt şüpheleri için, bakınız Piero. Goldeki çalım ve zeka için ise nereye bakarsınız bilmem, ama gördüğüm en muhteşem gol öncesi çalımlarından biriydi Pique'nin attığı.
Sonrasındaki uzatmalarla birlikte 10 dakika ise, yine Barcelona seyircisinin dersiydi Türk taraftarlara.. Laylayı bırakıp, 10 dakika boyunca nasıl takım itilir rakip kaleye, ilmik gibi okudu Barcelona taraftarı.. Inter'in bacakları titremeye başlamıştı ve hatta 10 dakika içinde Xavi'nin, Messi'nin şutları ve sayılmayan son dakika golüyle (çok tartışılabilir..) tüm maç boyu vermedikleri kadar tehlike yaşadılar..
Ve sonunda.. son düdük.. ve Mourinho'nun sevinci.. Sonuna kadar hakedilmiştir. Sonuna kadar karakteristiktir, sonuna kadar Mourinho'dur.. Buna kızanlar, Guardiola geçen sene Stamford Bridge'de Iniesta'nın golünden sonra 70 metre depar atıp kendini yere attığında ne diyorlardı? Ne sevimli adam (!) değil mi?
İşte futbol böyledir. Geçen sene Chelsea'nin birden fazla penaltısı verilmeyip Barcelona finale çıkarken, her şey yolundaydı, ama şimdi, suçlu ilk maçtaki hakemler olur hemen..
Ayrıca, o hep örnek gösterilen centilmen Avrupalıları da bir kez daha kaybederken gördük. Maç içerisinde Sneijder sakatken topu dışarı atmayıp hücum yapan Barcelona, maç sonunda Inter'liler sevinmesin diye su fiskiyelerini açan Barcelona, aslında insanoğlunun özünde hiçbir yerde farklı olmadığını, sadece "oynadığını" gösteriyor bizlere..
Bu muhteşem maç için bir kez daha teşekkür ederim her iki takıma da.. Mourinho'ya da sonsuz tebrikler..
Final maçında mı? Inter nefretim o kadar fazla ki, muhtemelen yine Bayern'i tutarak başlayacağım, maç içerisinde Mourinho beni futbol taktiği sarhoşu yapıp da döndürene kadar..!